Paylaş
Bunların 114’ü kanser hastası imiş. Türkiye’de yılda 300’den fazla mahpusun hapishanelerde öldüğünü biliyor muydunuz? Evet, neredeyse her gün hapishanelerden bir tabut çıkıyor.
‘Ecel’ deniyor...
Ama pek öyle değil.
*
Türkiye’de kaç hapishanede hastane var dersiniz?
Sadece beş kampus tipi hapishanede 50 yataklı hastane mevcut.
Bin kişilik hapishanelerde ise aile hekimi uygulaması var. Haftada iki gün, toplam 12 saat, doktor o hapishaneye gelip hasta mahpuslara bakıyor. Bu hapishanelerde acil durumlarda müdahale edecek bir doktor yok. Haftada iki kez gelen doktorun hizmetinden faydalanmak da kolay değil. Mahpus dilekçe yazıyor, o dilekçeler sıraya konuyor, eğer başvuran çoksa -hastalığın aciliyetine bakmaksızın- mahpus 2-3 hafta bekletilebiliyor.
Doktorun yükü de ağır. Yüzlerce hasta sırada bekliyor. Hastayla konuşmak, ilgilenmek, hastalığı tespit etmek için sadece birkaç dakikası var.
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nden (CISST) Berivan Korkut “Mahpuslardan en çok aldığımız şikâyet revir doktorlarının tetkik yapmadan ağrı kesici veya antidepresan vererek, hastaları geri gönderdiği yönünde” diyor.
Misal, bir yerinde çıban çıktı diye revir doktoruna giden mahpus ağrı kesiciyle geri yollanıyor. Aradan 2 yıl geçiyor ama şikâyeti sürüyor. Sonra ileri evrede kanser olduğu ortaya çıkıyor. Başta ciddi tetkik yapılamadığı için birkaç yıl sonra ciddi bir hastalıkla tahliye olan, hapishanede ya da çıktıktan birkaç hafta sonra yaşamını yitiren mahpuslar var.
*
Hastaneye sevk deseniz, ayrı bir sorun. “Diyelim hem kalp hem böbrek hastasısınız” diyor Korkut, “Doktor, ‘Sen bu ay kalpten hastaneye sevk edildin zaten’ diyerek böbrek için yeniden sevk etmeyebiliyor.”
Doktorun kaç kişiyi sevk edeceğini düşünürken araç sayısını göz önünde bulundurması gerekiyor. Zira ring araçları sadece hasta mahpusları hastaneye taşımıyor, hastanenin tüm işlerine koşuyor. Hastaneye sevk edilecekler için özel taşıtlar olmayınca, hastaların hastaneye sevk sıklıkları dış koşullara göre belirleniyor.
CISST’den Mustafa Eren anlatıyor: “Bir mahpus bize hastaneye gönderilmediğini, kullanması zorunlu ilaçlar olduğunu, bu ilaçların raporla alınabildiğini, ilaçları alamadığı için çok fazla ağrı kesici alıp zehirlendiğini yazdı. Hapishane idaresini aradık. Şunu söylediler: ‘Burada 2 bin mahpus var, 800’ü hastaneye sevk bekliyor, bu kişi 500’üncü sırada.’ Ring sayısı belli olduğunda o 800’ü ister istemez sıraya koyuyorsunuz. Yani burada personel sayısında ve araç sayısında bir yetersizlik olduğu açık.”
Ring araçları başlı başına sağlıksız. Kışın buz gibi, yazın çok sıcak teneke kutular bunlar. 8 veya 12 mahpus elleri kelepçeli halde bazen saatlerce bunların içinde yolculuk yapıyor veya bekliyor.
*
Doktor mahpusun hastanede kalmasına karar verirse en korkunç süreç başlıyor. Hasta mahpuslar genelde hastanelerin bodrum katlarında ‘mahkûm koğuşu’ adı verilen odalara konuyor. Penceresi olmayan, kör odalar bunlar. Öyle ki pek çok mahpus ameliyatının ertesinde “Burada kalacağıma hapishanede kalırım” diyerek hapishaneye dönmeyi tercih ediyor.
Korkut, bir mahpusun şöyle dediğini söylüyor: “Morgla tuvaletin arasında bir hücrede kalıyorum. Sürekli kötü koku var. Günde 10-11 kez o morga gelen insanların ağıtlarını, çığlıklarını dinlemek zorunda kalıyorum.”
Korkut hastanelerde mahpuslar için yer seçimi ve sağlık hizmetlerinin Adalet Bakanlığı’na bağlı bir konu olmadığını, bu işin hastanenin başhekimliğini ilgilendirdiğini söylüyor. Özellikle üniversite hastanelerinin de “Hastanemizin imajı sarsılmasın” diyerek mahkûm koğuşu açtırmadığından şikâyet ediyor.
*
Hasta mahpuslar söz konusu olduğunda çok ciddi insan hakkı ihlalleri karşımıza çıkıyor.
Devletin bu insanları tahliye etmesi ya da ailelerinin yanında cezalarını çekip tedavi olabilecekleri başka bir yöntem arayışına girmesi şart gibi görünüyor.
Bu şekilde mahpuslar sadece cezalarını çekmiyor, aynı zamanda hızla ölüme itiliyorlar.
Paylaş