Kimi diyor “Arttı”.
Kimi diyor “Artmadı. Algıda seçicilik yapılıyor”.
Pek çok konuda olduğu gibi, burada da veriye ulaşmak mesele olduğundan, bu tartışma bir yere varamıyor.
Aslında artıp artmaması da mühim değil. Eldeki yeter de artar.
Belediyenin Ulaşım Hizmetleri Müdürlüğü de bu isteğe ‘duyarsız’ kalamamış ve ruhsatı vermiş.
Müdürlüğün koordinatörü bey şöyle demiş: “Bu aracın şoförü bayan, müşterisi de bayanlar ve aileler olacak. Bu sayede önemli bir boşluk doldurulmuş olacak.”
Boşluk mu? Yahu ne boşluğu? Kadınları iyiden iyiye ötekileştirme boşluğu mu?
Taksi durağının işletmecisi de belediyeye pek müteşekkir, “Bizim önümüzü açtılar. Bir araç ilimize yetmeyecektir, bu uygulamaya diğer arkadaşlarımızın katılmasını da isteriz” demiş.
23 yaşındaki Çiğdem Kaplan ise Gazi Üniversitesi Matematik Bölümü mezunu.
Geçtiğimiz yaz, Instagram’da takip ettikleri, Ağrı’da görev yapan bir öğretmenin ayağında terlikle okula giden öğrencilere dair paylaşımlarına kayıtsız kalamayıp artık bir şeyler yapmak gerektiğine karar verdiler.
İlk olarak Instagram’da Geleceğe Işık Tut adlı bir hesap açtılar. Başlarda takipçileri çevrelerindeki, tanıdıkları insanlardı. Sonra çember genişledi ve hiç tanımadıkları insanlar onlara ulaşıp “Nasıl yardımcı olabiliriz?” diye sormaya başladı.
Geleceğe Işık Tut, bu iki genç kadının tamamen gönüllülük üzerine başlattığı bir sosyal sorumluluk projesi. Hiçbir kuruma bağlı değil.
Maddi yardım kabul etmiyorlar. Onlar sadece yardımlara aracılık ediyorlar.
Sayfalarında gerekli paylaşımları yapıyor, nerede neye ihtiyaç olduğunu duyuruyorlar. Yani bir nevi, ihtiyaç sahibi insanlarla yardımseverler arasında bir köprü kurmuş oluyorlar.
Arada basında yer alan ‘zengin dilenci’ haberleri sizi yanıltmasın, bunlar istisnai. Veya Oliver Twist’vari dilenci çeteleri olduğunu düşünmeyin. Var ama az.
Dilencilerin duygu sömürüsü yapması, biraz kandırılmamız onların yaşadığı şeyden çok daha acı değil. Onlar çok daha fazlasını yaşıyorlar; çok yoksullar.
Karşılıksız çek değil, alt tarafı bir mendil alıyoruz. Varsın, o kadarcık kandırılalım.
Bunların 114’ü kanser hastası imiş. Türkiye’de yılda 300’den fazla mahpusun hapishanelerde öldüğünü biliyor muydunuz? Evet, neredeyse her gün hapishanelerden bir tabut çıkıyor.
‘Ecel’ deniyor...
Ama pek öyle değil.
*
Vakıf çocuklara giysi, yiyecek yardımı yapıyor. 13 yılın sonunda sokaklarda çocukların bitmediğini ve bu işin böyle gitmediğini görüyorlar. Biraz araştırınca SOS Kindergartens adlı STK karşılarına çıkıyor. II. Dünya Savaşı’nda kocasını kaybeden kadınlarla korunmaya ihtiyacı olan çocukları bir köyde buluşturan STK’dan ‘çocuk köyü sistemi’ni alıyorlar.
Bir hayırseverin de Koruncuk Vakfı’na 40 dönüm arazi bağışlamasıyla 1992’de Bolluca Çocuk Köyü kapıları korunmaya ihtiyacı olan çocuklara açılıyor.
40 dönümde 12 aile evi, bu evlerde tam zamanlı çalışan bakıcı anneler, psikologlar, spor ve kültür faaliyetlerini yürüten öğretmenler var.
*
Köyde şu anda korunmaya ihtiyacı olan 127 çocuk yaşıyor.
Bebekken 4 kardeşiyle birlikte cami avlusuna bırakılan da var, babası hapiste olan da; onu istismar eden ailesinden uzaklaştırılan da. Çocukluğunu yaşamamış veya şiddet görmüş bir çocuğun hafızasını sıfırlayamazsınız. Ama Bolluca’da kırık vazonun parçalarını altın tutkalla yapıştırarak vazoyu eskisinden daha güzel hale getirmeye çalışıyorlar. Çocuğun işinde, evinde, suça itilmediği bir dünyada mutlu bir birey olması için uğraşıyorlar. Nitekim, buradan milli yüzücü de çıkıyor, sınavlarda il birincisi de.
*
Yemek artığımızla gazetemizi, toplu iğnemizi aynı poşete koyup sokaktaki çöp bidonuna atan insanlarız.
Bizim karışık çöplerimizi her gün sokaklarda çekçeğiyle atık toplayan insanlar geri dönüşüme kazandırıyor. Kentlerimizi onlar temizliyor.
Hal böyle iken, AB ile uyum çerçevesinde 2005’te çıkan yasanın Ambalaj Atıkları Kontrol Yönetmeliği 2011’de revize edildi.
Bu yönetmelik belediyeler ve TAT’lar (lisanslı atık toplama ayrıştırma tesisleri) üzerinden bir sistem tanımladı ve bu sistem dışında toplanan ambalaj atıklarının alınmasını yasakladı.
Hepsi zor hayatlardan gelmiş, zor hayatlar sürüyorlar.
Savaştan, baskıdan, yokluktan kaçıp kente göç eden ve sokaklarda atık kâğıt toplayarak hayata tutunan insanlar bunlar. Kilosu başına 30 kuruş kazanan insanlar bunlar.
Kent sakinlerinin göz göze gelmek istemediği, rastlaşınca yolunu değiştirdiği, pejmürde kıyafetlerinden gözlerini kaçırdığı, tinerci, gaspçı diye baktığı insanlar bunlar.
Onlar toplumun görünmez insanları.