Paylaş
SON günlerde basınımızda yer alan ve bazı gözlemciler tarafından abartılarak değerlendirilen Santorini’deki depremler hakkında bizim tarafımızdan söylenecek fazla şey yok. Haber kaynaklarımızın yetersizliği malum. Dünyaca ünlü jeologumuz Celal Şengör’ün ifadesine göre, “Deprem gerçek olduğu takdirde tsunami beklenebilir. Bunun etkisi Ege adalarına ve kıyılarına kadar görülebilir.”
Gerçekte, Santorini Adası’nın çöküşü, daha doğrusu volkanik kısmının patlaması, tarihî çağlarda meydana gelmiştir. Bu olayın MÖ 6. yüzyıl civarında gerçekleştiği düşünülmektedir. Ortaya çıkan çukur, yani caldera, o kadar derin ki gemilerin bu adalara demirlemesini imkânsız kılıyor. Turist gemileri yolcularını adaya bırakırken sürekli tur atmak zorunda kalmaktadır. Şehir tamamen volkanik kalıntılarla örtülüdür. Bu tür sönmüş volkan kalıntılarını Batı Anadolu’da da görmek mümkündür. Özellikle eski Lidya bölgesinde, yani bugünkü Ege’nin antik Sardis şimdiki Kula mıntıkasında benzer oluşumlar mevcuttur.
İNSANLAR LAVLAR İÇİNDE KALDI
Akdeniz bölgesinde Pompei’de MS 79 yılında şiddetli bir deprem yaşanmış ve bu felaket Roma İmparatorluğu döneminde büyük yıkıma neden olmuştur. İlginçtir ki, antik dönemin iki büyük coğrafyacısı, amca-yeğen Plinius’lardı. Bu deprem sırasında amca Plinius donanma komutanıydı ve felaketzedeleri kurtarmaya çalışırken hayatını kaybettiği söylenir. Diğeri ise bu bölgede depremi gözlemlemiştir. Uzun süredir emareleri görülen bu deprem ciddileşince, yaklaşık 20 bin kişilik nüfusun önemli bir kısmının şehri terk ettiği anlaşılmaktadır. Kalan birkaç bin kişi ise lavlar altında kalarak hayatını kaybetmiştir. Napoli Müzesi ve bölgedeki yerel müzelerde bu felakete ait kalıntılar sergilenmektedir. Şehir, klasik Hippodamos sistemine göre inşa edilmiştir; villalar, evler ve yaşam tarzı Roma İmparatorluğu’nun tipik bir örneği olup UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır.
Akan lavlar, 7-8 metre kalınlığında bir tabaka oluşturmuştur. Bu, kıyı bölgesinde açıkça görülebilen bir oluşumdur. 7-8 metre lav örtüsünün altında kazılar hâlâ devam etmekte olup, daha uzun yıllar süreceği öngörülmektedir. İç kesimlerine doğru ilerledikçe lavların kalınlığı 700-800 metreyi bulmaktadır. Bu bölge oldukça verimlidir. Lav kalıntılarının toprağı daha bereketli hâle getirdiği de görülür.
Akdeniz dünyası, yani Türkiye ve İtalya gibi bölgeler, genellikle sönmüş volkanların bulunduğu yerlerdir. Ancak Etna, Napoli civarındaki Vezüv, Stromboli gibi hâlâ aktif olan volkanlar da mevcuttur. Bu volkanların ne zaman patlayacağı belirsizdir. Yunan adaları arasında yer alan Santorini ise doğrusu, bir volkan patlamasının beklendiği bir bölge değildir. Bu nedenle, burada meydana gelen 5.2 büyüklüğündeki bir sarsıntının volkanik bir aktiviteye, lav püskürmesine yol açacağına dair bir beklenti oluşmamalıdır. Ancak bu konuda tartışmalar henüz tam olarak sonlanmış değil. Yine de ada güvenli ilan edilmiştir.
Akdeniz dünyasının en ilginç olaylarından biri, antik kentlerden biri olan ve İtalya’nın yerli halkı olan Samnitler tarafından genişletilen Pompei’dir. Etrüskler ve Yunan Dorları da burada yaşamıştır. 79 yılında, Roma İmparatorluğu’nun en parlak döneminde ve yaklaşık 20 bin kişilik nüfusuyla Pompei, İtalya’nın ünlü şehirlerinden biriydi. Ancak bu sırada Vezüv Yanardağı’nın patlaması şehri büyük ölçüde etkiledi. Daha önce bahsettiğimiz Plinius’ların yanı sıra, bu bölge, en çok araştırılan arkeolojik merkezlerden biri olmuştur. 18. yüzyıldan beri burada kazılar devam etmekte olup, klasik arkeolojinin doğup geliştiği yerlerden biri başında gelir.
LAV PÜSKÜRMESİ HER YERDEN GÖRÜLDÜ
Burada bulunan “anorganik” tasnifteki buluntuların yanı sıra, karbonlaşmış ve taşlaşmış organik buluntular da oldukça fazladır. Lavların altında kalmış cesetler üstlerindeki kıyafet ve ziynetleriyle, bitkiler ve hayvanlar, dönemin sivil mimarisinin en iyi korunmuş örnekleriyle birlikte günümüze ulaşmıştır.
Bu şehirdeki lav püskürmesi, çevredeki diğer bölgelerde de görüldü. Pompei, edebiyatı süsleyen anlatımlarıyla günümüze en çok tasviriyle ulaşan antik yerleşimlerden biridir. Aslında antik dünyada, Roma İmparatorluğu’nda Roma’nın dışında Efes, Antiokheia, İskenderiye ve hatta Anadolu’da Pamfilya kıyıları ile Galatya gibi önemli şehirler olmasına rağmen, Pompei kadar ün kazananı yoktur.
Bu bölgede yeni bir volkanik patlamanın yaşanması bekleniyor; ancak bunun ne zaman gerçekleşeceği bilinmiyor. Öte yandan, Anadolu’daki sönmüş volkanlarda böyle bir ihtimal olmadığı belirtilmektedir. Her hâlükârda, tarihî dönemlerde volkanik patlama yaşamamış ancak volkanik geçmişe sahip merkezleri -Erciyes (Kayseri), Lidya-Kula civarı, İtalya’nın Sicilya ve Napoli bölgeleri gibi- ziyaret etmek, bulunduğumuz bölgenin jeolojisini ve deprem risklerini anlamak açısından büyük önem taşımaktadır. Volkanik patlama dönemini geride bırakmış olabiliriz, ancak hâlâ dünyanın en aktif deprem hatlarından birinde yaşıyoruz. Bu nedenle dikkatli olmalı, koruyucu önlemler almalı ve özellikle inşaat kalitesine azami özen göstermeliyiz.
Pompei hakkında fevkalade geniş bir literatür taraması yapan, şehrin tarihini ve topografyasını detaylı bir şekilde tanıtan önemli eserlerden biri Göksel Göksoy’un Pompei: Bir Roma Şehrinde Yaşam ve Ölüm adlı kitabıdır. Türk gezi edebiyatının önemli eserlerindendir.
ÜSKÜDAR’DA MEDEA MATERİAL
AYŞE Emel Mesçi, pek fazla duyulmasa da her yıl bir oyun sahneye koyuyor. Medea Material’a gitmekte geciktiğimi itiraf etmeliyim ve çok şey kaçırdığımı düşünüyorum. Devlet Tiyatrosu ve Devlet Konservatuvarı, her zaman güçlü imkânlara sahip kurumlardır. Bu oyun, Medea’nın yeni bir yorumu. Yazarı Heiner Müller... Henüz metne sahip değilim, ancak izlediğim kadarıyla değerlendirme yapıyorum.
Klasik Medea ile kıyaslandığında, Euripides’in vurguladığı trajik çıkmaz bu versiyonda fazlasıyla devam ediyor. Medea, kendisini aldatan ve terk eden kocasına çocuklarını bırakıp ebedi bir ölüm mü tatmalıydı? Yoksa kocasına aynı acıyı yaşatarak hem kendisini hem de çocuklarını feda mı etmeliydi?
OLAĞANÜSTÜ PERFORMANS
Yazar, bu meseleyi çağdaş insanın savaşlar ve çevre kirliliği karşısındaki çıkmazına paralel şekilde ele almak istiyor gibi görünüyor. Ancak benim üzerinde durmak istediğim esas konu, oyunun oyunculuk açısından sunduğu olağanüstü performans.
Gerçekten de birinci sınıf bir oyunculuk sergileniyor. Rus tiyatrosunda hayranlıkla izlediğim akrobatik aktörlük tekniği, bu oyunda kadın-erkek fark etmeksizin her oyuncu tarafından başarıyla uygulanmış. Oyuncular, modern balecileri kıskandıracak düzeyde bir beden eğitimi ve sahne hakimiyeti sergiliyorlar.
Başrolde Medea olarak Sükûn Işıtan’ın performansı dikkat çekiciydi. Ayrıca Umut Yılmaz, Furkan Şahin, Melis Özpaça, Aleyna Güreli, Berfin Batır, Nazlı İnan, Elif Demir, Sevtap Aktekin, Serenay Sorgeç ve Kürşat Kurnaz da olağanüstü bir sahne disipliniyle sanki sahnede çağdaş Rusya tiyatrosunun özelliği olan bir teknik bize de geçmiş gibi hareket ettiler. Hepsi, birinci sınıf bir jimnastik eğitiminden geçmiş gibi. Devlet Tiyatrosu’nda böyle bir fiziksel performansı çok nadir görmüşümdür, hatta bu düzeyde bir sahne hareketliliğini izleyen pek kimse olduğunu da sanmıyorum. 1959’dan beri Devlet Tiyatrosu seyircisiyim, fakat böyle bir oyunla çok nadir karşılaştım.
Bu başarılı çalışmada emeği geçen herkes adına büyük bir mutluluk duydum. Ayşe Emel Mesçi’yi, Sükûn Işıtan’ı ve tüm genç oyuncuları içtenlikle kutlarım.
Paylaş