Hatta Çeşme Turistik Otelciler Birliği Başkanı işi “Vatandaşlara pahalı geliyorsa marka restoranlarda ıstakoz, kalamar değil, çarşı içinde kumru yemeyi tercih etsinler” demeye kadar götürdü.
“Çok parası olmayanı burada istemiyoruz” daha net söylenemezdi herhalde.
Pek çoğu hep aynı argümanla ortaya atıldı: “Arz-talep diye bir şey var kardeşim. Ekonominin temeli. Senin eleştirin boş.”
Hâlâ ideallerini korumaya çalışan Alaçatı Turizm Derneği ise şu açıklamayı yolladı: “Turistik çekiciliği olan bölgelerdeki işletmelerde ‘fahiş fiyat’ tespiti her sezon gündeme gelir.
Genel olarak ‘fiyat’; alınan hizmetin karşılığı olup olmadığına bakılmaksızın ‘fahiş’ sözcüğü ile ilişkilendirilmekte.
Her bölge ve beldede olduğu gibi Alaçatı’da da bu yakıştırmayı hak eden uygulamalar vardır.
Ancak, müşteri memnuniyeti, hizmet odaklılık ve Alaçatı markasının korunması konusunda hassasiyet gösteren işletmelere de haksızlık yapılmamalı.”
Sular bayram boyunca kesikti. Otellere gidip duş alan mı ararsınız, bayram oturmasına gelen misafire çay koyamayan mı...
Yine bazıları diyecek ki, “Memleketin bin tane sorunu varken, tatilcilerin dertlerinden bize ne?”
Lakin o iş pek öyle değil.
Çünkü buradan az ilerleyince tatil beldeleri üzerindeki turizm baskısına, betonlaşmaya, israfa ve su sıkıntısına varıyoruz.
Bayramda suların kesik olmasının nedenini araştırdığımda cevap, 15 yıl boyunca Çeşme’nin suyunu işlettikten sonra çekip giden Fransız çokuluslu şirketi çıktı. Bu firma altyapı yatırımlarını yapmadığı için Çeşme’de muazzam bir kayıp kaçak var. İZSU (İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi) birkaç yılda altyapının ancak yüzde 40’ını yenileyebildi. Ve turizmin zirve yaptığı dönemlerde çok ciddi su sıkıntısı yaşanıyor. Basılan suyun çoğu yeraltında kaybolup gidiyor. Bu firma üstüne düşeni yapmayınca olan Çeşme’ye oldu. Beldede bu hızda bir büyüme olunca da susuz günler başladı.
Yeni Asır gazetesinin mikrofon uzattığı Ege Turistik İşletmeler ve Konaklamalar Birliği Başkanı Mehmet İşler, “Yunan adaları daha ucuz” diyenlere isyan etmiş.
Meğer bizimkiler en pahalı suyu kullanıyorlar, en pahalı katı atık bedelini ödüyorlar, vergi veriyorlar, balığı faturalı alıyorlar, çalışanlarının sosyal güvenliğini ödüyorlarmış. Sıkı durun, kreşendo geliyor: “Çünkü biz vatanseveriz! Yunan adalarında bunların hiçbiri yapılmıyor.”
Sanırım artık memleket sınırları içinde kazıklanmaktan yıldığımız için biz de bu Yunan vatan hainlerinin ekmeğine yağ sürmüş oluyoruz!
*
Bu bir kırılmaydı ve devamı 2011’deki ‘Hayal ve Hakikat’ sergisiyle geldi.
Bu sergide, Türkiye’de modernleşme sürecinin başından günümüze 70’e yakın kadın sanatçının üretimleri buluştu.
O gün bugündür müze, kadın sanatçıların öncü ve eleştirel pozisyonlarını merkez alan sergiler düzenliyor.
Yeni sergi asla kaçırılmamalı.
Günümüz Türkiye sanatının en önemli isimlerinden İnci Eviner’in Ferko sponsorluğundaki ‘İçinde Kim Var?’ sergisi ‘yaşayan bir kadın sanatçının retrospektifi olması’ nedeniyle İstanbul Modern için de bir ilk.
Serginin küratörü ve müzenin direktörü Levent Çalıkoğlu’nun dediği gibi, “Hayatı bu kadar kuşatan bir sergi az çıkıyor. İnsanın kolaylıkla unutamayacağı bir sergi bu.”
Kendine ait güçlü referans ve içerikleri olan ama asla parmakla göstermeyen Eviner’in 40 yıllık üretiminden Türkiye’deki sosyo-kültürel ve politik dönüşüm izlenebiliyor. Serginin kitabındaki Dr. Rana Öztürk imzalı söyleşide Eviner, yıllar önce paketlenip kaldırılmış sayısız desen ortaya döküldüğünde bugünkü çalışmalarının temelini oluşturan en önemli aşama olarak 1990’lı yılların öne çıktığını söylüyor: “Bütün bunları tekrar sahnelemek ve birbirleriyle ilişki içine geçirmek istedim. Bu da işlerin birbirlerine açılabilecekleri, biraz karmaşık bir sergi düzenini gerektirdi.”
Suruç’taki saldırı ve Güneydoğu illerinde süren çatışmaların yarattığı üzüntü belki bölge sınırları içinde kalmasa da, malum, travmayı daha fazla yaşayanlar olaylara daha yakından, daha uzun süre maruz kalanlar ve onların yakınlarıdır.
Ama artık toplumun geneline yayılan bir üzüntüden ve travmadan söz edebiliriz. Zira 10 Ekim’den sonra şiddet büyük şehirlere sıçradı. Çok iyi korunduğunu, istihbaratın güçlü olduğunu varsaydığımız Ankara ile İstanbul’un göbeğindeki saldırılar psikolojimizi altüst etti.
Endişeliyiz, korkuyoruz.
Biz hadi neyse... Ya çocuklar?
“Böyle bir şey yok” diyenler olsa da tanıklıklar, olduğu yönünde. Mesele şu ki; herkes olabileceğini düşündü. Zira, krizi fırsata çevirmek insanımıza yabancı bir davranış değil.
Deprem ertesinde bez bulamayan anneler bebeklerin altını gazete kâğıdıyla bağlarken, kaptıkları çocuk bezlerinden çadırlarına kilim yapanlar da bizim insanımızdı.
Her gün onlarcasının ölüm haberi gelirken mültecilere sahte yelek satan da bizim insanımızdı.
Türkiye’de üniversite öğrencilerinin büyük kısmı bekar. Öğrencilerin önemli kısmının karşı cinsiyet ile ilk temas ve cinsel ilişki deneyimi olduğuna dair bulgulara sahibiz.
Buna karşılık, üniversite gençliğinin yüzde 85’i cinsel sağlık ve üreme sağlığı konusunda herhangi bir hizmet almıyor. Fiziksel, cinsel ve psiko-sosyal gelişim evreleri hakkında bilgileri yetersiz.
Türkiye’de sadece üniversite gençliği yok; okuyan çalışan gençler, sokakta yaşayan gençler, engelli gençler gibi çok farklı gençlik grupları da var.
Hepsinin, yaşam koşullarına bağlı olarak cinsel sağlık ve üreme sağlığı konusundaki bilgileri ve davranışları birbirinden farklı.
Üniversite dışındaki gençlerin de cinsel sağlık ve üreme sağlığı bilgilerine ulaşmaya ihtiyacı var.
Araştırmalar bize gösteriyor ki, cinsellik konusunda bilgili kişiler, arkadaşlarının ve çevrelerinin uygunsuz teklif ve baskılarına direnmekte daha başarılı. Cinsel istismara karşı koyabilme konusunda çocuklar da bilgilendirildiklerinde pek çok istismar olayının önlenebildiğini biliyoruz.
Türkiye’de ilk cinsel deneyim oranı 18-24 yaşları arasındakilerde yüzde 57; 18 yaş altında ise yüzde 36.
Daha önce bir toplantıda gazetecilerin bilgilendirilmesi sonucu ufak tefek haber olan araştırmanın tümünü okuma fırsatım oldu.
Araştırma hem Türkiye’de seyahat ve turizmde çocukların cinsel anlamda sömürüldüğünü hem de Türkiye vatandaşları arasında bu fiilleri ülke dışında gerçekleştirenler olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye’den Doğu Avrupa’ya seyahate giden kişilerin çocukların cinsel istismarı olaylarına karıştıklarına dair bildirimler artıyor.
Örneğin, Türkiye’den Moldova’ya gidenler hafta sonlarına özel kiralanmış dairelerde bir bedel karşılığında çocukları istismar ediyor.