Paylaş
“Adalet özlemini bundan sonra sadece yürüyüşle değil, pek çok sivil itaatsizlik eylemiyle dile getirebiliriz, getirmek zorundayız.”
Her şeyden önce şunu söylemem gerekiyor ki Kılıçdaroğlu’nun “protesto yürüyüşü” bir “sivil itaatsizlik” eylemi değildir.
Bu eylem, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa tarafından tanınan temel insan haklarından birinin kullanımıdır.
Şiddete yönelmediği sürece, devletin kullanılmasını koruması ve kolaylaştırması da gereken bir haktır.
Düşünce ve ifade özgürlüğü ile doğrudan bağlantısı olan bir haktır.
Bunu tek başına da yapabilirdi, şimdi olduğu gibi gönüllü katılımcılarla birlikte de.
“Sivil itaatsizlik” ise bundan farklı bir durum.
Sivil itaatsizlik, ülkede geçerli olan bir kanunu, sonuçlarına katlanmayı da göze alarak, barışçı bir şekilde ihlal etme eylemidir.
Mesela askerlik çağına girmiş ve askere çağrılmış bir erkek vatandaşın askere gitmeyi reddetmesi, ülkede geçerli kanunun ihlali anlamına gelir. İhlalin, hapis de dahil olmak üzere cezai yaptırımı vardır.
Fakat bazı bireyler de biliyoruz ki bu kanuna rağmen, hapse girmeyi de göze alarak “vicdani retçi” oldular ve askere gitmeyi reddettiler.
Mesela, ABD vatandaşı boksör Muhammed Ali’nin, Vietnam Savaşı nedeniyle askere gitmeyi reddedip hapse girmeyi göze alması gibi.
“Sivil itaatsizlik” eylemi budur.
Ve doğurduğu sonuçlar açısından da esasen “bireysel bir kararla” girişilen bir eylem olmalıdır.
Kitle psikolojisine oynayıp yüzlerce belki de binlerce insanın ciddi cezalarla karşı karşıya kalmasına yol açmak, her şeyden önce etik de sayılmamalıdır.
CHP Lideri’nin, bu anlamda bir “sivil itaatsizlik” eylemi önerdiğini düşünmüyorum.
Belli ki bir kavram karmaşası yaşanmış.
‘SİVİLLEŞME’ FİKRİNE NE OLDU?
AKP iktidara geldiğinden beri en çok duyduğumuz kavram “sivilleşme” oldu.
Ama bu partinin iktidar süresi boyunca en uzak kaldığı şey de garip bir çelişkinin eseri olarak bu kavram.
Rejim üstündeki “askeri vesayetin kaldırılmasını” zorlama bir yorumla dar anlamda bir sivilleşme saysak bile, önemli olan bu vesayet kaldırılınca yerine neyin konduğu.
İnsan haklarına saygılı bir hukuk devleti mi kurulmuş yoksa elindeki gücü keyfi şekilde kullanan bir devlet ve idare mi var?
Eğer hukuk devletinden artık söz edemiyorsak, idarenin keyfi uygulamalarından yakınıyorsak olan şey sivilleşme değildir.
Güç el değiştirmiştir, hepsi bu.
Sivilleşme, her şeyden önce devletin ve idarenin “hesap verebilir” olması ile ilgili.
Devletin ve idarenin eylem ve işlemleri şeffaf olmalı, idare hesap verebilir olmalı, vatandaşların “devlete karşı görevlerinden” değil, “vatandaşların devlete ve idareye karşı haklarından” söz edilebiliyor olmalı.
Bakın son olarak Manisa’da binlerce asker, bir ay içinde değişik zamanlarda yemekten zehirlendi, hastanelik oldu, askerlik görevini yerine getirmek için devletin koruması altında olması gereken bir vatandaşımız hayatını kaybetti.
Bu olayın bir kışlada gerçekleşmiş olması burada ayırt edici bir durum değil. Benzeri birçok durum yaşadık. Küçücük çocuklar izinsiz bir Kuran kursunda yanarak öldüler mesela. Ya da bir cezaevinde, çocukların tacize uğradıklarına şahit olduk.
Sivilleşmiş olsaydık, idare bunun hesabını vermek durumunda olurdu.
Ama her seferinde aynı şey ile karşılaştık. Devlet, olayla ilgili memurlarının soruşturulmasına bile izin vermedi.
Manisa’daki zehirlenme olaylarının ardından, TBMM’de bir araştırma komisyonu kurulması önerildi ve AKP oylarıyla bu reddedildi.
Hani sivilleşiyorduk?
Bir ülkenin Meclis’i, hükümet istemiyor diye böyle bir olayı bile araştıramıyorsa, orada şeffaflıktan, hesap verilebilirlikten, sivil idareden söz edilebilir mi?
KÜÇÜK OLSUN, BENİM OLSUN PARTİSİ
- MHP’li muhaliflerin, yeterli delege imzası toplayarak gerçekleştirdikleri “tüzük değişikliği kurultayı” ile ilgili mahkeme kararı sanırım kimse için sürpriz olmadı.
İşin ilginç yönü, mahkemenin bir yıl oyalandıktan sonra bu kararı vermesinden bir gün önce, MHP’nin bir günde 41 ilde kongre yaparak, il delegelerini değiştirmiş olması.
Böylece yeni bir olağanüstü kongre için imza toplanması artık mümkün olmayacak, çünkü muhalif delegeler partiden temizlenmiş oluyor.
Devlet Bahçeli, böylece Siyasi Partiler Kanunu’nun kendisine sağladığı olanaklar ve mahkemenin inayetiyle koltuğunu sağlama almış bulunuyor.
Bunun elbette siyasi sonuçları olacaktır.
Birincisi MHP’li muhaliflere artık parti içinde kalarak siyaset yapma yolu kapanmış oluyor, bu yeni bir partinin kurulmasına neden olabilir.
İkincisi, MHP kendi tabanının bir bölümüyle de vedalaşmayı göze almış görünüyor, bunun sonuçlarını da ilk seçimde göreceğiz.
Şimdiden şunu söyleyebilirim: Devlet Bahçeli’nin küçük ama kendisine ait bir partisi olacak.
İZNİNİZLE
- BUGÜNDEN itibaren “yıllık izin hakkımın bir bölümünü” kullanacağım. 4 Temmuz Salı günü yeniden bu köşede buluşmak üzere, bayramınızı kutlarım.
Paylaş