Her ikisi de Türkiye’nin zamanında IŞİD’le yeterince mücadele etmemesi, bırakın mücadele etmeyi bu örgüte örtülü/açık destek vermesi yüzünden bugün bu durumda olduğunu söylüyordu.
İki yazının çok sayıdaki ortak noktalarından biri de Türkiye’nin (Suriye’de) Kürtleri kendisi için IŞİD’den daha büyük tehdit gördüğüne ilişkin analizlerdi.
Bunların ardından The New York Times’ta okuduğum bir başka haber/analiz, Türkiye’yi doğrudan suçlamadan ama yine de Türkiye-IŞİD ilişkisinin eski yeni kanıtlarını sıraladıktan sonra Türkiye’nin bu örgütle aktif mücadele kararı almasının ardından IŞİD’in hedefi haline geldiğinden uzun uzun söz ediyordu.
Bunlar Batı medyasındaki yaygın ve sıradan algıyı anlatan analizler.
Türkiye açısından Irak’ın ardından Suriye’de de ümitsizlik, başarısızlık anlamına geliyordu bu terse dönme. Bütün halinde (Irak Kürdistanı ile olan bölge dışında) güney sınırımız güvenli olma ihtimalini uzun bir süre için kaybetmişti...
Bu değerlendirme bana ait değil, Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı ve hükümetine ait. Suriye’de rüzgârın terse dönmesi ve bunun da Türkiye’yi çok sıkıştıracak olmasını uzaktan izlemek yerine meseleye aktif olarak müdahil olma kararı alındı Ankara’da.
En önemli şey, bir üst düzey yetkilinin 2014 yazında İstanbul’da bir grup gazeteciye söylediği “Batı ile aradaki dikenleri azaltma” siyasetiydi.
Aslında DNA’da bazı bölgelerin tekrar ettiği 1987’de ilk olarak bulunmuş, sonra bunun bakteriler ve virüslerden tutun da insan hücrelerine kadar DNA’nın olduğu her yerde görüldüğü fark edilmişti.
2002 yılından beri CRISPR adı verilen bu yeni durumun ve ona uygun teknolojinin insanlık yararına nasıl kullanılabileceği, bu sayede bazı hastalıkların tedavisinin mümkün olup olmayacağı araştırılıyor. Türkiye’de de bu konuda çalışan biyolog, doktor ve kimyacılar var.
CRISPR adı verilen gen bölgesiyle ilgili DNA bölümlerine ‘CAS’ adı veriliyor ve bu bölümlerin hücrede ne işe yaradığı tek tek ayırt edilmeye, belirlenmeye çalışılıyor. Şimdilik bunların hücrenin veya organizmanın bağışıklık sistemiyle olan bağlarının önemli miktarı belirlendi bile.
ANAHTAR T-HÜCRELERİNDE
Evet, Osmanlı’dan beri başarılamayan bir şeyi ‘başardık’ ve aynı anda hem Batı hem de Rusya ile ‘dostane olmayan şartlar’ altında yaşıyoruz.
Evet, iç siyaset kavgamız sağırlar diyaloğunu bile aştı, tamamen diyalogsuzluk ortamına girdik.
Evet, iktidar kendi doğru bildiğini kimseyle uzlaşma gereği duymaksızın hayata geçiriyor.
Ve evet, refahımızı arttıramıyor, aksine dolar cinsinden fakirleşiyoruz.
Eğitimde fırsat eşitliği olmadığı için hemen tamamı eğitimsiz olan yoksul ailelerin çocukları da hem eğitimsizliğe (veya kötü eğitime) hem de yoksulluğa mahkûm kalıyor diye.
Bugün bu yazılarımı kanıtlayabilir durumdayım; çünkü yoksullukla eğitimsizlik ve yoksul/eğitimsiz aileden gelmekle sınavlarda başarısızlık arasında doğrudan ilişki kuran rakamlar var önümüzde. (http://odsgm.meb.gov.tr/test/analizler/docs/Ortak-Sinavlar-Arastirma-Raporu.pdf)
Milli Eğitim Bakanlığı Ölçme, Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Veri Analizi ve İzleme Değerlendirme Daire Başkanlığı uzmanları, 2014-15 öğrenim yılında yapılan TEOG sınavları verilerinden hareketle kapsamlı bir rapor hazırlamışlar.
Gelin önce sınav başarısıyla ailelerin gelir durumu arasındaki ilişkiye bakalım. Toplam 1 milyon 94 bin öğrencinin yüzde 2.8’i ailesinin gelir durumunu ‘Çok kötü’, yüzde 22.4’ü ‘Düşük’, yüzde 40.1’i ‘Orta’, yüzde 23’ü ‘İyi’ ve yüzde 1.7’si de ‘Çok iyi’ olarak tanımlamış.
Ama nedense, bu devrimin ana sloganı olan ‘Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik’in özellikle ‘eşitlik’ ve ‘kardeşlik’le ilgili özünü değil ama bazı uygulamalarını Fransızlardan bile daha çok benimsedik.
Adıyla söyleyelim, ‘eşitlik’ ve ‘kardeşlik’ adına merkezi yönetimi, her şeye tek merkezden ve herkese aynı uygulanacak şekilde yapma işini bizim bürokrasimiz de siyasetçimiz de çok sevdi. Bu uygulama ne ‘eşitlik’ getirdi ne de ‘kardeşlik’; onun yerine ceberut bir devleti ve adam kayırmacılığı, yolsuzluğu, ahlaksızlığı destekledi.
Neyse, konumuz eğitim. Eğitimde de merkeziyetçiliği en koyu uygulayan ülkeyiz. Keşke yerel inisiyatiflerin rolü çok daha büyük olabilse ama şimdilik verili durumumuz bu merkeziyetçilik olduğuna göre, onun içinde konuşmak zorundayız.
NİHAYET TEOG SONUÇLARINI GÖRDÜK
Ben binmem.Ama çocuklarımızı kendi alanında 100 üzerinden 60 alan öğretmenlere emanet ediyoruz.
Hem de 12 yıl boyunca.
Bazı rakamlar vereyim:
Bilgiye, üstelik de rakamlardan oluşan bilgiye karşı ilgisizliğimiz; analizlerimizi somut veriler yerine kıymeti kendinden menkul görüşlerimizin ve önyargılarımızın üstüne bina etme alışkanlığımız kimilerimizi şaşırtıyor. Beni değil.
Rakamlara dayalı bir analiz okumak ilginizi çekerse, bilgiye karşı ilgisizliğimizin nedenini anlatmaya çalışayım...
Bugünlerde bazı seçkin devlet liselerinden devrim çağrıları yapılıyor. Öğrenciler okul yöneticilerini türlü çeşitli sebeplerle eleştiriyor. Olabilir; hatta bu çağrılarda dile getirilen eleştirilerin çoğunun yerinde eleştiriler olduğunu ben de sağdan soldan dinlediğim gözlemler sonucu düşünüyorum.
Bildiriler yayınlayarak protesto dalgasına katılan okulların bir ortak özelliği var: Bu okulların hepsi devlet liseleri ve giderek belirgin biçimde kötüleşen devlet liseleri sistemi içinde son kalan birkaç seçkin, sahiden iyi okul. Demek sıradanlaşma, kötüleşme dalgası onlara da uzanmış.