İMAN, insan ile yaratıcı arasında bir ilişkidir veya Allah'ın iradesinin beşeri alana bir yansıması olan vahye, insanın bir cevabı, kanaati ve bunun da ötesinde bilgi ve onayından ibarettir.
Ancak imanın oluşumu için yalnızca inanan ile inanılanın varoluşu yetmemektedir. Buna ek olarak her iki taraf arasında pozitif bir ilişkinin kurulabilmesi ve bu ilişkinin her türlü kuşkulardan uzak bulunması da son derece önemlidir.
Allah'ın imanla yükümlü tuttuğu varlık insandır ve Allah emaneti veya bir anlamda imanı ona vermiştir. Varlık kategorileri içinde yalnızca insan böyle bir sorumluluğu kabul etmiştir. Kuran'ın iman ediniz emrinin muhatabı insandır. Bu nedenle insanlar Allah'a inanmalı ve bu imanı her çeşit kuşkudan uzak olmalıdır. Çünkü bu gerçek mümin olmanın şartıdır.
Kuran-ı Kerim'de ‘‘Müminler ancak Allah'a ve Resulüne iman eden, ondan sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır’’ buyuruluyor. Ayet, burada iman eyleminde kuşkudan uzak bulunuşu imanın özü olarak belirtmektedir.
* * *
Şüphe ve tereddüt en güçlü zekáları bile sarmış ve sarsmıştır. Nitekim Doğulu ve Batılı pek çok filozof, şair-düşünür tanrısal düşünce ile mücadele etmişlerdir. Fransız şairi ve düşünürü Sully Prudhomme, dizelerinde çektiği ıstırap halini şöyle tasvir etmektedir:
‘‘Her gece yeni bir şüphe ile azap çekerim, o korkunç muammayı kışkırtıp sorgularım. O ikrar eder, ben inkár ederim. Aklıma sık sık gelen o canavar art düşünceli meçhul bilmece, uykusuzluk saatlerinde karşıma müthiş dikilir. Sessizlik içinde güçsüz, taakatsiz kalan gözlerim dört açılır. İçimden o devi bir an kucaklamam gelir. Nerde! Zevk ve neşemin kovulmuş olduğu o dar döşeğimde tıpkı mezardaymışım gibi kımıldamaksızın mücadele ederim. Ara sıra annem gelir, elindeki lambayı üzerime doğru kaldırarak beni ıslatan terleri görünce, ‘Mustarip misin çocuğum, niçin uyumuyorsun' der. Bir elim alnımda, diğeri göğsümde derim ki, ‘Anne, bu gece Allah'la savaşlarım var'.’’
Uçurum başında vahşi hayvanların hücumuna uğramak ne kadar tehlikeli ise, hayatın bazı dönemlerinde iman ile şüphe arasındaki mücadele de o kadar korkunçtur. Bir yırtıcı canavar insanın boğazını nasıl sıkarsa, kuşku da imanı öyle boğmaya çalışır. Yine adı geçen Fransız şair ‘‘Dua’’ adlı şiirinde bu kuşku halini şöyle dile getirir: ‘‘İçim ahlarla dolu, dua etmek isterdim, zalim idrakim istiyor ki, içimdeki ahları zaptedeyim. Ne Hıristiyan bir annenin adakları, ne azizlerin örnek hareketleri, ne şehitlerin kanı, ne benim sevmek ihtiyacım, ne büyük pişmanlıklarım, ne ağlamalarım imanımın bana dönmesini temin edemeyecek. Bu káfirce ve aynı zamanda kutsal bir azaptır. Bununla beraber dua etmek isterim. Pek kimsesizim, işte iki dizimi yere koydum, seni bekliyorum. Allahım orada mısın? Ellerimi beyhude kavuşturuyorum ve alnım Kitab-ı Mukaddes'te ağzımın hecelediği iman duasını beyhude tekrar ediyorum. Önümde hiçbir şey hissetmemekteyim. Bu pek korkunçtur.’’
* * *
Şairin bu dizelerinde yaratıcıyı inkár yoktur. Aksine, bir vicdanın imana ne kadar muhtaç olduğunu olumsuz bir üslup içerisinde de olsa anlatımı vardır. Abdülhak Hamid, bu büyük şair iman ile kuşku arasındaki mücadeleden ne kadar ıstırap çektiğini eserlerinde dile getirir. Ancak sonuçta şüphenin yok olup imanın zafer kazandığı ‘‘Eşber’’deki şu beyitten anlaşılmaktadır:
‘‘Mevla'yı ne türlü etsem inkár
İkrar çıkar netice-i kár.’’
Evet, Abdülhak Hamid doğru söylemiştir. İnkárın neticesi ikrardır.
İman ilgi ile başlayıp sırasıyla kuşku, inanç ve bilgi aşamalarından geçen ve sonuçta bunların hepsinin ötesinde olan veya hepsini aşan bir süreçtir. Bu nedenle bir anlamda iman, bir kesinliğe ulaşma yolunda girişilen araştırmada erişilen nihai nokta ve son hükümdür.
SORALIM ÖĞRENELİM
Organ bağışı caiz mi
Organ bağışının İslam dininde yeri nedir? Dini yönden bir sakınca var mıdır?
Mehmet UĞUR-ANKARA
Dinimiz, insan hayatına büyük önem vermektedir. Kuran-ı Kerim'de bir kişinin hayatını kurtarmak, bütün insanlığın hayatını kurtarmaya denk tutulmuştur. Bu genel prensipten hareketle organ bağışlamak suretiyle bir insana hayat kazandırmak caiz olmakla birlikte, sevaplı bir davranış olarak da mütalaa olunmuştur. Ancak organ naklinin meşru (caiz) olabilmesi için zorunluluk halinin bulunması, yani hastanın hayatını veya hayati bir organını kurtarmak için bundan başka çaresinin olmadığının uzman doktor tarafından tespit edilmesi, organ veya dokusu alınan kişinin bu işlemin yapıldığı esnada ölmüş olması, organ veya dokusu alınacak olan kişinin sağlığında buna izin vermiş olması veya hayatta iken aksine beyanı olmamak şartıyla yakınlarının rızasının sağlanmış olması, alınacak organ veya doku karşılığında hiçbir şekilde ücret alınmaması, tedavisi yapılacak hastanın da kendisine yapılacak bu nakle razı olması gerekir.