Paylaş
Onunla yollarımız ilk kez altı yıl önce kesişmişti. Uzun uzun sohbet etmiştik ve Kelebek sayfalarında bu güzel sohbete yer vermiştik...
Kısaca hatırlatayım;
Halil Özşan, yani Hollywood’da bilinen ve günlük yaşamında kullandığı adı ile Hal Ozsan, 70’lerin sonlarında Kıbrıs’tan Londra’ya göç eden bir ailenin oğlu.
“Londra’ya ilk göç ettiğimiz zamanlar zor bir hayatımız vardı ancak babam çok çalışkan bir adamdı” diye anlatmaya başlamıştı hikayesini Hal.
Babası ve ailesi, aynı zamanda onu, Londra’nın en prestijli okullarından biri olan Brentwood’a yollayacak kadar da vizyoner.
Okul yıllarının ardından, 22 yaşındayken, oyunculuk kariyerini inşa etmenin doğru yerinin Los Angeles olduğunu düşünüyor ve bu şehre 1998 yılında bir başına göç etmeye karar veriyor Hal.
Bu arada, ortaokul yıllarından beri müzik yapıyor.
Oyunculuk kariyeri ile eşzamanlı olarak Hollywood’un en popüler lokal gruplarından Poets &Pornstars’ın vokalistliğini yapıyor...
Grubuyla beraber Guns’n Roses, Bon Jovi, Alice in Chains gibi büyük grupların ön grubu olarak sahne alıyor dört yıl boyunca.
Sonra grup dağılıyor, Hal oyunculuk kariyerine odaklanmayı tercih ediyor.
Bizim buluştuğumuz dönemde, yani 6 yıl önce, halihazırda “Dawson’s Creek”, “Kyle XY”, “Californication” gibi önemli yapımlarda yer almıştı Hal.
Aynı zamanda 90’ların hit dizisi “Beverly Hills 90210”nun yeni versiyonu olan gençlik dizisi “90210”da oynuyordu. (İzleyenler hatırlayacaktır, Naomi’nin başına bela olan öğretmeni Miles Cannon rolündeydi.)
2010’dan bugüne yer aldığı yapımları ise yakından tanıyorsunuz.
“Bones”, “Beauty and the Beast”, “The Mentalist”, “True Blood”, “Major Crimes”, “The Blacklist”, “Graceland”, “Lucifer” gibi önemli Hollywood dizilerinde kendine yer açtı Hal.
Şimdi ise kariyerinde bambaşka bir döneme giriş yapıyor.
Artık “aktör” sıfatının yanında bir de “yazar” var; bir süredir yazmakla ve hayata geçirmekle meşgul olduğu ilk sinema filmi “The Champion”un heyecanını yaşıyor.
Çekimleri 2017’de başlayacak bilimkurgunun yapımcısı Endurance Media, yönetmen koltuğunda ise Liam Neeson’un başrolde olduğu ve bir filmi İstanbul’da çekilen “Taken” serisinin yönetmeni Olivier Megaton var.
Bir “araç” olarak bilimkurgu
Hal’in bu ilk yazarlık deneyimi değil aslında. “Hayatım boyunca yazdım” diye sözlerine başladı kısa süre önce gerçekleşen görüşmemizde.
Okul zamanlarındaki İngilizce öğretmeninin onu cesaretlendirdiğini söylüyor.
“Her gün bir şiirin eleştirisini yapardık. Bir gün bir şiir yazdım ve öğretmenim bunun eleştirisini sınıfça yapmamız üzere onu tahtaya yazdı. Sadece bir gün önce ise tahtada John Keats’in bir şiiri vardı... Bunu çok cesaretlendirici bulmuştum ve hiç unutmadım” diyor.
Senaryo yazmaya sekiz yıl önce yazmış ve bu bir dizi senaryosuymuş. “The Champion”u ise iki yıl önce yazmaya başlamış.
Bilimkurgunun, özellikle distopik bir gelecek portresi çizen filmlerin hikaye anlatmak için müthiş bir yol olduğunu söylüyor Hal.
80’lerde çocuk olan pek çoklarımız gibi o da Carpenter’ın “They Live”i, “Robocop”, “Total Recall” gibi filmlerle büyümüş.
“Dünyanın insanlar tarafından ne kadar bozulmuş, suistimal edilmiş bir yer olduğunu doğrudan anlatmak zordur, bilimkurgu filmleri buna harika bir araç oluyor” diyor.
“They Live, Reagan’ın Amerika’sına dair bir eleştiriydi. Bilimkurgunun yanı sıra yarı kurgu-yarı tarihi filmler de güzel araçlardır” diyor ve devam ediyor: “Mesela Braveheart, bugün de geçerli olan devlet baskısını ve özgürlük ihtiyacını anlatır ve bu değerler evrenseldir. Tarih çarkında, dün uğruna savaştığımız adaletsizlik ve baskılarla bugün de savaşıyoruz, muhtemelen yarın da savaşacağız.”
Hollywood Reporter, Hal’in filmini “Yeni Spartaküs” olarak tanımlıyor.
“Orijinal Spartaküs, bastırılmışların, baskı uygulayanlara başkaldırışının sembol filmidir. Bu konuyu, neden geleceğe taşımıyoruz?” yorumunu yapıyor Hal bu benzetmeye istinaden.
“Filmde bugün yaşadığımız sosyal konuların eleştirisi var ve bu eleştiriyi bir bilimkurgu filmi üzerinden yapmak, kulağıma harika geliyor” diye noktalıyor sözlerini.
Paylaş