Paylaş
Gazeteciliğe ilk başladığımız yıllarda Türkiye’nin büyük holdingleri vardı ve ilk 10’da hep onlar yer alırdı. Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Şişe Cam (İş Bankası Grubu), Yaşar, Dinçkök ve diğerleri şeklinde sıralanıp giderdi. Arada bir bunlara “saman alevi’ gibi parlayan holdingler eklenirdi. Fakat ilk 10, küçük farklarla pek fazla değişmezdi. Bazen Koç, bazen de Sabancı ilk sırada yer alırdı. Yaşar Holding’in ataklarını gördüğümüz olurdu.
Yeni büyük şirketler yaratmak lazım
Ekonomi haber ve araştırmalarında da temel kaynak bu nedenle büyük holdingler, onların patron ve yöneticileri idi. Uzun yıllar yeni ve güçlü holding ile patronlarını göremez olduk.
Oysa, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin hızlı büyümeleri ve işsizlerinin sayısını azaltması için, yeni “büyük” şirketlere ihtiyacı var. Her 5 ya da 10 yıllık döngülerde, Türkcell, TAV gibi yeni şirketler yaratmak gerekiyor.
Rakamlara bakarsanız, Türkiye’de girişimcilik son 15 yılda ivme kazandı. Bir zamanlar yılda 5-8 bin arası yeni şirket kurulurken, iyi yıllarda bu sayı 60 binlere kadar ulaştı. Bunun sonucunda da yeni büyük şirketler, onların bağlı olduğu büyük holdingler/gruplar oluştu.
Tabloda 2008 yılı rakamlarına göre Türkiye’nin en büyük 20 holdingini görüyorsunuz… Ciro esas alınarak yapılan sıralamada, ilk 3 Koç, Sabancı ve Yıldız (Ülker Grubu) yer alıyor.
Son 10 yılın hızlıları
Ancak, benim esas dikkatimi çeken, bu ilk 20 arasında kaç tanesinin son 10 yılda yaratıldığı oldu.
Böyle bakınca öne şu holdingler çıkıyor: ‘Yıldız, Türk Telekom, Boydak, Diler, TAV, Yüksel, Limak.’
Denebilir ki, bunlardan bazıları uzun süredir var. Örneğin, Ülker Grubu, Türkiye’nin en eski gruplarından biri… Ancak, burada benim için önemli olan, son yıllardaki büyümesi ve ilk 3’e girebilmesidir. Tıpkı Türk Telekom, Yüksel, Limak gibi…
İlk 20’deki en önemli çıkışı ise Boydak Ailesi’nin yaptığı görülüyor. Boydak, TAV ile birlikte, son 10 yılın en hızlı yükselenleri niteliğini taşıyorlar. Umarım, bir 10 yıl sonra, bu listeye 3-5 adet yeni büyük grup girer, büyüyen ve iş ihtiyacı olan Türkiye’ye katkı sağlarlar.
ANTALYA’YI FİYAT DÜŞÜŞÜ TEHDİT EDİYOR
Bir süredir Antalya’da turizmcilerle konuşuyorum. Son birkaç gündür buradayım. Epey sohbet yaptım, gözlemde bulundum. Göründüğü kadarıyla bu yıl Antalya’ya gelen turist sayısında ciddi bir düşüş yok. Yıl başından 21 Haziran’ kadar havayolu ile gelen turist sayısı 2.8 milyonu geçmiş. Sadece 1-21 Haziran tarihleri arasında Antalya’ya ulaşan yabancı ziyaretçi sayısı 910 bine ulaşmış.
Geçen yıl ile karşılaştırıldığında ve global kriz dikkate alındığında tablo fena değil. 2008 yılının aynı döneminde Antalya’ya gelen turist sayısı 3.1 milyonun biraz üzerindeydi. Aşağı yukarı ilk 5.5 ayda 275 bin azalmış. Yüzde 10’un biraz altında düşüş var.
3-4 yıldızlılarda doluluk iyi
Konuştuğum turizmciler, “Genel dolululuk oranından çok memnun” görünüyorlar. Özellikle de 3-4 yıldızlı otellerde yüksek mevsimde oran yüzde 100’e kadar yaklaşıyor. Fakat, buralardaki oda fiyatlarının “yerlerde süründüğünü” söylemeye gerek yok.
Ancak, Antalya’nın sorunu bu oranda düşen turist sayısı değil. Göründüğü kadarıyla biraz kriz ve biraz da tur operatörlerinin baskıları sonucu fiyatlarda yüzde 20-25 oranında düşüşler gerçekleşmiş. Geçen yıl 200-240 dolar arası fiyat koyabilen 5 yıldızlı-lüks niteliğindeki otellerde oda fiyatları 140 dolara kadar çekilmiş. Bu oteller en iyi dönemlerde 160-170 dolara kadar ancak çıkabiliyor. Bir otelin sahibi, ‘Müşteriyi düşük fiyatla çekip, ekstralardan kazanmaya gayret ediyoruz’ sözleriyle, yaptıkları indirimi anlatmaya çalışıyor.
Esas fiyat sorunu lükslerde
Belek’teki Calista Otel’in sahiplerinden Ali Özdoğan, ‘Fiyat indirimleri yüzde 25’i buldu. Fiyatı indiren yüksek doluluk oranına ulaşabiliyor’ diyor ve ekliyor: ‘Biz fiyatımızı indirmedik, doluluk yüzde 60’larda kaldı.’
Bence Türkiye’de otellerin yaş ortalaması çok düşük. Son 5 yılda yapılanlarla iyi tesislerde ortalama yaşın 10 ve altında olduğunu tahmin ediyorum. Bu kadar başarılı tesislerin, üstelik ‘her şey dahil’ günlüğü 100 dolarlara pazarlanması anlamlı değil. Turizmcilerin bir şekilde anlaşıp, ortak strateji belirleyip, tur operatörleriyle ‘bilek güreşi’ yapmaları gerekiyor.
YERLİLER BORSADA ‘AL/SAT’ RUHUNDAN KURTULMALI
Borsayı yakından izleyenler bilir. Yabancılar uzun vadeyi, yerliler ise kısa vadeyi severler. Küçük birikimleriyle bir günde çok sayıda hisse senedi alım satımı yapanların sayısı hiç de az değildir. Yabancı ise genelde düşük fiyatlardan alımını yapar, bekler ve iyi bir kar marjıyla satar.
İMKB ve Takasbank’ın da verileri uzun yıllardır bu yöndeydi. Şimdi diyeceksiniz ki, ‘Değişti mi?’ Hayır değişmedi, ancak bazı gelişmeler olduğu da ortada… Yerli vatandaş biraz ‘sabır’ öğrenirken, yabancıların ‘sabır süresi’ de sınırlı olsa da azalıyor.
Son 10 yılın rakamlarını görüyorsunuz. Yerli ve yabancı yatırımcıların bir hisse senedini ellerinde ortalama tutma sürelerini gösteriyor. Tabloya göre, 1999 yılında yerliler bir hisse senedini ortalama 22 gün tutarken, yabancılarda bu oran neredeyse 15 katı imiş.
Borsaya uzun vadeli bakmalı
Aradan 10 yıl geçinde tabloda bir takım kıpırdanmalar olduğu görülüyor. Türk vatandaşının ortalama hisse senedini tutma süresi 22 günden 37 güne çıkmış. Yüzde 100’e yakın bir artış olmuş.
Yabancıların süresi ise 283’den 231 güne gerilemiş. Ama aradaki büyük fark, nisbi daralma olmakla birlikte korunuyor. Hisse senedini çok kısa süreli yatırım olarak görme eğilimini Türk vatandaşı hala aşamadı. Borsaya hala ‘oyun’ olarak bakıyor. Bu nedenle de hayal kırıklığı içindeki yerli yatırımcı sayısı artarken, borsada yatırımı olan vatandaş sayısı yerinde sayıyor.
Paylaş