Paylaş
“İnsan, sosyal bir varlıktır” demiş Aristoteles.
Öyle değil mi sahi? Hayatta kalmak için, birbirimize ihtiyacımız yok mu?
O iletişime, o sıcaklığa, birbirini anlamanın verdiği rahatlatan duygulara...
Esasında birbirimize ne kadar benzediğimizin bir önemi yok. Birbirimizin fikrine katılmayabilir, onaylamayabilir, birbirimizin hayatına benzer hayatlar yaşamayabiliriz...
Biz, Türkiye çatısı altında “bir”iz ve bazen bunun güzelliğini unutuyoruz.
Siyasetin aslında bir meslek, bir “dans” olduğunu unutuyor ve bu dansın bazı zamanlar çok çirkin, çok karanlık bir manzara çizen doğası sayesinde ruhumuzun kirlenmesine izin veriyoruz.
Vermemeliyiz. Neden biliyor musunuz?
Bayram vesile oldu, oturdum, “Bu birkaç sene boyunca beni en çok etkileyen toplumsal olay neydi?” diye düşündüm.
Kahrolduğum, korktuğum, ümidimi kaybettiğim, “herhalde aklımı yitiyorum” dediğim pek çok olay yaşandı bu birkaç sene içinde. Sıraya koyamıyorum.
Kısa bir süre öncesine kadar “parçalanmış” hissediyordum kendimi. Toplum olarak bir daha birbirimizi sevemeyecek kadar ayrışmış, nefret etmiş, tahammülsüzleşmiştik sanki... Hiç iyileşemeyecektik...
Fakat bir olay var ki, ne kadar parçalandıysam, o parçalarım ne kadar uzağa dağıldıysa, hepsini bir araya getirdi.
Son seçimde müşahit olarak çalışmıştım. Üstelik “Oy çalınacak” diye spekülasyon yapılan ve doğal olarak başından kalabalığın eksik olmadığı, gergin bir sınıfta. Polis her zaman kapıdaydı ve partilerin görevlileri, avukatlar gün boyunca sınıf kapısından eksik olmadı.
Gün kolay başlamadı. Önce “müşahitler bu sınıfta yer alamaz” dedi bir sandık kurulu üyesi. “Herhalde seçim kanununu çok iyi bilmiyor veya bildiği halde mahsus yapıyor” dedim içimden. İtiraz etmedim fakat eğer sınıftan çıkarsam, bunun kanuna aykırı olacağını belirttim.
Seçimin bütününe, seçim kanununa hakim olduğumu, seçimde sınıfta ve okulda neler yapılması gerektiğini belirten kuralları bildiğimi, yanımda seçim mevzuatı bulunduğunu ve herhangi bir kafa karışıklığında yardımcı olmak için burada bulunduğumu söyledim.
Biraz yatıştık... Sonra zamanı geldi, seçmenler bir bir girmeye başladı sınıfa. Sandık başkanı, üniversiteli genç bir kadındı. “Oy çalacak” diye yaftalanmanın endişesini ve gerginliğini taşıyordu. Sözlerini, vücut dilini ve insanlarla kurduğu iletişimi izleyerek, nasıl hisler içinde olduğunu kolaylıkla tahmin edebilirdiniz...
İnsan trafiği belirli saatlerde çok azdı. O küçücük sınıfta, neredeyse 13-14 saati, birbirimizin yüzüne bakarak geçirdik...
Aslında “tek”iz!
Seçim günleri, sınıflarda, siyasi kimlikler bir kenara bırakılır, bilirsiniz. Siyaset konuşmak yasaktır, siyasi eğiliminizi belli edemez, görüşlerinizi ifade edemezsiniz. Belki hayatın en “siyasetsiz” yeridir sandıkların olduğu sınıflar.
Gün ilerledikçe hem sandık başkanının gerginliği azaldı, hem sandık kurulunun diğer üyelerinin... Müşahitlerin orada “sorun çıkarmak” için değil, aksine yardımcı olmak için bulunduklarına kanaat getirdikten sonra bambaşka bir atmosfer içine girdik.
Sohbet ettik... Seçmenlerin olmadığı her anımızda sohbet ettik. Öğrenci olanlar okullarından, meslek sahibi olanlar işlerinden bahsetti... Biri gitti çay getirdi, diğeri kek ikram etti, öbürü bir seyahatini anlattı...
Belirli bir zaman sonra herkesin yüzü gülüyordu. “Dost” olduğumuzu fark etmiştik çünkü. Düşman değildik, aynı amaç için oradaydık: Ülkemiz.
Evet, aynı biçimde düşünmüyorduk ama birbirinden farklı insanlar olmamıza rağmen, ortada siyaset gibi kutuplaştırıcı bir konu olmadığı zaman, birbirinin dilinden anlayan, iyi hislerle, iştahla sohbet eden bir grup “sosyal varlık” idik...
Aynı çatı altındaydık... Yolumuz o sınıfa düşmüştü, aynı amacın peşindeydik...
O gergin sınıfta bile 13 saat boyunca, aynı amaç için bir araya gelmiş farklı insanlar böyle bir atmosfer oluşturdu.
Ben o gün, her türlü zorluğun altından kalkabilecek güçlü bağımızı gördüm, yaşadım.
15 Temmuz’dan sonra yaşanan birlik ve beraberlik duygusunu biz önce o sınıfta yaşadık. O yüzden şaşırmıyorum bugünkü o kuvvetli “tek yürek” halimize. Biz zaten öyleyiz! Hep öyleydik!
Bir anahtar var burada: Ayrıştırıcı sözler söyleyenlerin rüzgarına; dönem dönem siyasilerin ihtiyaç duyduğu tehlikeli danslara ortak olmamak... Her koşulda, her durumda “bir” olduğumuzu unutmamak... Birlik duygusuna sahip çıkmak...
Güzel, mutlu, huzur dolu bir bayram olsun!
Paylaş