Paylaş
George Michael’ın ani ölümüyle tüm sosyal medya kedere büründü.
George Michael’ın hayatındaki yerini anlatanlar, favori şarkısını paylaşanlar, ilk gençlik yıllarına gidenler...
Kimileri için bu üzüntü anlaşılamaz, kimileri için “aileden birinin ölümü gibi”...
Sahi acaba başkalarından, daha doğrusu Türkiye dışında yaşayanlardan daha fazla mı tepki veriyoruz, kalp kırıklığı yaşıyoruz sevdiğimiz bir müzisyen, oyuncuyu kaybettiğimiz zaman?
Pek çok insan vaziyeti böyle görüyor.
Üzülmeyenler üzülenleri anlamıyor, üzülmeyenler de üzülenleri...
Her iki taraf da amansızca (ve anlamsızca) birbirini eleştiriyor.
İnsanın yaşam öyküsünde, anılarında yeri olan tanıdık-tanımadık herkes “aileden biri” esasında. Hatıralarımızın fon müziğini besteleyen müzisyen, ilk “romantik dans”ımızı yaptığımız şarkının sahibi, dünya üzerinde yapılmış en güzel şarkıların yaratıcısı vefat ettiğinde yakınımızı kaybetmiş gibi hissederiz elbette.
Öte yandan Türkiye “bağlamında”, bizi hatıralara götüren her kayıp, “başkalarından daha fazla” üzülmek için geçerli bir sebep... Neden mi?
Eğer sürekli hatıralarınızın çalındığı, üstüne beton döküldüğü, sizi siz yapan ne varsa “Artık öyle değil, böyle olacaksın” dayatmasının söz konusu olduğu bir yerde yaşıyorsanız, tatlı hatıraları anımsatan kişilerin kaybı, büyük üzüntü sebebi.
Hatıraları çalınmayan insanlar, hatıralarında yer eden birini kaybettiğinde daha başka biçimde üzülüyor olabilir. Bizimki bize mahsus, “Türk tipi keder”.
Son derece “bağlamsal”; neye nasıl, ne şekilde üzüleceğimiz, yaşadığımız yerdeki koşullara, yaşadığımız zamanın ruhuna, yaşadığımız hayata da doğrudan bağlı.
Şehrinin dokusunun hunharca değiştirilmediği, bir geçmişi yokmuşçasına “düzlenmediği”, kültürel doku adına ne varsa ortadan kaldırılmadığı, hakim duygunun “üzüntü” olmadığı ülkelerde, kayıplara yönelik acılar başka türlü yaşanıyor olabilir. Herhangi bir döneme ait hatıralar, insanların canlarını daha az, daha doğrusu başka türlü acıtıyor olabilir...
“Anılar geçidi” bittiğinde...
İnsanın hayat öyküsünü oluşturan şey, anılar. Geçmişi hatırlamak, geçmişteki güzel anları tekrar zihinde oynatmak insanın hem kalbini tatlı tatlı sızlatıyor, hem de tuhaf bir biçimde keyif veriyor. Nostalji dediğimiz o tuhaf his işte...
Bizimkinde tatlı tatlı sızlamadan ziyade “kalbimize hançer saplanıyor” hissi hakim. Çünkü burada insanın hayat öyküsünü oluşturan, bulunduğu yere kök salmasını sağlayan ne varsa yok edildiği bir mutsuzluk bulutu içinde yaşıyoruz.
Değişim güzel şey ama bizi biz yapan ne varsa değiştirilmeye, yeni bir kimlik oluşturulmaya çalışılan ve hepimizin buna zorla adapte olmasının beklendiği bir yerde, “anılara yolculuk” yaptıran insanları kaybedince birden geçmişe ışınlanıveriyor insan.
“Anılar geçidi” bittiğinde, tekrar bugüne döndüğünde, her şeyin ne kadar farklı olduğunu, büyüdüğün zamanı hatırlayamayacak kadar uzaklaştığını görüyorsun.
Ondan acıyor canımız “başkalarına nazaran” daha fazla. Kaybedilen kişi Türkiye’denmiş, Amerika’danmış, Mars’tan, Uranüs’tenmiş, pek fark etmiyor. Eğer “anılara yolculuk”a çıkıyor ve geri geldiğinizde bir hayal kırıklığıyla karşılaşıyorsanız, bir kayıp, evet daha fazla can acıtıyor.
O yüzdendir bu abartılı görünen duygular.
Gerçeğin ta kendisi, abartının yanından bile geçmiyor esasında...
Paylaş