2000’lerde televizyon kanallarının en tasarruflu davrandığı yerlerden biri müzik programları oldu. Kanallar ara sıra ille de bir müzik programına yer vermeye kafayı taksalar da, “sıkışık” dönemlerinde ilk ipi çekilen de bunlardı.
Reyting kaygısı, reklam kaygısı, daha büyük kitlelere hitap etme arzusu, istisnalar dışında müzik programlarını -tabiri caizse- “yedi”.
Oysa “Müzik ruhun gıdası”...
Evet, klişe bir söz. Ama unutmamalı ki klişeler boşuna klişe olmuyor.
Müziğin insan sağlığına yararları bilimsel olarak defalarca kanıtlandı. İnsan psikolojisine olumlu etkisinin yanı sıra hafızayı güçlendirdiği ve hepsinden öte insanları birleştirdiği biliniyor.
Yetmez, müzik aynı zamanda dünya barışına dolaylı katkıda bulunuyor.
Belki artık müzik kanalları dışında, televizyonlarda müzik programlarına çok nadir rastlıyoruz. Ama neyse ki internet var.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Mısır, Eritre, Etiyopya, Gambiya, Hindistan, İran, İsrail, Kırgızistan, Makedonya, Moritanya, Meksika, Fas, Myanmar, Rusya, Suudi Arabistan, Somali, Svaziland, Suriye, Tayland, Türkiye, Özbekistan, Vietnam.
Bu ülkelerin cezaevlerinde gazeteciler yatıyor.
Bu ülkeleri şöyle bir gözünüzün önünden geçirdiğinizde ne görüyorsunuz?
Birkaçı güçlü.
Birkaçı zengin.
Zehirli fikirleriyle dün güneşli bir pazar gününü karartan Prof. Celal Şengör’e sormak lazım...
*
Acaba kendisine göre, kalasla, copla, zincirle, demirle insanların ayak tabanlarını ve el ayalarını patlatmak işkence miydi?
Acaba, insanları çırılçıplak soyup üzerlerine kurt köpeği salmak işkence miydi?
Acaba insanlara elektrik vermek işkence miydi?
Ya bu bağımlılığı artırarak yüksek karbonlu enerji altyapısına sıkışıp kalacak...
Ya da yenilenebilir kaynaklara yönelip sürdürülebilir bir enerji geleceğini seçecek.
*
Kömür madenciliğinin Türkiye ekonomisinin toplam üretimi içindeki payı hepi topu yüzde 1’in altında. İstihdama katkısı düşük ve giderek düşüyor. Buna rağmen, sektöre son yıllarda teşvik yağıyor.
Yonca, elindeki ilk bağışla ABD’li arı bilimci Debra Roberts’ı Türkiye’ye getirdi, Matematik Köyü’nde 36 gence eğitim verildi. Bu 36 genç NILFISK Türkiye’nin yaptığı 30 bin TL bağış sayesinde o ilk kilit eğitimi aldı. Sonrasında Anadolu’nun 26 şehrinde arılar hakkında çalışmalara başladılar.
Belediyelerle arıların sevdiği ağaç fidanları ekiminde anlaştılar, ilkokullarda çocuklara yanlış bilinen doğruları anlattılar, üniversitelerinde etkinlik ve hatta arıların sevdiği tohumların ekimi için projeleri onaylattılar. Çiftçileri sürdürülebilir tarımda arıların önemi hakkında bilgilendirdiler.
Anadolu’nun arıları dünyada bir numara. Bizdeki çiçek zenginliği ve bizimkisi kadar sağlıklı arılar maalesef başka yerde yok, kalmadı.
Dünyanın en iyi balı da bizde. ABD ve Avrupa’da Arı Kenti konseptinin yeşerdiğinden bahsediyor Yonca... Kırsal alanlardaki gibi ilaçlama olmadığından, şehirler arılar için sığınağa dönüşmüş. New York’taki gökdelenlerin tepesinde, Paris Belediyesi’nin çatısında kovanlar var.
“Benim daha çok sayıda TOG genci yetiştirmem lazım ki arılarla ilgili daha fazla farkındalık yaratayım, insanları bilinçlendireyim, daha fazla arının sağlıklı olması ve hayatının kurtulması için çalışabileyim. Böylece çocuklarımıza kanserojen değil, sağlıklı besinler sağlayabilelim” diyor Yonca.
Arılar bu hızda ölürlerse bize de yaşayacak bir gelecek kalmayacak. Arılar kimyasallar yüzünden ölüyor, biz de türlü hastalıklar yüzünden can çekişiyoruz. GDO ve tarım ilaçları arıların genetiğini bozuyor. Birileri daha fazla mahsül alacak diye hep beraber gıdaya zehir basanların kurbanı oluyoruz.
Zararlı kimyasalların üzerine bir de inşaat furyası biniyor. 3. Köprü inşaatı yüzünden milyonlarca arı bulunduğu yeri terk etti ya da öldü mesela.
Hepimizin çocuklarını eğiten bir makam var: Milli Eğitim Bakanlığı.
Hiçbir dönemde biz çoğulcu bir şekilde “Çocuklara şunlar okutulsun” dememişiz. Başa gelen düdüğü çalmış.
“Devlete sadık olacaksın, milliyetçi olacaksın, dini bileceksin. Öyle çok fazla sorgulamaya gerek yok; Rum’u, Yunan’ı, Ermeni’si düşman...”
Bu tipik, bizim okuduğumuz müfredat. Tarihi daha objektif öğretme çabası dün de yoktu, bugün de yok.
Öncekiler daha Kemalist nesiller yetiştirirken şimdikiler daha dinci nesiller yetiştirmeye çalışıyor.
*
Pek çok Türkiye gerçeğinin bu okulların ‘korunaklı’ duvarlarının dışında bırakıldığından, dolayısıyla farklı olana karşı önyargılı, aktif yurttaşlık konusunda ise noksan bireyler yetiştiğinden söz etmiştim.
Elbette sorun sadece özel okullarda değil. Sorunun daha büyüğü devlet okullarında. Ayrımcılık Türkiye’nin dört bir yanında hemen herkesin damarlarına işlemiş, bizzat eğitim sistemiyle zerk edilmiş durumda. Özel okullarda kimi veliler çocuklarının sınıfında engelli çocukların olmasını istemezken bir devlet okulundaki veli de “Çocuğumun sınıfında Romanlar olmasın” diyebiliyor.
Yoksulluk, etnik kimlik, kültür, dini kimlik gibi pek çok nedenden ötürü çocuklar okullarda ayrımcılığa uğruyor. Öyle bir eğitim sistemimiz var ki, derste ‘Ermeniler düşman’ diye öğretiliyor; sınıfta Ermeni çocuk oturuyor. Ondan sonra bekliyoruz ki bu toplum beraber yaşasın!
Öncelikli meselemiz toplumsal barış. Bunu sağlamak için insan hakları temelinde bir bilinç yaratmak gerekiyor. Çocuklar daha küçük yaşlarda hakkını savunabilmeyi, aynı zamanda hiç tanımadığı birinin hakkı ihlal edildiğinde onun için de ses çıkarabilmeyi öğrenmeli.
“Bir insan olarak değerli bir Sığla Ağacı’ndan, sayıları tehlikeli yok oluş sınırlarına dayanmış Acem Ceylanı’ndan ya da avlanması yasak olmasına rağmen avlanan Boz Ayı’dan, betonlara gömülü kalmış bir Ümraniye Çiğdemi’nden gerçekten ne farkım var?”
İnsanın çiçek olsun, böcek olsun, hayvan olsun, diğer canlılardan farkının kendisiyle aynı yaşam hakkına sahip türleri küçümsemek, hoyratça yok etmek, zevk için öldürmek ya da safi kendinin bellediği toprakların üzerine daha çok bina dikmek olmadığını söylüyor.
“İnsan olarak farkım” diyor, “Aklım, mantığım, şuurum ve en önemlisi vicdanım”...
Korçan’ın küratörlüğünü yaptığı sergi diğer canlıların da insan gibi yaşam hakkının olduğunu, hepimizin aynı döngü içinde yaşadığını hatırlatma gayesinde.
17-26 Kasım tarihleri arasında, TEMA Vakfı’nın katkılarıyla Kanyon’da düzenlenecek serginin amacı, daha yaşanabilir bir dünya için soyu tükenmekte olan nadir endemik bitkilere sahip çıkmak.
Neler mi var sergide?