Kanat Atkaya

Peki dinlediklerimiz ne dinledi

29 Aralık 2012
Biz bütün yıl onları dinledik. Acaba kulağımızın pasını silen üstatlar ne dinledi bu yıl? Gelin buradan bakalım...

Geçen hafta editör cephesinden gelen “2012’de neler dinledin?” sorusunu kendi cephemden cevaplamıştım. Şimdi sıra hep (veya hiç) dinlediğimiz güzel insanlarda.
Mojo, şık bir hareket yapmış ve ünlü müzik insanlarına “2012’de en çok neleri dinledin, sevdin usta?” diye sormuş.
Cevaplarını direkt araklama yöntemiyle aktarıyorum; evet yapıyorum böyle bir beleşçilik -kendi yorumlarımı da serpiştirerek-, affola!
 Jack White: Yılın albümleri listelerine ilk solo çalışması ‘Blunderbuss’ ile sızmış olan Jack Abi, ‘Kendin kaydet, kendin sev’ci çıkmış. 2012’den favorileri kendisine ait Third Man Studios’un sanatçıları olmuş: Willy Moon ve Pokey LaFarge. Ukala, fakat seviyoruz.
 Chris Martin: Coldplay’in solisti R&B hususunda Kendrick Lamar’ı tek geçiyor. Pop denildiğinde Gotye’nin ‘Somebody That I Used To Know’unu zikrediyor. Genel manada en sevdiği şarkı Mumford & Sons’dan ‘Hopeless Wanderer’ ve Muse’dan ‘Madness’ imiş. Bir de ‘Bat For Lashes’ın hastasıyım’ diyor ki; çok doğru konuşmuş.
 Jimmy Page: Jimmy Baba herhangi bir albüm belirtmiyor; tamamen The Stone Roses’ın
6 Ağustos 2012’de Londra’daki Hoxton Hall’da verdiği konsere takılmış. Çok beğenmiş konseri.

Yazının Devamını Oku

Uludere sesleri

27 Aralık 2012
ÜMİT Kıvanç’ın “Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim” adını verdiği belgesel filmi, Mazlum-Der ve İnsan Hakları Derneği’nin katkılarıyla hazırlanan ve Uludere’deki faciada can verenlerin yakınlarına söz veren bir çalışma. Birkaç ay önce, yeni yayınlandığında yaklaşık 15 dakika süren kısa versiyonunu/tanıtım filmini seyrederken çok zorlanmıştım.

Tamamını seyretmek için gücümü toparlamam epeyce vakit aldı.

*

Devlet, hükümet Uludere bahsinin açılmasından hiç ama hiç hoşlanmıyor.

Bu korkunç hadiseyi bir muhalefet aracı olarak algılıyor, hatırlatanın üstüne öfkeyle yürüyor.

Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim”i siyasi zırhları bir kenara bırakıp çıplak vicdanla seyretme cesaretini gösterirse, 34 insanın çok yalın, çok gerçek, çok ama çok fena iç parçalayan hikâyelerini geride kalanlardan dinlerse kaidesinden sarsılacağını düşünüyor.

Yaşları 14 ile 41 arasında değişen 34 insanın kaçaktan dönerken jetler tarafından bombalanmasını gündemde tutmayı sadece şahsına yönelik bir siyasi hamle, bir yıpratma operasyonu olarak okumakta ısrar ediyor.

Bürokrasi labirentinde dolanıp duruyor, bitirilemeyen raporların arkasından konuşmayı sürdürerek konuyu öteleyebileceğini düşünüyor.

Uludere bir insanlık, bir vicdan meselesi.

Bunu hâlâ anlamayanlar, Uludere’yi sadece siyasi bir mesele olarak algılayanlar, 34 insanı “Kaçakçıymış zaten”, “Terörist de olabilirdi, nereden bilelim?” diyenler için gelsin.

“Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim” belgeselinden, yakınlarının acı seslerinden aktarıyorum.

Tanıyın isterim.

*

“O elmaları çok seviyordu. Hatta bir gün elmaların altında oturduk. Dedi ki ‘Babam ben... Bu elmalar ne zaman büyük olur da biz de yeriz. Ben de dedim ki ‘Babam en çok 1-2 sene sonra inşallah beraber yeriz. O dedi ‘İnanamıyorum...’”

“‘Biraz para kazanayım belki bir evimiz olacak, belki sevdiğim kızı getireceğim’ derdi, onun için bu yola çıkmış, kaçakçılığa. O da ilk kez gitti, ölüm haberini aldık. Bayağı zordur...”

Allah onu bağışladığında Roboski karakolundaydık. Orada dünyaya geldi. Bize zulmediyorlardı. Köyümüz boşaltılmıştı. Kalktı, sabah gitti. ‘Yılbaşı için kendime harçlık biriktireceğim’ dedi. Hayali gözümün önünden hiç kaybolmuyor...”

“Kaç senedir Şırnak Valisi, kaymakam, askeriye... Hepsi gidip geldiğimizi biliyorlar. Çocuklarımızı bu yola zengin olalım, arabalar alalım, marketler açalım diye göndermiyorduk. Sadece aç kalmayalım, hayatımızı devam ettirebilelim diye gönderiyorduk. Devlet, ‘Ölün, bu işi yapmayın’ dedi. Oysa bizi uyarsaydı çocuklarımızı göndermezdik...”

*

Vallahi billahi oğlum gömüldükten beş gün sonra eli bulundu. Vallahi ben o eli insanlara gösterecektim. Kameraya, televizyonlara gösterecektim. Hiçbir devlet fakiri öldürmez. Fakir cami önüne gelip dilense, cebinde parası olan o parayı çocuklarına vermez fakire verir. Bunlar da öyleydiler, yoksuldular. İki bidon mazot bir şey değildir. İnsan dört uçağı dört devlet üstüne kaldırmaz. Bir tanesi için bile Allah’tan korkmaz mı?”

“Abimle ikizler gibiydik. Güzel bir yaşantımız vardı. Fakirdik ama yine de çok eğlenceliydi. Sevdiği kızdan bahsederdi ara sıra. ‘Gördün mü, ne yapıyor kız o nankör?’ derdi, yani karşılıksızdı...”

“Dedim ki ‘De hadi git oradan o kız seni bırakır gider, buralardan kim bilir kiminle evlenir?’ Dedi ‘Yok vallahi, birbirimize söz vermişiz’.”

“Benim oğlum hep pikniğe gitmek istiyordu. Arkadaşlarıyla Beytüşşebap’ta hamama gittiler. Fotoğrafları var, şimdi hep yanımda taşıyorum. Görünce hemen kendimi tutamıyorum ağlamaya başlıyorum...”

*

“...Sonra bu yol serbest edildi. 3-4 aydır asker hep bizi görüyordu. Kimseyi öldürmüyordu, tutuklamıyordu. Yakaladıkları zaman yüklerini alırlardı, başka sorun olmazdı.”

“Kardeşim öğretmen olmak istiyordu. İşte ‘Anne öğretmen olacağım hem seni hem kendimi bu hayattan kurtaracağım...’”

“Oğlum üç saat sağ kalmıştı. Üç saat boyunca soğuk karın üstünde sağdı...”

“Halay çekmeyi, arkadaşlarıyla gezip dolaşmayı, telefonlaşmayı, mesajlaşmayı, kız arkadaşlarıyla buluşmayı, o tür şeyleri çok severdi.”

“14 yaşındaydı. Sekizinci sınıfa gidiyordu. Mühendis olmak istiyordu ya da tamirci. Tamir işine çok ilgi duyuyordu. Kaçakçılığa giderken dedi ‘Kendime bilgisayar ya da güzel bir telefon almak istiyorum.’ O akşam da kendisi için gitti.”

“Bir sürü hayalleri vardı. Cami yapacağını söylüyordu, okul yapacağını söylüyordu.”

“Uzun boylu birini gösterdiler, baktım o Serhat değildir. Bir tane baktım o Serhat’tır, o da oğlum değildir. Bir tane uzun boylu gösterdiler, oğlumun bir ayağının bir kısmını gördüm oradan tanıdım.”

“Abim çok sessiz, çok sakindi. En çok sevdiği şey top oynamaktı. Hatta ben bazen derdim ki, yatağını, yorganını, yastığını götür halı sahada otur.”

*

Köpeğine Messi adını veren, hayalleri bilgisayar veya cep telefonu almak olan, köyün tek sosyalleşme alanı olan halı sahada top oynayan çocuklar...

Unutabilecek olan, bu filmi seyretsin öyle unutsun unutabiliyorsa.
Yazının Devamını Oku

Türkiye bu lezzeti çok seviyor: Gündem oturtma

25 Aralık 2012
BAŞKA bir adı varsa da ben bilmiyorum ama “Değiştir!” dersem hatırlayacağınızı düşündüğüm bir “oyun” vardı.

Endişe içinde seyrettiğim oyun, “yarışmacı arkadaş”ın bir şarkı söylemesiyle başlıyordu.

Sonrasında olaylar yarışmayı yönlendiren kişinin “Değiştir” demesi ve her “Değiştir” komutuyla yarışmacının şarkıyı değiştirmesiyle devam ediyordu.

Gittikçe artan bir sıklıkla gelen “Değiştir” komutuna en uzun süre dayanabilmek esasına bağlıydı hikâye.

Hafızamın “Ben bu saçmalığı nereden hatırladım şimdi?” kısmında, kuytuda bir yerde bekleyen bu yarışmayı Mehmet Barlas’ın NTV-Star ortak yayınında Başbakan Erdoğan’a yönelttiği soru sayesinde hatırladım.

* * *

Yazının Devamını Oku

Büyük ikramiye sayılır

24 Aralık 2012
LİDER Galatasaray açısından ödülü büyük, cezası ise telafi edilebilir, zor bir deplasmandı.

Kazanması durumunda mesela Fenerbahçe ile puan farkını 8’e çıkartmak gibi bir avantaj elde edecekti. Trabzonspor ise, gittikçe uzağında kalmaya başladığı üst sıralara tutunmak, moral bulmak ve son yıllarda sahasında boyun eğmek durumunda kaldığı rakibini yenerek özgüven tazeleyebilecekti.

Saçma hatalar

İlk yarıda daha baskılı oynayan taraf Galatasaray gibi algılansa da iki ekip de az sayıda ancak etkili olabilecek pozisyonlar yarattı. Bu süreçte dikkat çeken bir başka nokta da üst düzey oyunculara pek yakışmayacak, ‘Saçmalık boyutunda’ pas hatalarıydı; iki takım da bu alanda bir nevi beceriksizlik yarışına girdiler.
Türkiye’nin deneyimli iki teknik direktörünün ‘Ne sıkıntıdan öldüren ne de güldüren’ bu maça nasıl müdahale edecekleri sorusu eşliğinde beklendi ikinci yarı...
G.Saray’ın kadrosunda son dönemde Trabzonspor’dan transfer ettiği epeyce futbolcu var. Yani birbirlerini gayet iyi tanıyan oyuncular vardı sahada. Hatta iki kardeş bile (Altıntop Kardeşler) karşı karşıya geldi! Bu tanışıklık hali oyunun yer yer sertleşmesine engel teşkil etmedi. Hakem Yunus Yıldırım’ın sertliğe karşı müsamaha göstermesini anlamak, ‘Tarzı böyle’ demek mümkün olabilir, ancak formadan çekmelere bile göz yumdu. Bu bahiste iki takıma da eşit ölçüde ‘Haksızlık’ yapması adil yönetim olarak algılanıyorsa diyecek sözüm yok.

Fayda gelmedi

Oyuna ilk müdahale eden kişi Fatih Terim oldu. İlk saatin sonunda Umut ve Amrabat’ın yerine Aydın ve Yekta’yı sürdü sahaya. 73 dakika dayanan Şenol Güneş de Sapara’nın yerine Alanzinho’yu aldı ve hücum hattını böylece çeşnilendirmek istedi. Terim’in son hamlesi de Hamit’le Elmander’i değiştirmek oldu. Ancak bu değişiklikler de pek işe yaramadı; ikinci yarıda giderek ‘Güdükleşen’ ve sıkıcı hale gelen maça uygun ilaç bulunamadı.

Yazının Devamını Oku

Jack, Leo, Bob ve diğerleri

22 Aralık 2012
2012’de müzik aleminde neler oldu, nelere takıldın diye soranlara arz ederim: Aklıma gelen ilk isimler, albümler, konserler aşağıdadır

Düzenli aldığım iki müzik dergisinden Mojo, Jack White’ın solo albümü ‘Blunderbuss’ı, Uncut ise Leonard Cohen’in ‘Old Ideas’ını 2012’nin en iyi albümleri listelerinde birinci sıraya yerleştirmiş. İki dergiye de ‘Bingo!’ diye seslenmek isterim!
Jack White her kaydını bulup dinlediğim nadir tiplerden. ‘Blunderbuss’ da 2012’de en çok dinlediğim albümlerden biri oldu.
Hatta iki dakika izniniz olursa yazıya ara verip albümü koyayım ve onun eşliğinde devam edeyim...
Hah, tamamdır, döndüm. Bu plağı ikinci yüzünden başlayarak dinlemeyi seviyorum yani ‘I’m Shakin’ ile devam ediyoruz yazıya...
Leonard Cohen’in ‘Old Ideas’ albümü de pek elimden düşmedi. Özellikle de bu albümdeki ‘Darkness’... 2012 için kendime bir soundtrack hazırlasam A yüzünün ilk şarkısı için en kuvvetli aday olur.
Fakat elbette koca yılı bu iki albümle geçiştirmedim: Bob Dylan’ın ‘Tempest’ı, The XX’in ‘Coexist’i, Damon Albarn’ın ‘Dr. Dee’si, The Black Keys’in ‘El Camino’su, Lana Del Rey’in ‘Born To Die’ı da 2012 modeller arasında ön plana çıktılar.
Bu listeye çok sevdiği şarkılar içeren ama bütününe “Of be, ne şahane albüm yapmış elemanlar, elleri dert görmesin” diyemediğim başka albümleri de ekleyebilirim.

Yazının Devamını Oku

800 yıldır beklenen aklıevvel bulunmuştur!

20 Aralık 2012
ANADOLU 13’üncü ve 14’üncü yüzyıllarda dehşet ve vahşetle harmanlanan bir coğrafyaydı. Moğol istilası, beylikler arası kanlı savaşlar vesaire...

Bu kan ve ateş ikliminde insanlar ilahi aşkı, barışı, hümanist değerleri yücelten muhteşem kişiliklere, onların sözlerine ve öğretilerine tutundular.

Zorbalık ve şiddete karşı sevgiyi, hoşgörüyü öne çıkaran Mevlânâ’nın, Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş-ı Veli’nin bu çağda Nermi Uygur’un ifadesiyle “Halk için halk gibi” konuşup söylemeleri yüce birer halk kahramanı olmalarını sağlar.

*

Ahmet Hamdi Tanpınar der ki:

“Moğol istilâsının kan ve ateş çağında o bitmez tükenmez ıstırap, ölüm, hastalık, açlık ve ümitsizlik cehenneminde yaşayanlar bu sevgiye, tahammülü imkânsız realitenin ötesinde açılan bu geniş, bu rahmanî ümit kapısına ekmek ve su kadar, rahat yatak ve uyku kadar muhtaçtılar...”

Yunus Emre’ye duyulan sevgi yüzyıllarla test edilmiş ve hep daha büyüyerek varlığını sürdürmüştür.

Beyler, sultanlar, karunlar geldi geçti, Yunus’un ve çağdaşlarının sesleri, sözleri, nefesleri kaldı.

*

2012 biterken Yunus Emre’yi sansürlemek gibi bir garabetle karşı karşıyayız...

10’uncu sınıflara (lise 2) okutulan edebiyat kitabında, Yunus Emre’nin “Bana Seni Gerek Seni” olarak hepimizin bildiği ilahisinden bir dörtlüğünün “tıraşlandığını” öğrendik pazar günü Evrensel gazetesi sayesinde.

Dünkü Radikal de “Yunus’a da talim terbiye” manşetiyle çıkmıştı.

Bu “tıraş”a onay veren Talim Terbiye Kurulu, sansürün arkasında durduğunu şu yorumla duyurdu: “Şiirden beklenen kazanım sağlanmıştır”.

Yani diyor ki, “Ha sekiz dörtlük, ha yedi dörtlük... Yunus’un ne demeye çalıştığını böyle de anlıyoruz...”

Aferin!

Çıkarılan dörtlük de şu:

Cennet cennet dedikleri/ Birkaç köşkle birkaç huri/ İsteyene ver onları/ Bana seni gerek seni”.

*

Yaklaşık 800 yıl kimsenin akıl edemediğini yapıp Yunus Emre’yi sansürlemek ve bir de bu “marifeti” savunmak için meğer talim ve terbiye sahibi bir grup insanın kurul oluşturmasını beklememiz gerekiyormuş.

Ne kadar şişinsek, gurur duysak, kabarıp gezsek yeridir; ne mutlu!

Haydi onu sansürledin, “Adımız miskindir bizim/ Düşmanımız kindir bizim/ Bir kimseye kin tutmayız/ Kamu âlem birdir bize”yi ne yapacaksın?

Haydi “köşk”ten, “huri”den dolayı kaşıntınız tuttu, “Bir kez gönül yıktın ise/ Bu kıldığın namaz değil/ Yetmiş iki millet dahi/ Elin yüzün yumaz değil”i ne yapacaksın?

Haydi Yunus’u 10’uncu sınıflara sansürlü sundun, “Derviş Yunus söyler sözün/ Yaş doludur iki gözün/ Bilmeyenler neyi bilmiş/ Bilenlere selam olsun”u hangi pişkin yüzle okuyacaksın bir daha?

*

Dünya malına sırtını dönmüş “Gitti beyler mürveti/ Binmişler birer atı/ Yediği yoksul eti/ İçtiği kan olusar” demiş Yunus Emre’ye saygı ve sevgimizi 200 TL’lik banknota temsili resmini basarak gösterdiğimiz çağda, “Bir dörtlüğün lafı mı olur? Beklenen kazanım sağlanmıştır” zihniyetine şaşırana şaşardı herhalde büyük ozan bugün yaşasaydı.

Daha ne diyeceksin; böyle işte...
Yazının Devamını Oku

Küçük ölçekli siyaset fotoğrafı

18 Aralık 2012
TÜRKİYE’nin büyük ölçekli gündeminde ancak toplu iğne kadar yer tutacak küçük bir habere niye takıldım sabah sabah bilmiyorum ve kendime de açıklamakta zorlanacağımı hissediyorum açıkçası. Dün sabah erken saatlerde, normalde “Haa öyle mi olmuş?” deyip geçeceğim “Bozüyük Belediye Başkanı görevden alındı” başlıklı haberi okudum.

Bozüyük, memleketin büyük ilçelerinden biri. Bilecik’in 66 bin nüfuslu ilçesinde yaşananları internet marifetiyle arşiv taraması yaparak anlamaya çalıştıkça “Türkiye’de siyaset mesleğinin küçük ölçekli bir fotoğrafı” çıktı karşıma.

Buyurun beraber anlamaya çalışalım.

*
Bozüyük’ün görevden alınan AKP’li başkanı (partisinden de ihraç edildi) Ahmet Berberoğlu, belediyenin web sayfasında “Her şey sevmekle başlar” sloganının altında kendisini şöyle tanıtıyor:

1961’de Bozüyük’ün Kasımpaşa Mahallesi’nde dünyaya geldim. İlk ve ortaöğretimimi Bozüyük ve Bilecik’te tamamladım. 1985 yılında iş hayatına atıldım. Eskişehir’de bir aile şirketi olarak kurulan Yavuz A.Ş.’nin Kütahya Şube Müdürlüğü, Bursa Bölge Müdürlüğü ve ardından genel müdürlük görevlerinde bulundum.

Bu yıllarda bürokrasiyi ve politikayı tanımaya başladım. İlk kez 1999 yılında Bozüyük Belediye Başkanı seçildim. Sevgili Bozüyüklülerin görevime devam etmemi uygun görmeleri üzerine 2. ve 3. kez belediye başkanlığına seçilerek şu an 3. dönem belediye başkanlığı görevimi sürdürmekteyim. Evli ve 3 çocuk babasıyım.

Bozüyükümü seviyorum, sizleri seviyorum...”

Berberoğlu yeni bir AKP’li sayılır. İlk iki döneminde Bozüyük’te güçlü bir tabanı bulunan MHP’den seçilmiş, daha sonra iddialara göre MHP ile işler kötü gitmeye başlayınca AKP’ye yatay (veya dikey) geçiş yapmış.

*

Bu noktada günümüze dönelim.

Dün okuduğum küçük haber özetle şöyleydi:

İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınan Bozüyük Belediye Başkanı AK Partili Ahmet Berberoğlu ile danışmanı Fevzi Bubilik’in odalarında, cumhuriyet savcılığının talimatıyla polisler tarafından arama yapıldı.

Polisler fotoğrafını çektikleri bazı belgelere el koydu. Berberoğlu’nun odasında frekans bozucu cihaz, danışmanının odasında da belediye meclis üyelerinin fişlenmesiyle ilgili bazı belgelerin bulunduğu öne sürüldü. Berberoğlu’na ‘görevi kötüye kullanma’ ve ‘yolsuzluk’ iddiaları üzerine yaklaşık 5 ay önce soruşturma başlatılmıştı.”

*

Hımmm...

Berberoğlu’na da söz hakkı tanımak lazım.

Bilecik’in yerel medya kuruluşlarından Haber 11’de toplam 18 dakika süren “Berberoğlu kendini savundu” başlıklı videoyu sabır ve sebat sahibi bir insan gibi baştan sona izledim.

Berberoğlu 5 aydır didik didik araştırıldığını, soruşturulduğunu, bu işlerin arkasında AK Parti Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz başta olmak üzere siyasi kan davalılarının bulunduğunu, tarafsız olması gereken atanmış valinin Ankara’ya giderek kulis yaptığını, adının lekelendiğini ve kendisine bu oyunu oynayanların peşini bırakmayacağını, analarından emdikleri sütü burunlarından getireceğini söylüyor özet olarak.

Bu arada Ramazan Şenlikleri, 4 Eylül Kutlamaları (Bozüyük’ün kurtuluşu), torbayla ayakkabı alımı gibi bazı ihalelerde yapılan yolsuzlukları araştırdığı için bunların başına geldiğini belirtiyor.

İrili ufaklı her siyasi polemikte duyduğumuz “delikanlılık”, “şeref”, “haysiyet” gibi kavramların uçuştuğunu söylemeye gerek var mı? Yok, güzel, devam edelim.

*

Danışman Fevzi Bubilik de görevden uzaklaştırılanlardan. İhale yolsuzluklarıyla ilgili iddialarından tadımlık bir bölüm sunayım:

Partimizin mensubu 2 meclis üyesi tarafından belediyeye ait arsa 300 bin TL’ye alınarak aracı bir şirket vasıtasıyla parti kimliği ve sıfatları kullanılarak 3 milyon TL’ye satılmaya çalışılmıştır...

Partimiz mensubu belediyede görev yapmış yetkili ve etkin isimlerden biri tarafından doğrudan temin yolu ile mayıs ayında yapılan ihaleye girilmiş ve 2.000 TL değerindeki 400 çift ayakkabı 13.000 TL’ye belediyeye satılarak kamu zarara uğratılmıştır.”

Ancak Bubilik ile ilgili iddialar da var.

Mesela Bilecik vekili Fahrettin Poyraz diyor ki “Beni bile fişlemişler” ve devam ediyor:

İsmi cismi belli olmayan bir adam çıkmış benim, danışmanlarım, meclis üyelerim hatta kardeşlerim hakkında fişleme yapmış...”

*

Sizi daha fazla “detay manyağı” yapacak yerim yok, hepimiz şanslı sayılırız!

Ama özetle siyaset mesleğinin 66 bin nüfuslu bir ilçedeki fotoğrafı 2012’nin aralık ayı itibariyle böyle çıkıyor.

Büyük resme bakın diyeceğim ama kim uğraşacak, di mi?
Yazının Devamını Oku

Bir taşla dört kuş

17 Aralık 2012
G.SARAY derbiye müthiş bir baskıyla başladı. Oyunu Fenerbahçe’nin yarı sahasına yıktı; öyle ki ilk 10 dakika dolmadan dört korner kazanmış, bir topu da direkten dönmüştü.

İlk 10 dakika demişken, bugüne kadar ilk 10 dakikasında faul yapılmayan başka derbi var mıdır, istatistiklere hakim olanlar cevaplasın. Zaten maçın ilk faulünün ardından Riera geldi, sert ve etkili bir top kesti, Bekir de topu kendi ağlarına yolladı.

Goller defanstan

Fenerbahçe’yi biraz kendine getirdi yediği gol... Özellikle Amrabat’ın -çok koşsa ve rakibe epeyce rahatsızlık verse de- defansif anlamda pek katkıda bulunmadığı sol taraftan, Riera üzerinden yüklenmeye çalıştı Kadıköy ekibi. Bu atakları genellikle tehlikeye dönüşmeden savuşturan Galatasaray, gardını düşürdüğü ilk anda Hasan’ın topun gelişine yaptığı vuruşla golü yedi. Maçtaki ilk iki golün Fenerbahçeli savunma oyuncularından gelmesi de ilginç notlar arasında kendine yer açabilir...
Derbiden en fazla akıllarda kalacak güzellik ise Selçuk İnan’dan geldi.
Geçen sezon neredeyse penaltı gibi kullandığı serbest vuruşlardan birini yaptı lideri yeniden öne geçirdi.

Satranç hamleleri

Galatasaray ikinci yarıda da oyunu istediği gibi yönlendirdi, ipleri elinde tuttu. Sezonun etkili gol silahı Burak’tan fayda sağlayamadı ancak aynı şekilde Sow’u da etkisiz hale getirdi. 65’inci dakikadan sonra teknik direktörler satranç tahtasındaki taşları değiştirmeye başladı. İlk hareket Fatih Terim’den geldi. Umut’un yerine Yekta’yı oyuna dahil ederek bu sezon daha önce de denediği ‘Öndeyken orta sahayı takviye edip forvet hattını eksiltme’ yoluna gitti. Aykut Kocaman da üst üste hücum alanında katkı sağlayabileceğini düşündüğü Krasiç, Stoch, Sezer gibi isimleri kullandı.

Yazının Devamını Oku