Kanat Atkaya

Cohen’den 3 şarkı, 3 kadın

27 Ocak 2013
HİKÂYENİN aslını, şarkının arkasındaki gerçeği ilk öğrendiğimde ilk tepkim şaşkınlıkla “Meğer hiç yatmamışlar” demekle sınırlı kalmıştı.

Oysa bir kadının “kusursuz bedenine zihninle dokunmak”, ergen irisi yıllarımızda aşk bahsinde duyduğumuz en romantik, en erotik ifadeydi.
Defalarca, bıkmadan, anlam üstüne anlam yükleyerek dinlediğimiz o güzel şarkının gerçek hikâyesini öğrenmek kırdı mı bizi peki? Asla!
Büyük bir ozan, şarkılarıyla ruh haritamıza hâkim olmuş efsane şarkıcı Leonard Cohen’in biyografisi “I’m Your Man”i bitirmeye çalışıyorum şu günlerde.
3 kadın ve 3 şarkı seçtim bu pazar günü sizlerle paylaşmak için.
İlk sırada “Suzanne” var, Cohen’in “hiç yatmadığı kadın”dan (da) bahsettiği o müthiş şarkı...

1960’lar, Montreal.

Yazının Devamını Oku

Bu albümlere hazır mıyız?

26 Ocak 2013
2013 geldi, yeni albümler de yolda. Bazı ustaların yeni albüm haberi beni heyecanlandırmadı desem yalan olur.

David Bowie’nin 10 yıl aradan sona yeni bir albüm yapacağı haberi ve bu albümün habercisi olarak uçup gelen şarkı ‘Where Are We Know?’, hayranları arasında Meksika Dalgası yarattı. Bowie’nin yeni albümü ‘The Next Day’in tamamını dinlemek için mart ayının ikinci haftasını beklemek gerekecek. Son 10 yılda yaşadığı sağlık problemi yüzünden konser vermeyen, birkaç kayıt yapan Bowie’yi elbette sabırsızlıkla bekleyeceğiz.
Bu bekleme halinin heyecanını (tabii heyecanlandıysanız!) daha da körüklemek için 2013’ten başka neler beklemeliyiz sorusunun cevabını aradım.
Mojo ve Uncut’ın yayınladığı ‘2013’te gelecek albümler’ listelerinin yanı sıra web üzerinde güvenilir müzik kaynaklarına da göz attım. Her türden müzikseveri mutlu edecek haberlerim var...
Belli bir sisteme sadık kalmayacağım; tür veya tarih sıralaması yapmayacağım. ‘Kafama göre’ takılacağım...
Yine de ‘ustalara saygı’ şeklinde başlamakta fayda var. Mesela Jimi Hendrix... Mart ayında ‘People, Hell & Angels’ adlı bir Hendrix albümü geliyor. Daha az bilinen şarkılarının hiç duyulmamış, farklı kayıtlarından derlenen bir albüm. Yani hiç yayınlanmamış şarkı beklemeyin; hiç duyulmamış hallerine hazırlık yapın.

ESKİ EKİBİ TOPLAYANLAR

Benzer tarzda ancak daha heyecan verici bir haber de Led Zeppelin’den var. Malum, Jimmy Page, bir süredir eski albümleri yeniden elden geçiriyor.

Yazının Devamını Oku

‘Atar/gider’ toplumuz vesselam

24 Ocak 2013
ÇAĞDAŞ Türk argosu (!) kullanıma soktu “atar/gider” hadisesini.

Çoğunlukla ota, kota, çiçeğe, böceğe; olur olmaz her şeye çabuk tarafından sinirlenmek manasında kullanılıyor. Manasız, sevimsiz, fakat dikkat edilmezse dile bir şekilde yerleşen ve giderek yaygınlaşan ifadelerden.

Rahmetli Hulki Aktunç yaşasaydı Büyük Argo Sözlüğü’nün yeni baskılarına alır mıydı acaba?

Bilemedim...

*

Yazının Devamını Oku

Feng Şui’ye uygun sorgu yöntemleri

22 Ocak 2013
EMNİYET Genel Müdürlüğü daha rahat bir çalışma ortamı sağlamak ve karamsar havadan kurtulmak için bir Uzakdoğu felsefesi olan Feng Shui’den (Feng Şui) yararlanmaya karar vermiş.

Duy da inanma derler ya: “Ev ve işyeri dekorasyonunun, enerjinin mekân içinde rahatça dolaşmasını sağlamak ve insan psikolojisi üzerindeki etkisini artırmak amacıyla dizayn edilmesi anlamına gelen Feng Şui sisteminin kurulması için çalışma başlatıldı.”
Hayırlı olsun.

Emniyetin polis merkezlerinde judo, tekvando, karate, aikido gibi Uzakdoğu kökenli dövüş sanatlarını güreş ve “Levye nerede” (bu durumda cop) gibi yerel tatlarla harmanlamasına alışmışız; süreç zor olur herhalde...

*

Malum, Feng Şui en basit anlatımla yaşanılan mekânların huzur verecek şekilde düzenlenmesini amaçlıyor.

Yazının Devamını Oku

Formadaki Birand imzası

20 Ocak 2013
OLAYLARI net tarihleriyle hatırlamak gibi iyi bir tarafım yoktur. Ama o gün, o formayı imzalayanlardan biri tarafından tarih de düşüldüğü için biliyorum: 17 Mart 2012.
Büyükada’da, bir otel odasında, sabahın erken saatlerinde çalan telefonla başlamıştı gün. “Memedaliabi” arıyor:
- Uyandın mı bakalım?
- Evet abi.
- N’apıcaz akşam?
- N’apıcaz bilmiyorum ama sağ ol abi, şu saat itibariyle soruyu kafamda dolaştırmaya başladın.
- Nerede seyrediyorsun maçı?
- Adadayım, ama eve dönerim herhalde maç için.
- O zaman bak ne diyeceğim. Başkan bizi Les Ottomans’a davet ediyor. Maçı beraber seyredeceğiz, atla gel.
- Kim kim?..
- Başkan, Hasan Cemal, Volkan Vural, Ali Kırca, sen, ben, Umur... Küçük bir grup maç seyredeceğiz işte.
- Vay, derin Galatasaray çağırıyor yani.
Klasik şahane kahkahalarından birini atıp “Gel işte ulan” diyerek kapatmıştı telefonu.
Kadıköy’de 2-2 bitecek olan Fenerbahçe-Galatasaray maçının sabahıydı...
*
Maçlarda sol üst tarafımızda otururdu Hasan Cemal, Volkan Vural ve oğlu Umur ile.
Müthiş bir Galatasaray sevgisi vardı.
İyi bir Galatasaray taraftarı kabul ederim kendimi ama bu konuda Mehmet Ali Abi ve Hasan Cemal’in karşısında “ezik” kaldığım çok olmuştur.
Mesela...
Mehmet Ali Abi’nin hastalığının ilk etabını henüz savuşturduğu günlerdi.
İnsanın üstüne yapışan, hayattan bezdiren pis bir soğuk.
Akşam Galatasaray’ın maçı var ama hiç gidesim yok; bütün planlarımı evde “çay, çorba, maç” üstüne kurgulamışım.
Hasan Cemal’den “sevgi dolu” telefon geliyor bir maç günü klasiği olarak: “Maçtan önce buluşuyoruz daltaban!”
“Ben gelmeyeceğim abi bu akşam maça, tesislerde seyredeceğim...”
“Puuuu! Senin gibi Cimbomlu olmaz olsun!”
İçimde Hasan Cemal’in yerleştirdiği suçluluk duygusu eşliğinde maç saatini beklemeye başlıyorum.
Lig TV kameraları maç öncesi tribün taraması yapıyor.
Yönetmen sevgili Musa Çözen pek sevdiği işi yapıyor ve Mehmet Ali Birand, Hasan Cemal, Volkan Vural üçlüsünü getiriyor ekrana.
Nekahet döneminde, o soğukta maça giden Mehmet Ali Abi’yi görünce önce Hasan Cemal’in sözlerini tekrarlıyorum kendi kendime “Benim gibi Cimbomlu olmaz olsun!”, sonra evden fırlıyorum; istikamet stadyum!
Yerime vardığımda maç başlamış, zıplayarak filan Mehmet Ali Abi’nin dikkatini çekiyorum bulunduğum yerden ve bağırıyorum “Senin yüzünden geldim!”
O şamatada duymasına imkân yok, gülerek el sallıyor...
Maçı kazanıyoruz, “Senin sayende kazandık bence abi” diyemiyorum, fırsat olmuyor...
*
17 Mart 2012’ye dönelim...
Maçtan önce muhabbet koyulaşmışken kalemi uzatıp formayı işaret ediyorum: “Bir imza alabilir miyim abi? Bak, daha Hasan Cemal’e bile imzalatmadım...”
Gülüyor ve “Ooo daha Başkan bile imzalamamış” diyerek çakıyor imzasını.
İmzalı forma ısrarım yoktur ama o ekibi yakalamışken ileride “Derin Galatasaray” olarak anacağım bir forma olsun istiyorum.
Önceki gece, Galatasaray’ın Kasımpaşa
spor maçını ilk kez o formayı giyerek seyrediyorum evde Mehmet Ali Abi’nin anısına.
2-1 yenilince gülüyorum, “Bizim suçumuz değil abi, takım kötüydü” diyorum imzasına bakarak.
Evde, küçük bir çerçevede o gün çekilen fotoğrafımız duruyor.
Derbiler, zaferler, hezimetler, elemanlar, çilekler, kupalar, manşetler, sıcak gelişmeler, günler gelip geçiyor.
O formadaki imza ve insanın içini ısıtan bir gülümseme kalıyor geriye:
“Başarılar gelir geçer, senin asaletin yeter”.
Onu çok özleyeceğim...
Yazının Devamını Oku

Zor, oyunu bozdu

19 Ocak 2013
MALUM, atasözüdür: “Zor oyunu bozar.” Galatasaray, Kasımpaşaspor’un enerjik ve sert futboluna karşılık vermekte zorlanınca işlerin sarpa saracağı daha maçın ilk dakikalarında belli oldu.

Orta sahadan itibaren Galatasaray’ın pas trafiğini kesen, oyunu dikte etmesine itiraz eden Kasımpaşa, rakibinin ezberini, ritmini ve moralini de bozmayı başardı.
Topa hakim olsa da oyuna (ve kendisine) hakim olamayan lider, ilk 45 dakika boyunca sadece 3 kez gardını düşürebildi Kasımpaşa’nın.
İlkinde Elmander ıska geçti, ikinci de Elmander tamamlayıcı dokunuşu becerdi ve golü buldu.
Üçüncüsünde ise Emre’yle golü bulabilecekken 15 saniye içinde kalesinde gördü topu.
İlk yarı boyunca saha içinde “B Planı” üretemeyen bir Galatasaray çaresizliği seyrettik özet olarak.

* * *

Kasımpaşaspor, ikinci yarıya görkemli bir başlangıç yaptı. Lacivert beyazlıları öne geçiren gol (Bravo Viudez Mora) gerçekten şapka çıkartılacak türdendi.

Yazının Devamını Oku

Alçaklığın Yerel Tarihi: Bölüm Bir

15 Ocak 2013
BORGES’in gerçeklerle kurguyu harmanlayarak yazdığı “Alçaklığın Evrensel Tarihi” benzeri bir kitap bir gün sadece Türkiye için yazılacak olsa (Alçaklığın Yerel Tarihi) ilk bölüm olabilmek için(!) kıyasıya yarışacak pek çok alçaklık var elbette.

Benim adayım netleşti diyebilirim: Engelli vatandaş tacirleri...

* * *

Nevşehir’de bir engelli merkezinde üç yıl önce çekildiği daha sonra açıklanan berbat görüntüleri Zaman’dan Bünyamin Köseli’nin “Engellileri köle gibi alıp satıyorlar” başlıklı haberi sayesinde fark ettim.

Köseli’nin haberi aklın, vicdanın kaldıramayacağı bir gerçeği koyuyordu ortaya.

Yazının Devamını Oku

Meşhur bir rock efsanesine veda

13 Ocak 2013
ROCK tarihinin en meşhur hikâyelerinden ve şarkılarından birinin kahramanıydı Claude Nobs.

Rock müzikle bir şekilde haşır neşir olanlarınız (hatta olmayanlarınız), Deep Purple’ın “Smoke On The Water” adlı şarkısını hatırlamakta güçlük çekmeyecektir.
Şarkının ve Claude Nobs’un hikâyesi yıllardır “rockçılar geyik koştururken” ana malzeme muamelesi görür...

Yıl 1971, aylardan aralık.
Deep Purple, al takke ver külah Rolling Stones’un mobil stüdyosunu (The Mobile) kiralamış ve İsviçre’ye, Montreux’ye (Evet, 1936’da anlaşmanın imzalandığı Montrö) park etmiş.
Yeni albümlerini bu güzel bölgede kaydedecekler; hedef bu.
Aynı zamanda Frank Zappa ve grubu The Mothers of Invention’da hemen diplerinde, Montreux Casino’da konser verecek.
Buraya kadar her şey iyi, güzel.

Yazının Devamını Oku