BU haftaki yazım bir okuyucumun ısrarla benden açıklamamı istediği tarikatlar ve şeyhler üzerine olacak.
Tarikat sözlükte yol anlamına gelir, terim olarak tasavvufi düşünceyi temsil eden toplulukların oluşturdukları kültür ve eğitim ağırlıklı örgütlenmelerdir. Başlangıçta zuht ve takva hareketi olarak gelişen tasavvuf, hicri üçüncü ve dördüncü yüzyıldan itibaren Hint mistisizminin ve yeni Eflatunculuk fikriyatının etkilerini de bünyesinde taşıyan kitlesel yapılanmalar şeklinde tekamül etmiştir. İslamiyet'in Batı Türkistan'da, Anadolu'da ve Balkanlar'da yayılmasında tarikatların çok önemli etkileri olduğu inkár edilemez.
ADETA TEDAVİ MERKEZLERİ
Selçuklu ve Osmanlı geleneğindeki tarikat uygulamasında tekkeler, yoksul insanların korunduğu iaşe ve ibatelerinin sağlandığı, ayrıca psiko-sosyal, stres ve bunalımlarının giderildiği, adeta tedavi merkezleri idiler. Başlangıçta takva, zuht, nefis terbiyesi, irşat gibi ahlaki eğitim unsurları taşıyan tarikatlar daha sonraları, maalesef dejenerasyona uğramış, günümüzde ise ticarette ve siyasette kullanılarak amacından iyice saptırılmıştır.
Bazılarının zannettiği gibi Müslüman bir ferdin tarikata girmesi gibi bir zorunluluk yoktur. Aksine, günümüzde bu toplulukları bekleyen bazı tehlikelerin bulunduğunu bilmek gerekir. Bu tehlikeler cümlesinden olmak üzere tekke veya başka isimler adı altında faaliyet gösteren mekánlarda insanların istismar edilmesi ve bu vesileyle çıkar-gelir elde edilmesini fevkalade üzücü bir olay olarak görüyorum. Yalan yanlış bir şeyler öğrenip kendilerini halka şeyh, mürşid, yol gösterici diye takdim ederek bunu bir geçim yolu, bazen de seçim yolu yapanların dinimiz için ne büyük tehlike arz ettiklerini halkımız iyi bilmelidir.
Hoca Ahmet Yesevi tasavvufu tarif ederken,
‘‘Tasavvuf yar olup bar olmamaktır,
Gül-i gül-zar olup har olmamaktır’’ der.
Yani, tasavvuf insanlara yar olup, yük olmamaktır. Gül bahçesinin gülü olup, diken olmamaktır. İslam dünyası için büyük tehlike arz eden ve onun hayat damarını kurutan panteistik tasavvufun mümessili ve halkın faaliyetini aksatan, onu tam bir ‘‘kivetizm’’ uykusuna getiren, sözde mürşit ve şeyhlerdir. Dünyanın değersiz olduğunu telkin eden ve kurtuluşun yalnız bir zayıf tevekkül ve bir cennet ümidinden ibaret olduğunu ileri süren bu sahte şeyhler, Müslümanların yaratıcı kuvvetlerini kırmışlardır. Muhammet İkbal, ruhani önder olmak iddiasında bulunan bu şeyhler için, ‘‘Bizim pirler yalnız saçlarının ağarmasından pir oldular, çocukların maskarası oldular. Saçlarını uzatan herkes hırka giyer. Eyvah, din satan bu tüccarlardan sakın! Bunlar milletin zaruretlerinden habersizler’’ demiştir.
MEVLANA’NIN KISSASI
Umudunu, istikbalini ve ahiretini sahte şeyhin nefesinde arayanlar için Mevlana'nın şu kıssasını hatırlatmak isterim: ‘‘Aslan yavrusu bir et parçası halinde doğar. Aslanlar yavrunun etrafında toplanarak ona üflerler ve yavru cana gelir, yürümeye başlar. Tilkiler bu manzarayı görünce aslanın yavrusunu çalmayı düşünürler. Doğar doğmaz yavruyu kaçırıp bir vadiye götürürler, etrafına toplanarak üflemeye başlarlar. Ne var ki yavru aslan ölür. Aslan yavrusunu diriltmek için aslan nefesi gerekir, tilki nefesi değil.’’
Evet sayın okuyucular, bu milleti diriltmek için de tilki nefesi değil, aslan nefesi lazım.
SORALIM ÖĞRENELİM
Sayın Sadi B.Özden
32 yıl önce vefat eden babanızın mezarına annenizi defnedebilirsiniz. Dini açıdan bir sakıncası yoktur.
Sayın Ahmet D.
Sünnetullah, tabiat kanunları demektir. Sahih sünnet peygamberimizden bize kadar gelen güvenilir, sağlam söz, davranış ve uygulamalar bütünüdür.