Paylaş
O dönemi inceleyen ekonomistler, yeterince önlem alınmamasını dile getirirken, korumacılık politikalarını da eleştirirler. Çünkü, zamanın ABD yönetimi, ithalata yüksek vergiler getirmişti… Ürünlerine yüksek vergi konulan ülkeler de karşılık vermiş, onlar da ithalat vergilerini yukarı çekmişlerdi. Krizle yavaşlayan ticaret, bu kararla iyice darbe yemişti…
Şimdi bunları niye yazıyorsun, diyebilirsiniz…
Tam böyle bir dönemde değiliz… Ancak, yapılan araştırmalar, Türkiye’deki çeşitli sektör temsilcilerinden gelen mesajlar, bu yönde bazı ülkelerden çıkışların olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye’yi de etkiliyor
Metal sektöründen bir yöneticiden, özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde son dönemde ‘korumacı’ önlemlerin arttığını dinlemiştim. Bir başka genel müdür ise Hindistan’ın ciddi korumacılık önlemlerine başvurduğunun altını çizmişti.
Bırakın Doğu Avrupa ve Hindistan’ı… Amerika’da neredeyse ‘yerli malı haftaları’ düzenlenecek. Yönetimler, ‘çaktırmadan’ korumacılık önlemleri alıyor, dışarıdan gelecek ürünleri önlemenin yollarını arıyor.
Yakın tarihte Dünya Bankası’nın bir raporu açıklandı. Orada bu tehlike bir kez daha gözler önüne seriliyor. Raporda şu mesajlar var:
1. Çok sayıda ülke korumacılık önlemini devreye koydu, bazı önlemler de yolda.
2. Krizin başladığından bu yana 78 korumacılık önlemine başvuruldu. Bunların 66’sı da ticari kısıtlamalarla ilgiliydi.
3. Üstelik önlemler yoksullardan değil, gelişmişlerden kaynaklanıyor. Bunu da 78 önlemin 47’sinin G20 ülkelerinin 17’sinden olduğundan görüyoruz.
4. Anti-damping iddiaları ve eylemleri 2008’de, bir önceki yıla göre yüzde 20 arttı. Ancak, artış, 2008’in ikinci yarısında, ilk yarıya göre yüzde 55 oranına ulaştı.
Zengin de yoksul da koruyor
Tabloyu görüyorsunuz… Amerika da var Avrupa Birliği de… Yoksulu da zengini de kendini korumaya yönelmiş… Tabii Türkiye de bu iyi bir rakamla tabloya girmiş…
Geçenlerde bir oyuncakçı ile konuşmuştum. ‘Durgunluktan etkilenmedik, bizdeki kriz başka’ demiş, ardından da ithalatta çıkarılan güçlüklere dikkat çekmişti. Özetle, yerli üreticileri korumak için bin dereden su getirildiğini, bir şekilde korumacılık yapıldığını söylemişti. Satışlarında kriz değil, bu engellerden dolayı düşüş olduğunu paylaşmıştı.
Bu bir sektör ve Türkiye tarafı… Dünyanın dört bir yanındaki onlarca ürün ve sektörü düşünün… Benzer yaklaşımlar, mutlaka ticareti bir şekilde olumsuz etkileyecek, ekonomiye eksi olarak dönecektir.
HÜSNÜ ÖZYEĞİN’İN KRİZDEN ÇIKIŞ TAKVİMİ
Dünyanın dört bir yanında şu sorunun yanıtı aranıyor: ‘Ekonomide en kötü geride kaldı mı?’
Sorunun yanıtı, piyasada normale dönmenin, ekonomide canlanmanın başlayabileceğine yönelik mesajlar da verecek. 2009’un son çeyreği diyen de var, ‘2010 yılında ancak ilk işaretler alınır’ diyen de var. 2012, 2013 yılına randevu verenlerin sayısı da az değil. Senaryo çok yani…
Bu soruyu geçen hafta görüştüğüm Hüsnü Özyeğin’e de sordum. Türkiye’nin yetiştirdiği önemli girişimci işadamlarından biri olan Özyeğin’in öngörü ve tahminlerine güvenirim. O nedenle ne yanıt vereceğini açıkçası merak ediyordum.
Tahmin ettiğim gibi tam bir tarihe dikkat çekmedi. ‘2009’da dibi görürüz’ demedi, ‘2010’u bekleyelim’ tahmininde bulunmadı.
3 gelişmeye dikkat
Onun yerine, izlenmesi gereken şu 3 önemli gelişmeye dikkat çekti:
1. Amerika’da konut fiyatları bugüne kadar yüzde 35 oranında geriledi. Konut fiyatlarındaki düşüşün durması, en azından istikrar kazanması gerekiyor. Bu iyi bir gösterge olabilir.
2. G20 toplantıları çok kritik… Orada alınacak kararlar, özellikle Doğu Avrupa ekonomilerinin geleceği açısından önemli mesajlar verecek.
3. ABD’de ilave işsizlik rakamları 600-650 binli düzeylerde çıkıyor. Bu rakamın yavaş yavaş aşağıya inmesi lazım. İşsizlikte artıya geçilmesinden 2 ay sonra ekonomi de artıya geçebilir.
Özyeğin’e göre, Türkiye’nin de krizden çıkışı için önce bu konuların açıklığa kavuşması, ABD’nin canlanma işaretleri vermesi gerekiyor. ‘Türkiye için ise bunları gördükten sonra, büyük olasılıkla ancak Eylül-Ekim gibi bir değerlendirme yapabilirim’ diyor.
HAZİNE’NİN “RİSK YÖNETİM” STRATEJİSİ TÜRKİYE’Yİ BÜYÜK KRİZDEN KURTARDI
Geçen hafta içinde ‘Risk yönetimi’ konusunda yuvarlak masası düzenledik. Capital’in Geniş Açı dergisi için organize ettiğimiz bu toplantıya, çeşitli sektörlerden yönetici ve işadamlarının yanı sıra, Hazine’den de Dr. Emre Balıbek katıldı.
Bir yanda özel sektörün riske bakışı ve yeni dönemde risk yönetimi anlayışını görme şansım oldu. Diğer yanda da Türkiye Hazine’sinin yeni dönemi yönetme yaklaşımını dinledim.
Hazine’nin stratejisini, Kamu Finansmanı Genel Müdürlüğü’nde daire başkanı olan Dr. Balıbek anlattı. Özetle, bu krizde ekonomimiz çökmediyse, arkasında ‘risk yönetiminin’ olduğunu belirtti.
Dr. Balıbek, üstelik bu stratejinin dünyaya örnek olarak da gösterildiğini söylüyor. Çünkü, Dünya Bankası, geçen mart ayında ‘risk yönetimi’ konusunda bir toplantı düzenlemiş. Dünyanın dört bir yanından Hazine yöneticilerinin katıldığı bu toplantıya, Türkiye ile birlikte Danimarka ve İsveç, başarılarını paylaşmaları için davet edilmiş.
Başarılı yönetimin sırrı
Dinlediğim kadarıyla, 391 milyar dolarlık borcu yöneten Hazine’nin izlediği stratejinin arkasında şu faktörler var:
1. Türkiye’nin dış borcu 2002 yılında yüzde 58-60 oranında döviz cinsi ya da dövize endeksli idi. Yeni yaklaşımla bu oran 2008 sonunda yüzde 34 düzeyine kadar geriledi.
2. Aynı tarihte iç borç stokunun yüzde 32’si dövize endeksli idi, şimdi yüzde 8’lere kadar geriledi.
3. ‘Ayağımızı yorgana göre uzatalım’ yaklaşımı doğrultusunda, değişken faiz ve kısa vadeye dayalı yapı ciddi şekilde ortadan kalktı.
Dr. Emre Balıbek, “Eğer bu krize 2002’deki yapı ile girseydik, o zaman çok daha derin şekilde etkilendik’ diyerek, yeni ‘risk yönetiminin’ başarısının da altını çiziyor.
Paylaş