Öncelikle dünkü kurula gelenlere bakıldığında Orman’ın kazanmaya daha yakın olduğu söylenebilir. Bunu iki adayın lehinde ve aleyhinde yapılan konuşmalara salondan verilen tepkilere göre söylüyorum. Rastgele delegelerle yaptığım konuşmalardan da Orman’ın ağır bastığını söylemek olası. Bir diğer nabız ölçme kıstası da medya mensupları. Onların da ağırlıklı görüşü Orman’ın kazanacağı yönünde.
Peki neden? Başlıca neden Beşiktaş ve Adalı’nın UEFA Disiplin Kurulu’na sevk edilmesi. Bu gelişmenin Adalı’ya darbe vurduğu konuşulan temel etmendi. Buna karşın yarışın kıran kıran geçmesini bekleyenlerin sayısı da az değil. Son bir kriter de iki adayın önceki akşam verdikleri kokteyler. Orman’ın daha büyük bir kalabalığı topladığı ve bunun da seçim için bir gösterge olduğu konuşuldu dün Akatlar’da. Yine de bu sandıktır ve her türlü sonuca açıktır...
Görüyorsunuz işte, iki yılımızı işgal eden 3 Temmuz sürecine dair ‘bomba gelişmeler’e rağmen futbol, memleketteki siyasi gelişmeleri gölgeleyemedi. Televizyonlar, ayaklarına gelen Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın UEFA Disiplin Komitesi’ne sevk kararı topuna girmeye heveslenmedi. Ama bu vehameti hafifletmiyor.
‘3F’deki futbolun ‘F’sine yüklenen anlam kitleleri uyutmadır. Lakin bu ‘F’nin yerine başka bir harf koymanın zamanı geldi. Öyle ki bu zaruret futbol iklimimizde de bir değişimi kaçınılmaz hale getiriyor. Uluslararası futbol yapısının içinde yer alırken, ortaya çıkan sorunlara ‘yerel çıkarlar’la hareket edip bulduğumuz çözümler işlemez hale geldi. 24 Mayıs’ta UEFA tarafından alınan yeni kararlar, bundan sonra federasyonların daha ‘global’ düşünmelerini gerektirecek. UEFA, bunun ilk uygulamasını Türkiye üzerinde deniyor. İki büyük kulübümüzün UEFA Disiplin Komitesi’ne sevk edilmesini bundan bağımsız düşünmek olası değil. Dolayısıyla bir ceza çıkarsa 30 Haziran’dan sonra federasyonumuz kulağının üstüne yatamayacak. Üreteceği çözümlerde futbolun uluslararası patronunu da ikna etmek zorunda kalacak. İki yıllık ötelemenin faturası dileriz çok ağır olmaz!...
DEMEK Kİ KİŞİLERLE KURUMLAR AYRILMAZMIŞ!
Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın UEFA Disiplin Komitesi’ne verilmesi ‘şoke’ etti! Niye? Çünkü, UEFA dosyayı kapatmadığı halde futbolu yönetenler(!) “Bu iş bitti” diye açıklamalar yapmıştı. “Hayır” diyenlere ise kimse kulak asmamıştı. Şimdi de ‘iş bitti’ciler “Bizi nasıl refüze ettiler” diye şaşkın şaşkın söyleniyor. 3 Temmuz sürecinde sportif yargıyı yürüten TFF, UEFA nezdindeki muhtemel cezanın da temel sorumlusudur. TFF yönetimi, sportif yargılamayı talimatlar ve yargılama kurullarını değiştirmeden gerçekleştirseydi çıkan karara UEFA’nın itimadı çok daha yüksek olacaktı. Ancak, Aziz Yıldırım’ın da karşı çıkmasına rağmen (bu karşı çıkış strateji olsa da önemli değil) TFF’nin talimatı değiştirmesi zaten davaya konu kulüp ve kişileri peşinen mahkum eden bir hamleydi. Öyle ya “Siz yargılamanızı bitirmemişken ne diye talimat değiştiriyorsunuz” sorusu havada kalıyor. Günü kurtarma adına tedavüle sokulan ‘kişilerle kurumları ayırma’ formülü de futbolun gerçekleriyle örtüşen bir çözüm değildi. Zira futbol fena halde kişilere bağlıdır. Kulüplerin efsaneleri taktir edersiniz ki masa, sandalye değil, futbolculardır, yöneticilerdir. Bu kişilerin eylemleridir kulüpleri var eden. Ayrıca PFDK kararlarına Tahkim Kurulu’nun yaptığı düzeltme de anlaşılıyor ki UEFA cephesinde kabul görmemiş.
AVRUPA’YA ÇIKIŞ YİNE YASAKLANIRSA....
Ve Beşiktaş... Pazar günü geleceğini netleştirmek için sandık başına gidecek olan siyah beyazlılar, UEFA Disiplin Komitesi’ne sevkle birlikte yine bir bilinmezliğin içine düştü. Avrupa’ya çıkışı bu sezon da yasaklanırsa mali açıdan zaten zorda olan kulüp, iyice hırpalanacak. Misak-ı Milli sınırlarına hapsolmuş, statı yıkılmış, gelirleri kısıtlı bir kulübe bir de ceza alma ihtimali pazartesi işbaşı yapacak yeni yönetimin planlarını bir kez daha gözden geçirmesine neden olacak. Ceza ihtimali tüm transfer politikasını da baştan aşağı değiştirebilir. Fakat siyah beyazlı kulüp öncelikle büyük bir prestij kaybına uğrayacak. Eğer ceza gelirse yeni yönetim ‘Avrupasızlık’ dönemini gerçek bir yeniden yapılanma için kullanmalıdır. Kulübün bu dönemde tüm ağırlığını yeni stadın yapımına yoğunlaştırması kaçınılmazdır. Çünkü bir darbe de buradan yenirse ‘çöküntü’ denilen dönemler bile mumla aranabilir...
SİYAH: Beşiktaş’ın şikeden ceza alması talebiyle UEFA Disiplin Komitesi’ne sevkedilmesi
İhale yapılana kadar kulüp, yıkım faaliyeti yürütemeyecek. Bu sembolik yıkımın olup olmayacağı bile günlerce belirsizliğini korudu. Başkan Fikret Orman, bu konuda yanlış yönlendirmeler yapıldığını söyledi. Oysaki haberlerin kaynağı Gençlik ve Spor Bakanlığı’ydı. Yıkımın olduğu günün sabahında bile Bakan Suat Kılıç, kendilerinden izin alınması gerektiğini belirten bir tweet attı. Hasılı kimsenin suyu bulandırdığı falan yok. Bakanlık bu yıkımın olamayacağını söylediğinde Orman, çıkıp yıkımın ne şekilde olacağını açıklasaydı sorun olmazdı. Bugün bile İnönü’deki süreç çok net değil. Tamam mevzunun seçim malzemesi yapılmaması gerekir ancak bu da kamuoyuna bilgi vermemek anlamına gelmemeli. Madem bu yönetimlerüstü bir durum Orman’ın da çıkıp bu stada ilk harcın ne zaman konulacağından hangi modelle yapılacağına kadar, herkesi aydınlatması lazım.
ADALI’NIN SEÇİM STRATEJİSİ YANLIŞ
Gelelim seçime... Orman’ın karşısında iki kişi ama tek aday var! Adaylığını koyan Serdal Adalı, görüntüye mutlaka Murat Aksu ile giriyor. Bu ikili görüntü bir ‘ekip’ havası yaratacağı gibi ‘esas adam’ sıkıntısı da yartabilir. Daha önce başkanlık için soyunan ama kaybeden Aksu’nun hayali için Adalı’yı bir ‘geçiş aşaması’ olarak gördüğü eleştrileri oluyor ve olacak da...
Peki kongre üyeleri kime neden oy verecek? Evet bir çok delege için bunun pek önemi yok. Çünkü “Kim kazanır” sorusuna hemen adayların ‘kemik oy’undan dem vurularak cevap veriliyor. Yine de adaylara vaatlerini sormak lazım ki ileride hesap sorulabilsin. Özellikle de Serdal Adalı’ya. Yargıtay’daki dosyası Damokles’in Kılıcı gibi başında sallanan Adalı’nın Orman’a karşı ‘kişilik’ üzerinden değil somut projeler üzerinden meydan okuması kendisi adına daha olumlu olacaktır.
Bu anlamda Adalı, ilk basın toplantısını heba etmiştir. İlk kez kamuoyunun önüne çıktığı bu toplantıda rakibine sataşmak yerine yapacaklarına vurgu yapsaydı iyi bir başlangıç yapmış olurdu.
BEŞİKTAŞ SAYISAL BİR DEĞER DEĞİLDİR
Adalı, Beşiktaş’ı gazetelerin sporda birinci sayfalara taşımak istediğini söylüyor. Seba’lı altın çağda bile Beşiktaş bunu pek başaramadı ancak, Demirören’li yıllarda defalarca gazetelerin bu mıntıkasını işgal etti. Fakat başarılardan ziyade sezonbaşı ‘transfer bombaları’ ve mali çöküntü haberleriyle. Beşiktaşlı bugün ne çekiyorsa zaten bu ‘birinci sayfa kompleksi’nden çekmedi mi? Beşiktaş, bir gün taraftar sayısı ezeli rakiplerini geçerse zaten o birinci sayfaları parseller.
Bunda bir beis yok ama Van Gaal’den Ziya Doğan’a kadar uzanan ‘aday listeleri’ de oldukça tuhaf. Bir uçtan diğer uca böylesi bir zihniyet fark nasıl olur, değil mi?
Yeni futbol genel direktörü Önder Özen’in Alman ekolü hayranı olduğu söyleniyor. Ancak ortaya atılan Alman hoca isimleri pek ‘amin’ denilesi değiller. Mevzu Alman futbolu ise illa ki ‘futbolburada.com’un editörü Orhan Uluca’ya bağlanmak lazım. Bundesliga’da kuş uçsa haberi olan Orhan ile Beşiktaş’a müstakbel ‘Alman hoca’ beğendik!. Orhan, öncelikle Matthias Sammer konusunu kapatıyor: “Adam Bayern’in bu sezon gerçekleştirdiği mucizenin en büyük mimarı. Değil Beşiktaş, Real Madrid ile Manchester United bile onu kopartamaz.” Sammer’in kaç yıldır hocalık yapmadığını da elbette hatırlayalım. Olmayacağa değil de olabilecek olana bakalım en iyisi...
HEM GENÇ HEM POTANSİYELLİ!
ORHAN’ı en çok heyecanlandıran isim Ralf Rangnick’in öğrencilerinden Mainz’in hocası Thomas Tuchel! Paraya pula tamah etmeyen tam bir ‘Feda’ adamı Tuchel, yeter ki peşinden gitmeye değer bulacağı inandırıcı bir proje sunulsun. “Yurtdışında bir B takımı dahi çalıştırabilirim” dediğini aktarıyor Orhan. Keza, menajer ve avukat da kullanmayan Tuchel’in transfer görüşmeleri üç-beş dakika sürüyor. Halihazırda Mainz’den yıllık 800 bin Euro alan Tuchel’e bir ‘taktik deha’ olarak bakılıyor. Aynı zamanda bir ‘geri dönüş ustası’. Tuchel’in oyun planı 90 dakika içinde sürekli değişiklik gösterir. ‘Maç planı’ kavramını Alman futbol literatürüne hediye etmiş. Pisikoloji ve pedagoji eğitiminden ötürü iyi bir motivasyoncu da... Orhan, hatırlatıyor: “Mainz’a karşı oynamak Bayern Münih için dahi zordur. Geçen sezonun öncesinde Bayern’e karşı pozitif bilançosu olan tek Alman teknik direktördü.” Oyun dizilişinde statükocu olmayan Tuchel’in takımı topa karşı çok agresiftir. Yani Şampiyonlar Ligi finalinde Dortmund ve Bayern’in tarzı. Zira bu tarzın ilk uygulayıcalarındandır kendisi. 39 yaşında ve potansiyeli çok yüksek, ne dersiniz sayın Önder Özen?
PLASE FAVRE, MAGATH OUT!
HANİ Tuchel olmazsa Bundesliga’dan kimi verelim denirse, bunun da cevabı Lucien Favre olur herhalde. Dipten aldığı Hertha ve M’Gladbach’ta yaptıkları yapabileceklerinin teminatı. Kulübünden 1.5 milyon Euro alıyor. Orhan, Favre’yi üç kelimeyle özetliyor: “Detaycı, çok iyi bir analist ve taktisyen”... Favre, oyun sistemi olarak iki merkez orta sahalı 4-4-2’ye iman etmiş bir hoca. Kenarlarda da özel oyuncu seviyor. Bir diğer alternatif kurt hoca Felix Magath... Müzesi kupalarla dolu olsa da çok fazla oyuncu transfer etmeyi sevdiği için maliyesi bozuk Beşiktaş için pek evla değil. Herkesin bildiği ‘komando eğitimi’ modeli idman sistemine sahip hocanın işine kimseyi karıştırmaması futbolun patronu olarak atanan Önder Özen’i müşkül durumda bırakır. Hasılı, zor olsa da Beşiktaş yönetimi Thomas Tuchel’i düşünüp ikna edebilirse iyi bir iş çıkarmış olur.
ADALI AKLANIP DA GELMELİ
BEŞİKTAŞ taraftarları “Aklanın da gelin” diye bağırdığında sadece sportif yargıyı mı kastetti yoksa ceza yargısı da dahil miydi tezahüratlarına? Şayet öyleyse, 3 Temmuz Şike Davası’nda mahkeme tarafından suçlu bulunan Adalı’nın başkanlık için Yargıtay kararını beklemesi lazım. “Ama başkaları bunu beklemedi” diyebilir fakat başkalarının ne yaptığı Beşiktaşlıları bağlamaz. Bu ‘Beşiktaşlı duruşu’nu biraz da ete kemiği büründürsek fena olmaz. Diğer yandan Adalı, 14 ay önce neden aday olmaktan vazgeçtiğini ve bu dönem hangi elzem gerekçelerle adaylığa soyunduğunu da ikna edici şekilde açıklamalıdır... Daha da önemlisi mahkemede ters düştüğü Yıldırım Demirören için ne düşünüyor?
Fakat uzun süre domine ettiği ligin sonunu getiremedi. Dün ayağına gelen son fırsatı da kullanamdı. Son düzlükteki çıkışıyla dikkat çeken Torku Konyaspor, normal sezonda iki kez mağlup ettiği rakibine dün de acımadı ve iki sezon aradan sonra Süper Lig’e geri döndü.
KONYASPOR TÜM HEVESİNİ KIRDI
Maçın ilk devresi adeta 7. dakikada atılan golle birlikte sona erdi. Oyunda ne tempo kaldı ne de pozisyon oldu. İki tarafın bütün maharetlerini ikinci devre ortaya koyacağı aşikardı. İlla ki de Manisa’nın. Ne var ki Konya’nın yine erken gelen golü Tarzan’ı sürklase etti. 2-0 ile birlikte Manisa taraftarı tribünde çıkardığı arızayla aslında teslim bayrağını çekiyordu. Sahadaki Manisalılar da üst üste pozisyonları kullanamayınca rakibe karşı sertleşmeye başladılar. Konya ise bu hareketleri profesyon elce değerlendirip rakininin moral motivasyonunu iyice kırdı. Konyalılar, Manisalıların tempoyu düşürmeme isteğini pas trafiğini artırarak kırmak istedi. Ege temsilcisi her şeye rağmen maçi geri çevirebileceği pozisyonları buldu. Ancak Manisaspor’un dün gece bir Gekas’ı yoktu!.. Bu da malum Süper Lig’de bile dengeleri bozan çok büyük bir fark...
Konya’yı tebrik edelim ve zirve ligin daimi üyelerinden biri olmasını temenni edelim. Manisa’ya ise geçmiş olsun diyelim Bir dilek de Uğur Tütüneker için... Dileriz Uğur Hoca da takımıyla birlikte Süper Lig’e çıkar. Bildiğiniz gibi Kayseri Erciyes Osman Özköylü ile yollarını ayırdı. Mustafa Denizli de Çaykur Rize’ye bütçe gerekçesiyle veda etti...
BENZER BİR MAÇ DA WEMBLEY’DE!
Son söz futbol adına: Süper Lig’in son bileti için Eskişehir’de yapılan kapışmanın elbette bir Münih-Dortmund ayarında olması beklenemezdi. Ancak madem ki arzulanan lig Avrupa’nın ‘marka değeri’ en yüksek liglerinden biri o halde biraz daha şehvetli bir mücadele beklemek hakkımızdı. Bakın bugün Wembley’de Crystal Palace-Watford maçı var. Bir de onların Premier Lig’e yükselme mücadelesine göz atın ve şu ligimizin ölçülerine dair bir kez daha düşünelim...
Bu kolay olandır. Zor olan, Özen’e özgür bir çalışma ortamının yaratılmasıdır. Özen’in başarısı her şeyden önce Orman namına yazılacak ve memleket futbol ortamı için de laftan fiiliyata dökülmüş bir ‘futbol devrimi’ olacaktır.
Özen modelinin en büyük sermayei ‘akıl’dır. Mevcut futbol düzeninde ‘akli’den ziyade ‘nakdi sermaye’ye ihtiyacı olan; açıkçası bundan beslenen ve bunu da ‘renk aşkı’ kisvesiyle saklayan çok sayıda ‘fubol simsarı’ var. Bu yüzden kulübün kaynaklarına yönelen, bunun yanısıra boservis bedeli düşük ama iş gören oyuncuların peşinden koşan bir akıl sermayesi, bu simsarların işine gelmez. İlk günden çomak sokmak isteyecekler. Bunun için de en ucuz numaraları “Fenerbahçeli biri getirildi” olacak. Orman ve Özen’in önündeki en büyük rakip işte bu futbol rantından yıllardır geçinip kulüpleri oyuncak edenlerdir...
BİR PARÇA METİN-ALİ-FEYYAZ
Özen ‘Tanrı parçacığı’ mı? Dünkü toplantıya damga bir ‘soru’(!) Özen kendisi “Haşa” diyerek cevap verdi. Özen’in sözünü ettiği düzeni kurmak için ‘Tanrı parçacığı’na lüzum yok. Herkesin ona bir ‘parçacık destek’ vermesi kafidir. Böylece bir çok Avrupa kulübünün bulduğu ‘futbol direktörlüğü’ modelini biz de gerçek anlamda keşfedebiliriz. İnan bu iş ‘Tanrı parçacağı’nı bulmak kadar zor değil!..
Özen, hepimizin dilinden düşmeyen Barcelona ve Dortmund modelini, hadi ben de mecaz yapayım, ‘Beşiktaş’ın kıblesi’ yapmaya soyunuyor. 24 kişilik kadroyu 8’er gruptan üçe bölme planı ve
“Gelecek sezonki Beşiktaş U14 takımını lütfen izleyin” demesi boşuna değil. Ama elbet
2005-2012 döneminden bu yana ‘bomba’larla beslenen bir yapı, bu reçeteyi küçümseyecektir. Orman ve Özen’in hedeflediği aslında yeni bir işte değil. Bir ‘parça’ Rıza, bir parça Ali, bir parça Feyyaz, bir parça Metin, bir parça Ferdinand’lar bulup dip yapmış bu külübün futbolunu yeniden ayağa kaldırmak gaye. Bu hedefi en baştan küçümsemek yerine başarılı olması için zorlayıcı rol oynamak daha doğru olmaz mı?
ÇELEBİ’DEN ORMAN’A TAVSİYE
Bu, yeni sezon için birkaç umut tohumunun ekilmesidir. Kayseri’deki Beşiktaş ilk 11’nde ideal kadroyu (gelecek yılın değil ama) delen tek isim Erkan Kaş. Sözünü ettiğim diğer umut tohumları Muhammed Demirci ve Hasan Türk ise yedek. Beşiktaş sezonu maçı alsa da almasa da üçüncü bitirecek. Peki Aybaba neden bu üç genci birlikte oynatmayı düşünde mi? Dün ikindi vakti Alex Ferguson, kariyerinin veda maçında sahaya yarım düzine yedek sürdü. Oysa kendisine zirve oyuncularla bir vedayı münasip görebilirdi... ManU, 65’te 5-2 önde olduğu maçta West Bromwich 5-5 berabere kaldı. Kuru bir galibiyettense 5-5’lik bir futbol ziyafetiyle Ferguson’a veda edilmesi daha çok yakıştı.
İKİ ŞAHSİ HEDEFİ VARDI
90 dakika bitiminde istifa edeceği söylentileriyle maça çıkan Aybaba’nın kişisel hedefleri vardı da o yüzden ‘sağlam’a aldı ilk 11’i. Neydi o hedefler? 1) Tarihin en çok gol yiyen takımı olmamak 2) Fenerbahçe ile aynı puanda ligi bitirmek. Özellikle 2. madde önemliydi çünkü bu, “İşte küme düşer denilen takım lig ikincisi Fenerbahçe ile aynı puanda sezonu bitirdi” açıklamasının dayanağı olacaktı. Bu iki hedef bir kulübün geleceğinden ziyade bir hocanın ardında bırakacağı maziye dair kişisel hesaplaşmasına hizmet ediyor daha çok. Ne var ki Aybaba’nın hedefleri tutmadı. Aybaba’nın ekibi gol yeme rekoru kırdı, Fener’i de yakalayamadı...
Aybaba, yine çok yakınacak yine mazaretlere sığınacak... Fakat hiç kusura bakmasın. Beklentinin düşürüldüğü bu sezonda kendisinden istenen en önemli şey onun gözlerinin içine bakan o gençlerden gelecek sezona bir ikisini taşımaktı. Siyah beyazlı taraftarlar, gelecek sezonun onbiri namına bünyeden çıkmış bir kaç genç yazabilseydi ceplerindeki kağıtlara, beşinci de altıncı da olsalardı Aybaba’yı omuzlara alırlardı. Çünkü bu tribün, kendini değil takımı düşünenle geçtim menemeni kuru ekmekle soğana da rıza gösterir...