Direnç bebeği kucaklarına aldıklarında boncuk gözleriyle onlara baktı, minicik elleriyle parmaklarını sıktı.
Ama bu keyif yarım saat sürdü.
Daha sevinç çığlıkları dinmeden, bebeğin burnundan sıvı gelmeye başladı; bebek annenin kucağından alınıp ambulansa kondu ve Ege Üniversitesi
Evrensel insan hakları hukuku canice cezaları bitirmişti. Derken, neoliberal politikalar, küreselleşme, sosyal devletin daraltılması, “Asmayalım da besleyelim mi?” anlayışı ile insan haklarına aykırı uygulamalar yeniden gündeme gelir oldu.
Resmi Gazete’de yayımlanan ve tecavüzcülere kimyasal hadım cezasını öngören yönetmelik misal, bir tür ortaçağ uygulaması.
Avrupa’da tek tük uygulanması cezanın ilkel olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Feminist avukat Hülya Gülbahar’a göre bu tür cezalar muhafazakâr ideolojinin uzantısı ve haliyle Avrupa’nın muhafazakârlarınca da savunuluyor: “Muhafazakâr dünya görüşü insan bedenine her koşulda geri dönüşsüz cezalar verilemeyeceği fikrini benimsemiş değil. Dolayısıyla her fırsat bulduklarında linç, idam, hadım ve kısası savunuyorlar.”
Uygulandığı pek çok ülkede bu ceza pedofili hastalarıyla sınırlı. Bizde de böyle olsa dahi, memlekette tecavüzün azalacağını düşünmek saflık olur.
Bu lamba sadece odanın bir tarafını aydınlatıyor.
Perdeyi açtığınızda ne olur?
Oda kararır mı? Yoksa aydınlanır mı?
Elbette, lamba odanın tamamını aydınlatır. Yani, ışık karanlığı ezer.
Epeydir karanlıktayız.
Yıldız Teknik Mimarlık mezunuydu ama İngilizce bilmiyordu. Önce Akron, Ohio’daki bir Burger King’de patates kızartma görevlisi olarak çalıştı. İngilizceyi çat pat konuşmaya başlayınca, Akron’daki tüm mimarlık ofislerini kapı kapı dolaştı. Ama fark etti ki, bu küçük şehirde herkes yanında eşini dostunu çalıştırıyor. İş arama çemberini genişletti. Bir haftada üç farklı eyalette iş görüşmesine gidip reddedildiği oldu. Kiminde İngilizcesi yeterli bulunmamış, kiminde komşusundan ödünç aldığı kıyafetler üstüne bol geldiği için profesyonel görünmemişti.
* * *
Pektaş, Baltimore’daki bir iş görüşmesinde, onu işe almaları için çok ısrarcı oldu, gerekirse masa bile silebileceğini söyledi. Akron’a dönecek benzin parası bile yoktu. Çok düşük bir maaşla işe başladı. 3 ay ofisin mutfağında yatıp kalktı. Akşam herkesle beraber işten çıkıyor, onlar köşeyi dönünce ofise dönüp sabaha kadar çizim programını, ölçü sistemini, mimari terimlerin İngilizcesini, malzemeleri öğrenmeye çalışıyordu. 11 ay sonra referans mektubuyla New York’un yolunu tuttu. İki gün sonra iş görüşmesine çağrıldığı şirkette 6 yıldan fazla çalıştı; ekonomik kriz döneminde işten çıkarılmayan tek eleman oldu. Patronuyla New York’un büyük projelerine imza attılar, ödüller aldılar.
Tek o sefer değil, ABD’de sürekli gündemde olan bir konu bu. Yıllarca silahsızlanma mücadelesi veren Obama’nın silahsızlanmaya karşı tedbir paketini açıklarken ağlamışlığı bile var.
Normal; sivil halktaki ateşli silah sayısının yetişkin nüfusundan fazla olduğu, yılda 30 bin kişinin silahlı saldırılarda hayatını kaybettiği bir ülkeden söz ediyoruz.
*
Peki ya biz?
Bunları biliyoruz; sadece bugün değil, uzun yıllardır zaten pek çoğumuz bunu savunuyor.
Ne var ki, darbeye karşı olmak demek, hukuk dururken, hukuki olmayan uygulamalara onay vermek anlamına gelmiyor.
Darbe yanlılarını konu dışında bırakarak (zira onlarla işim yok) diğerlerine sormak istiyorum...
Köprüde öldüresiye dövülen veya ahırlara çıplak halde yığılmış asker fotoğraflarına, videolarına baktığınızda aklınızdan ne geçiyor?
Büyük bir haz mı duyuyorsunuz? Amiyane tabirle, yüreğinizin yağları mı eriyor?
Yoksa, rahatsız mı oluyorsunuz?
Soruyu biraz daha daraltayım...
İki köprünün de trafiğe kapatıldığı, Ankara’da tankların caddelere indiği haberleri geliyor.
Henüz 40’larında olanımız, “İnsan hayatına kaç darbe sığar?” diye isyan ediyor.
Ben kilitleniyorum. “Olamaz. Değildir. Başka bir şeydir” diye gevelemek dışında cümle kuramıyorum.
Derken birkaç saat içinde tanklar, tüfekler, uçaklar sokakları kan gölüne çeviriyor.
Hamileyken City Turizm’in veliahtı eşi Şakir Sarıal’dan ilk kez şiddet gördü. Çocuk doğduktan sonra şiddet yeniden başladı.
Eşi emziğin üzerinde tüy var diye ya da oruçluyken masada kuruyemiş tabağını unuttu diye onu dövdü.
Çocuk 5 aylıkken bir akşam Ceren’e “Çocuğu hazırla annemlere gidiyorsun. Babam çocuğu özlemiş” dedi. Ceren çocuğun uyku saati olduğunu anlatmaya çalışırken “Dediğimi yap lan!” deyip Ceren’i dövdü. Ceren, mosmor halde, gecenin bir körü çocuğu alıp eşinin annesinin evine götürdü. Kayınvalidesi “Olur böyle şeyler” dedi.
Ceren eşinden fiziksel şiddet, eşinin ailesinden psikolojik şiddet gördü. Kayınvalidesi sürekli “Çocuk aç” diye dolanıyor, gecenin 2’sinde zorla çocuğa mama verdiriyor, çocuk 5 aylıkken muhallebi, 6 aylıkken pasta yediriyordu. Çocuk her ay 1 kilo alıyordu.