Paylaş
Önce kısaca ekonomi politiğe bakalım. Süt dünyanın en değerli tarım ürünü. Tarım, tarımsal sanayi ve gıda sektörünün temel hammaddesi olarak yılda yaklaşık 200 milyar dolarlık bir ticaret hacmine sahip. Günümüzde 6 milyar insan süt ve süt mamulleri tüketiyor. Küresel Süt Endeksi’ne göre ekonomik büyüme ve demografik değişimler gerek gelişmekte olan, gerekse gelişmiş ülkelerde süt ürünlerinin her türüne olan talebi yükseltiyor. Dünyanın en büyük süt tüketicisi Hindistan’da nüfus artışı devam edecek. Yanısıra Çin’de süt ve diğer süt ürünleri giderek daha aranan gıda haline gelecek. 2020’ye gelindiğinde ise dünyanın toplam süt ürünleri tüketiminin 3’te birinin Hindistan ve Çin’de gerçekleşmesi bekleniyor. ABD inek sütünde en büyük üretici konumunda. Türkiye son yıllarda sığır varlığındaki yükselişin yanı sıra özellikle verim artışı sayesinde üretimde 17 milyon tonu geçti. Bu performansla dünyada 8’inci sıradayız. Süt hayvancılığının katma değeri çok büyük, dolayısıyla bundan böyle ‘süt ekonomisi’ni daha çok konuşur olacağız.
Büyük katma değer
Gıda sanayii içinde yüzde 15 üretim değerine sahip süt ve süt ürünleri sanayi, ülke ekonomisine sağladığı katma değer açısından son derece önemli bir sektör. Önümüzdeki yıllarda ulusal ekonomi içinde gıda endüstrisinin payı büyürken, süt sektörünün payı ve yarattığı katma değer oransal olarak daha da genişleyecek. Kısaca bütün boyutlarıyla ele aldığımızda süt endüstrisi Türkiye tarım ve gıda sektöründe hububatın da önüne geçmiş durumda. Bu olumlu bir gelişme. Ne var ki bugün sektörün yapısal ve konjonktürel olmak üzere iki temel sorunu bulunuyor. Yapısal olan ülke tarımının ana sorunsalı “Küçük çiftçilik” modelinin süt hayvancılığında da çok küçük işletmeler biçiminde boy göstermesi. Neredeyse 1 milyona yakın sadece 1-5 baş inek sahibi çiftçi ailesinin olduğu bir üretim yapısı ile karşı karşıyayız. Çok uzun yılların birikimi olan bu tablonun kısa vadede çözümü son derece zor. Burada akla şu geliyor. Son dönemde hayli eleştiri konusu olan sıfır faizli Ziraat Bankası kredileri ile acaba yalnızca mikro ölçekli üretim birimlerinin tahkimi yani güçlendirilmesi politikası izlenseydi daha iyi olmaz mıydı? Ya da bunu yapabilmek mümkün müydü?
Ölçek ekonomisi
Söz konusu eleştiriye karşı şöyle bir tez var. 2002 yılında 50 baş ve üzeri işletme sayısı 4 bin iken bugün bu rakam 30 bine ulaştı. Hepsi de modern ve verimli işletmeler. Aksi halde süt üretimi 8 milyon tondan 17 milyon tonu geçer konuma gelir miydi? Gerçekten de başta İzmir, Balıkesir ve Konya olmak üzere hemen her bölgede çok sayıda yeni işletme kurulduğunu gözlemliyoruz. Ama temel sorun çözülmüş değil. Yüz binlerce küçük başka ifadeyle ölçek ekonomisinin çok dışında üretim yapan çiftçi ailesi ne olacak? Kırsal kalkınma stratejileri ve özellikle kooperatifçilik burada temel politika enstrümanı olarak gözüküyor. Sorunun ana ilgilisi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı gibi dursa da öyle değil. Eğer bu devasa sorun bir hükümet politikası olarak ele alınmazsa sonuç çıkmaz.
Ağır maliyet
İkinci temel sorun, yani konjonktürel olanı yüksek maliyetten kaynaklanıyor. Sektördeki üretimin ekonomik olması açısından süt/yem paritesinin 1’in üzerinde olması genel kabul görmüş bir hesaplama şekli. İşte çiftçinin sıkıntısı burada başlıyor. Kaliteli süt üretimi, ekonomik işletmecilik, soğuk zincir, hepsi tamam fakat çiftçinin mutlaka para kazanıyor olması lazım. İşin sırrı burası. Oysa yem pahalı. Tabii yem sanayicileri hemen itiraz edecek, neye göre pahalı diyecekler... Onlar da kendi açılarından haklı ancak ben üreticinin sürdürülebilir kâr elde ediyor olmasının önemini vurgulamaya çalışıyorum. Süt yoksa neyi tartışacağız? Sektörün çatı kuruluşu Ulusal Süt Konseyi (USK) çiğ sütün litre fiyatını 1 Ağustos’tan itibaren geçerli olmak üzere 1 TL olarak belirledi. Ayrıca Bakanlık soğuk süte prim de veriyor. Sonuç olarak şu anda bölgelere göre değişmekle birlikte süt/yem paritesi 1,1 dolayında. Bu oranı 1,5’e doğru çıkarmak ve daha da önemlisi bunu sürdürülebilir kılmak gerekiyor. Şunu da atlamayalım. Örgütlü üretici örgütsüz olandan daha iyi süt fiyatı alıyor. Orta vadede çözüm ise kooperatifçiliği güçlendirmek ve yaygınlaştırmaktan geçiyor.
Paylaş