“Gerçek dünya” nedir peki? Şehir, gürültü, bağırış-çağırış, stres, öfke, endişe, sinir, haberlerin ve gündemin verdiği yılgınlık...
Ofis işlerinden farklı olarak bizim yaptığımız işte durmadan arkada dönen bir kayıt cihazı var... Gittiğin her yeri, okuduğun her şeyi, tüm gördüklerini durmaksızın kaydeden ve “Bunu yazmalısın” diyen bir kayıt cihazı bu.
Sabahtan akşama çalışan, hatta uykuda bile çalışan, tüm kayıtları bir köşe yazısının, bir hikayenin tetikleyicisi olarak kullanmak üzere bekleyen bir kayıt cihazı.
Eğer o cihazı bazen, ihtiyacınız kadar kapatmazsanız, tükeniyorsunuz.
Tabii biraz “Durmam lazım”, “Dinlenmem lazım” dediğinizde bir makinenin on/off düğmesini kapatmış gibi olmuyor, daha fazla yazmak, daha fazla not almak, gittiğiniz, gördüğünüz yerleri, hislerinizi dökmek istiyorsunuz...
İnsan, hayal gücünün ve duygularının tetiklendiği yerlerde biraz vakit geçirince, kimilerinin neden yazmak için kendi evinden uzaklara, bambaşka diyarlara gittiğini anlayıveriyor: İlham.
Scott Fitzgerald deyince akla ilk Paris gelir. Hemingway ise bir dönem kendi arzusu ile İspanya’da, Valencia’da yaşamış. Ne kadar anlaşılabilir geliyor şimdi...
Derya Tuna’nın Instagram notu bu. İbrahim Tatlıses’in yakında görünen yeni evliliğine dair bir yorum olarak algılanıyor.
İbrahim Tatlıses’ten veya herhangi bir popüler kültür figüründen yola çıkarak bir genelleme yapmak zor, ancak pek çok kadının hemfikir olacağı cümleler bunlar...
Şöhret sahibi ya da değil, “çok kadınlı erkekler”i masaya yatırdığımızda genellikle aynı örgü çıkıyor ortaya. Çocukluk travmaları, gelişimde büyük rolü olan temel ruhsal ihtiyaçların yeterince karşılanmamış olması, onaylanmamak, az sevgi görmek veya hiç görmemek...
Cinselliği ve kadın bedenini tabu olarak algılayan bir kültür içinde yetişmek...
Yetişkinlik zamanlarına erişildiğinde bu pencereden dünyayı tanımış erkekler, hiç ilgi görmezken, kadınların peşinde koştuğu bir figüre dönüşünce asla tatmin olmayan varlıklara dönüşebiliyorlar.
Sonu gelmeyen bir onay ve tatmin arayışı yönetiyor hayatlarını ve çoğu zaman bunun farkında bile olmuyorlar.
Aklındaki tarife uyan kadın da tatmin edemiyor uzun vadede, çok iyi kalpli bir kadın da tatmin edemiyor, çok güzel bir kadın da tatmin edemiyor...
Demokrasi kelimesine bir kılıf giydirildiği yok, olan tek şey demokrasi meselesini biraz yanlış anlayanların, demokrasinin başkalarına küfür etme özgürlüğü kazandırdığını sanması.
Demokrasi “suçlu olduğunu düşündüğün insana kendi cezanı verme” hakkı tanımıyor. Bunun için hukuk var. Kanunlar var, mahkemeler var.
Eğer meseleyi gerçekten “kılıfa sokmadan” gerçek demokrasi ve medeniyet çerçevesinde tutmak istiyorsa Sıla’ya dava açabilir.
Fakat küfretmek? Mitinge katılmak istemeyen birinin vatana hizmet etmediğini iddia etmek?
Biraz fazla değil mi?
Hülya Avşar ise konunun gereksiz uzadığını dile getirerek Instagram hesabında “Söylediği sözler yanlış olsa da demokrasi için mücadele verdiğimiz bugünlerde Sıla’ya yapılanları fazla buluyor, konunun gereksiz yere uzadığını düşünüyorum” açıklamasını yaptı.
Ne güzel birbirlerine arka çıkmaları...
Herkes birbirine zarar vermeden, düşündüğü gibi yaşasın, yaşadığı gibi düşünebilsin isterdim.
Bir olayı yaşarken, biriyle tartışırken, konuşurken onun gözünden hayatı görebilme yeteneğimizin olmasını arzu ederdim.
Benim kabus gibi hatırladığım bir olay, acaba karşımda duran insanın gözünden bakıldığında nasıl görünüyordu...
Ben mavi görüyordum belki, o belki mor...
Ben acı hissediyordum, o ekşi...
Benim için kabustu olanlar ama onun için belki “biraz zorlayan” bir deneyim...
Belki de hatırlanmayacak kadar önemsiz bir durumdu...
Bu defa sepetimizde The Affair’den Jane The Virgin’e, NCIS’ten 2016 yapımı yeni MacGyver’a kadar pek çok dizi var.
Neler oldu bu iki gün içinde?
– The Affair’den Joshua Jackson ile Altın Küre ödüllü oyuncu Maura Tierney, son yılların en başarılı ve bol ödüllü dizisine dair yeni sezon ipuçları verdi...
Ayrıca dizinin yaratıcısı Sarah Treem’den televizyon dünyasına dair notlar...
- Jane the Virgin’in biricik tatlı Jane’i Gina Rodriguez... Jane The Virgin, dünyanın dört bir yanında “bağımlılık yaratan” kategorisinin yeni üyesi oldu.
Şimdi 3. sezonuyla yeni dönemde ekrana sürprizli bir dönüş yapacak.
Rodriguez, bir gençlik dizisi... Venezuela pembe dizisinin adaptasyonu olarak başlayan dizinin artık başka bir evreye geçtiğini, şovun aynı bir bebeğin doğup büyümesi gibi büyüdüğünü, olgunlaştığını ve şovun artık sadece gençlere hitap eden bir dizi olmaktan çıktığını söylüyor.
Öncelikle yüksek dozda futbol. Sporun kendisi değil elbette. Anlamsız tartışmalarla, harcanan paralarla, yaşanan hayatlarla futbol...
Futbol için artık “Futbol iyi ama çevresi kötü” demek mümkün.
Bu aşırı miktardaki futbolu, maruz kaldığımız dozu neye dönüştürebiliriz, diğer sporları az da olsa nasıl konuşmaya başlayabiliriz diye düşünüyorum...
Öyle bir yere gelmişiz ki, sistemin dişlilerinden biri durumunda futbol. “Erotik kadın fotoğrafı” gibi artık. Herhangi bir futbol haberi provoke edici biçimde verildiğinde en çok tıklanan, bakılan haber olabiliyor. Bunun yanında çok önemli cimnastik, voleybol veya buz pateni haberleri “az okunan haber” olarak kalıyor.
Biz istediğimiz kadar “Kadın bedenini eşyalaştırmayın” diyelim, medya kadın bedeninden “tık” alacağını adı gibi bildiği için o fotoğraflar, görüntüler illa basılıyor. Böylece kendi yarattığımız paradokstan asla çıkamıyoruz. Belki çıkarız ileride, bilemem ama en azından yakın zamanda böyle bir niyet ve imkan yok.
Futbolla yatıp kalkan bir memleket olarak elbette en alelade futbol haberinin herhangi bir spor haberinden daha çok tıklanmasının getirisi de büyük. Nasıl “kadın bedeni”nden vazgeçemiyorsak, futboldan da vazgeçemeyiz... Futbolun getirdiği “tık” ve izlenme oranı demek reklam geliri demek, medyanın devamlılığı için reklam geliri elzem... Az tık, az izlenmek demek, reklam gelmemesi demek, zarar demek...
Kısa bir süre önce tüm videolarını siliyor Gülnur... Sebebi, videolarının ve Instagram hesabına koyduğu fotoğrafların altına yazılan yorumlar.
Kilosuna, görüntüsüne, konuşmasına, aklınıza gelebilecek her türlü hakaret ve küfürleri sıralayanlar, alay edenler sayesinde, çocuk yaşında Gülnur çok severek yaptığı bir işe veda ediyor.
İnsan ister istemez kendi çocukluğunu, arkadaşlarını, kendi ortamını düşünüyor. Hatırlasanıza, bir küçücük alay, bir zorbalık, bir küçümseyici bakış bile nasıl zehir ederdi dünyamızı.
Kilolu, iri çocukların hayatı her zaman zordu. Arkadaş ortamında, okulda, sokakta illa ona zorbalık yapan, lakap takan birileri bulunurdu.
Sadece kilolu çocuklara mahsus bir durum değildi elbette bu. Hâlâ değil. Annesi ve babasından “Senden farklı olan/görünen her türlü muameleyi hak eder” mesajı almış her çocuk yapardı ötekileştirmeyi, kimi zaman zorbalığı. Diğer çocuklar gibi görünmeyen, davranmayan veya diğerlerine nazaran daha naif yetişmiş tüm çocuklar bir biçimde kurbanı oldu zorbalığın.
Tek kişinin zorbalığıyla bile mücadele etmek zorken, bugün bir biçimde sosyal medyaya erken bulaşmış çocuklar, çok büyük bir yük altında. Gülnur’un son birkaç günde yaşadıkları, onda şüphesiz iz bırakacak. Dileyelim ki, psikolojik destekle o izleri en hafife indirgeyebilsin.
Diğeri gerçek bir kişiyi, doğru gözlemler yaparak, tanımaya çalışarak okura aktarma gayretindedir.
Kendi kendimize izole bir adada yaşasak belki hayat o kadar da zor olmayacak fakat...
Tüm hayatımızı ilişkiler üzerine kurduğumuz bir dünyada, bugün geldiğimiz durum “romancılık” konusunda ne kadar ustalaştığımızı gösteriyor.
Yaptığı sınırlı gözlemlerle, etiketçiliğiyle, önyargılarıyla, peşin hükümlülüğüyle gerçek insanları hayali karakterlere dönüştürenler...
Kafasında şekillendirdiği o kişiden nefret edenler, akıl almayacak sıfatlar takanlar, çirkin yakıştırmalar yapanlar... Veya tam aksini düşünün...
Karşısındaki kişi işine yaradığı için, hayatı kolaylaşacağı için veya güç oyununda işe yaradığı için “sevenler...”
Çok uzaklara gitmeye gerek yok, “romancılık” konusundaki becerimizin izleri, kendi ilişkilerimizde de gösterir kendini.