İRTİCA konusu çerçevesinde bir hayli fazla kavram ve terminoloji tartışmaları mevcuttur.
Bunun nedeni, irticayla yakından ilişkisi bulunan başka kavramların da mevcudiyetidir. Muhafazakárlık kavramı bunlardan biridir. Öncelikle ifade etmek gerekir ki, "muhafazakárlık" irtica değildir. Muhafazakárlık, sahip olunan değerleri muhafaza etmektir. Geleceği, o değerler üzerine çağın değerlerini katarak kurmaktır.
Tarihsiz ve geleneksiz bir milletin varlığından söz edilemez. Tarihini kaybeden millet, hafızasını ve şuurunu kaybeder. Geleneklerinden kopan bir millet ise tarihi birikimlerini, melekelerini kaybetmiş, hayat karşısında şaşkın ve beceriksiz, kendisini reflekslere ve içgüdülere terk etmiş bir topluluk olur. Her toplumda, kimliğini ve benliğini unutma ve kaybetme tehlikesini önlemeye yönelik bir muhafazakárlık akımı vardır. Bir bakıma muhafazakárlık, "kendini koruma" içgüdüsünün bir sosyal şuur ve hareket haline dönüşmesidir.
* * *
Muhafazakárlık, yeniliklere karşı koyma hareketi değildir. Sadece, yeniliklerin geçmişe ait değerler hazinesini tahrip etmesine karşı olmaktır. Kısacası muhafazakárlık; tarihi, tarihten kazanılan tecrübe ve kültür zenginliklerini, toplumsal değerleri korumayı amaçlar. Yeniyi ve yenilikleri reddetmez. Şayet yeni ve yenilikleri reddederse bu eylem muhafazakárlıktan çıkarak irticaya dönüşür. Muhammed İkbal,"Hayat, sırtında tarihin yükünü taşıyarak ilerler; toplumsal değişim ne ölçüde olursa olsun, muhafazakárlık kuvvetleri asla gözden kaybolmaz. Hayat sadece ve sadece değişimden ibaret değildir. O süreklilik ve koruma unsurlarını da içinde taşır" demektedir.
Altını çizerek ifade edelim ki; muhafazakárlığı tutuculuk olarak değil, korumacılık olarak tanımlamak gerekir. Bu haliyle o hem köksüz değişimin, hem katı tutuculuğun, hem de irticanın karşısında bir yerde durmaktadır. Ayrıca, şunu da ifade etmek gerekir ki, bir şey eskidir diye geriliği çağrıştırmaz. Her yeni olan şey de itibarlı ve kayda değer kabul edilemez. O bakımdan, muhafazakárlığı irticayla irtibatlandırmak son derece yanlıştır.
İnkılap ise bir durumdan başka bir duruma geçişi, evrim ve dönüşümü ifade eder. Her toplumda, irtica anlamındaki reaksiyonu kışkırtan bir aksiyon bulunması gerekir. Bu bağlamda, inkılap hareketleri de bir aksiyondur ve irticayı doğurabilen bir etkendir. Bazen muhafazası şart gelenekleri yok etmeye varan inkılap hareketleri, en ileri toplumlarda bile geçmişe hasret ve irtica temayüllerini kuvvetlendirebilir. Ölçüsüz bir muhafazakárlık olan irtica, bazen aynı nispette ölçüsüz inkılap hareketlerinin cevabı niteliğini taşıyabilmektedir.
Her canlı varlığın hem kendisi kalmak, hem de değişmek gibi iki zorunluluk arasında dengesini bulabilmesi için, değişme sürecinin, unsurlarını tarihte ve gelenekte bulan milli şahsiyet sınırlarını aşmaması gerekir. Bu tecavüz, irticayı kışkırtır ve bazen inkılap hamlesinin uzun bir tarih boyunca gecikmesine neden olabilir.
İrticaya bu fırsatı vermeyen inkılap, muhafazakárlıkla uzlaşır ve İngiltere gibi ileri ülkelerde görüldüğü tarzda, geçmişin ve geleceğin temsilcileri arasında ahenkli bir işbirliği ve medeni bir mücadele hali beraber oluşur. Nitekim, Cumhuriyet’in ilanıyla başlayan, bizzat Atatürk tarafından yürütülen yenilik hareketleri, bu önemli hususiyeti hiçbir zaman göz ardı etmediği için milletin büyük bir çoğunluğu tarafından destek görmüştür.
Bu kavramları kullanırken, aralarındaki farka dikkat edilmelidir. Hakiki muhafazakár inkılap düşmanı olmadığı gibi, hakiki inkılapçı da tarih ve gelenek düşmanı değildir. Günümüzde, toplumda zaman zaman yaşanan gerilimlerin sebebi, aslında zenginliğimiz olan düşünce farklılıklarının bazı kişilerce yobazlık ölçülerine vardırmalarından kaynaklanmaktadır.
İrticanın dinle, özellikle İslam diniyle ilişkisinin olmadığının müşahhas bir şekilde ortaya konulması için, İslam’ın gelişme ve yenilikler karşısındaki tavrına bakmak lazımdır. İslam, doğuştan itibaren insanı, toplumu ve bütün insanlığı tekamül ettirmenin yollarını ortaya koymuştur. İslamiyet, her şeyden önce akla, tefekküre, ilim ve irfana büyük önem vermiş, cehaleti en sert ifadelerle yermiştir. Kuran-ı Kerim’de 100’den fazla yerde ilimden bahsedilmektedir. İslam’ın ilk emri "oku" ile başlar. Şu halde İslam’ın terakki ve yeniliklere, ilim ve medeniyete engel olduğunu, Müslümanların dinlerine bağlı kaldıkları müddetçe ilerlemiş milletler seviyesine çıkamayacaklarını söylemek gerçekleri yansıtmamaktadır.
* * *
Türkiye’deki irticanın temelinde, din alanındaki eksik bilgiler ve yanlış telakkiler yatmaktadır. Din alanındaki yanlış telakkiler, kentleşmenin, sanayileşmenin ve hızlı sosyo kültürel değişmenin bunalttığı arayış içerisindeki bazı insanları, başta cemaat ve tarikat grupları olmak üzere, dini görünümlü oluşumlara doğru itmektedir.
Buna karşın, ülke gündeminden istifade etmek isteyen bazı istismarcıların dine yönelik bilimsel temellerden yoksun, hissi saldırıları da bu tür oluşumların yaygınlaşmasına sebebiyet verdiği ortadadır. Dinden hoşlanmayan, dinle ilgili her türlü tezahürü çağdışılık ve irtica olarak anlayan bu kimseler ise dindar insanların içe kapanmasına ve daha katı bir tutum sergilemelerine vesile olmaktadır.
Sonuç olarak, iticayla mücadele etmenin tek yolu, öncelikle aydınlanma ile mümkündür. İrtica, karanlık ve rutubetli ortamlarda hayat bulan bir yosundur. Karanlığı aydınlıkla örterek, rutubeti gerçek bilgi ve inançla kurutarak bu tehlikeden kurtulabiliriz.