İlber Ortaylı

100. yılında Topkapı Sarayı Müzesi

1 Eylül 2024
Bu yıl Topkapı Sarayı’nın müze oluşunun 100. yılı. Burayı dikkatlice kullanmamız gerekiyor. Sarayın yıllık ziyaretçi sayısı çok kalabalıktır. Bunun lüzumu yoktur. Bütün dünyada kontenjan sistemine gidiliyor, ziyaretçi sayısı azaltılıyor. Ayasofya ve Topkapı gibi makamların şuurlu ve bilgili ziyaretçiye ihtiyacı vardır. Herkesin önüne anlayıp anlamayacağı bir hazineyi çıkarıp içeride taban teptirmenin manası yoktur.

TOPKAPI Sarayı hepimizin bildiği gibi Sarayburnu diye adlandırılan Suriçi İstanbul’un en uç mıntıkasında yer alır. Bu bölgedeki kalıntılar temelde Atina civarından geldiği bilinen Megaralılar’ın kurduğu efsanevi Byzantion’dur. Ama bu isim unutulmuştur. Hiçbir zaman bizim Bizans dediğimiz imparatorluğun ahalisi kendilerine Romalı demekten başka bir isim kullanmadılar, kimlikleri buydu. Hellenizm şuuru bu bölgede miladi 10. - 11. asırlarda başlamıştır. Bugünkü Saray-ı Amîre aşağıda Çinili Köşk ve bugünkü alan, henüz Edirne döneminde, yani 1446’dan itibaren yapıldı ve saray 1460’larda buraya nakledildi.

SİRKECİ DEMİRYOLU HATTI KALDIRILMALI

Bugün Sarayburnu’nda dış kapıda bir Gotlar Sütunu vardır. Şehrin Gotlar tarafından kuşatılmasının önlenmesi üzerine bunun şerefine dikilmiştir. Bir küçük şapel (ayazma) vardır. Doğrusu bir kazı yapıldığında neler çıkabilir. O Sarayburnu’nu çevreleyen yolun kaldırılmasına bağlıdır. Bugün için Sarayburnu’ndan Sirkeci Demiryolu hattını kaldırmak yeterli. İmparatorluk ulaştırma tarihinin önemli istasyonu Sirkeci İstasyonu’dur, bunun müştemilatı, Sepetçiler Köşkü, alay köşkleri gibi kalıntılar Topkapı Sarayı bahçelerine dahildir. Bu bakımdan Sirkeci Demiryolu hattının kaldırılması gerekir. Hattın altında bir de Bizans devrine ait bir bazilika vardır. Hâlen bölgede zaman zaman görülüyor, şu son birkaç yılda Topkapı Sarayı idaresi yeni bir sarnıç daha keşfetti. Gülhane Bahçesi’nin de yer aldığı bu bölümde geniş bir parkın tesis edilmesi düşünülüyor ki isabetlidir. Çünkü İstanbul halkının tenezzüh, hava almak ve gezmek için bu gibi alanlara şiddetle ihtiyacı vardır.

Soğukçeşme ile sınırlı olan bugünkü Saray-ı Hümayun duvarları şüphesiz Ayasofya’nın devamı olan Aya İrini’yi de barındırıyor. Aya İrini 8. asırdan kalma bir bazalikal tipte bir kilisedir. İkonklast (put kırıcı dönem) kiliselerin son ve tek muhteşem örneğidir. Şiddetli restorasyona muhtaç olduğu için konserlerin iptal de isabetli olmuştur, restorasyonun hızla başlaması gerekir.

Darphane dediğimiz bölüm aslında sarayın başka ülkelere yollayacağı diplomatik hediyelerinin, mutena cilt işlerinin, soğuk demir işlerinin, marangozluğun yapıldığı alandı. Bugün burası Topkapı Sarayı’nın zengin çini koleksiyonu için düşünülüyor. İlk anda isabetli bir kara gibi ancak yakın gelecekte Topkapı Sarayı’ndaki muhteşem çini porselenleri, Avrupa porselenlerinin (Saksonya ve Petersburg) ayrı bir alanda mutena bir bina da toplanması icap eder. İstanbul en büyük ve en orijinal porselen müzesini barındırmaya aday bir şehirdir. (Aday binalar eski Defter-i Hakanî ve Maçka’daki Teknik Lisesi’dir.)

Aynı şekilde Topkapı Sarayı’nın cam eserleri de son yıllarda Beykoz’daki Abraham Paşa Köşkü’ne taşındı. Korunun içinde gayet sempatik bir müze ortaya çıktı. Lâkin o müzenin restorasyon bölümü, uzmanların çalışacağı bölümler için sahaya ihtiyaç var. Bu saha Türk Alman Üniversitesi dediğimiz; nasıl çalıştığı hâlâ belli olmayan, verimliliği de çok tartışılan bir üniversite tarafından işgal ediliyor. Amacımız bu üniversite ile uğraşmak değil. Fakat üniversitenin müzenin alanına ve ormandaki diğer sahaları kapatması da hoş değil. Hatta buraya güya çok lüks öğrenci yurdu yapılarak bu saha, orman kapanmak, tahrip edilmek yoluna gidildi. Bunların düzeltilmesi gerekiyor. Bu alan müzeye aittir.

TOPKAPI SARAYI’NIN GÜZELLİĞİ MÜTEVAZI OLMASINDADIR

Sarayımızın II. Mahmud döneminde fiilen, Sultan Abdülmecid devrinde resmî olarak Dolmabahçe Sarayı’nın yapılmasıyla terk edildi. Zaruri bir durumdu. Çünkü en geniş salonunda bile 19. yüzyılın bir diplomatik banketi tertiplenemez. Arz odasının muasır diplomatik törenler için geçerli olmadığı açıktır.

Yazının Devamını Oku

Türkiye bereketli bir ülke mi

25 Ağustos 2024
Ülkemizde pek yanlış kanaat ve slogan vardır: “Namütenahi zenginlikleri olan, gümrah; yani bereketli bir ülke.” Bu tamamıyla yanlıştır. Türkiye’nin ne Kuzey Avrupa ülkeleri kadar bereketli ve gümrah ormanları vardır ne de ABD ve Avrupa’daki birçok ülke kadar zengin su kaynakları bulunur. Türkiye’nin yaylaları, ormanları, bozkırı hepsi planla kullanılır. Ziraatta iyi planlama yapmadığımız ve menfaat sahipleri bunu dinlemedikleri için Çukurova tarımı batmıştır. Dolayısıyla bereketin ortasında aç kalmak istemiyorsak birtakım planlamalara dikkat etmeli, bazı tedbirler alarak arazi ve kıyı yağmasını önlemeliyiz.

BU tatilde benim gibi siz de görmüşsünüzdür; özellikle yangın felaketine uğrayan ormanların daha önceleri yanından geçtiğinizde iç karartıcı manzarasına şahit olmuşsunuzdur. Ormanların ta içine kadar girip bakmaya lüzum yok. Yol kenarındaki çamların bile senelerdir budanmadığı, tutuşmaya müsait otların bir şekilde ayıklanmadığı görülüyor. Disiplinsiz ve hoyrat insanların oranı düşük de olsa bu gibi serseriler her yerde vardır. Pencerelerinden çöp atarlar veya izmarit fırlatırlar.

Benim dikkatimi çeken şey belirli nüfusun olur olmaz her yerde durup piknik yapmalarıdır. Bu piknik sonunda bırakılan çöplerin ne toplandığını ne de gözden geçirildiğini sanmıyorum. Avrupa’da çok düzenli sayılan Hollandalılar gibi milletlerin de son derecede laubali ve tahripkâr sürücüleri vardır. Her alanda piknik yaparlar ve piknik yaparken de peşlerinde izmarit bırakmadıklarını düşünmek mümkün değil.

Halkımız ormanlarına sahip çıkmıyor. Yangınlarda itfaiye ve Orman İşletme Müdürlüğü ekipleri canla başla çalışıyor ama Ankara’da Tarım ve Orman Bakanlığı’nda işler aksak ilerliyor. Bu çok açık. Bu bir düzenleme gerektirir. En azından odun ihtiyacının karşılandığı bölgeler var, bununla hiç ilgilenilmeyen orman bölgeleri var. Mesela Balıkesir’in bazı ormanlık köylerinde orman idaresi civardakilerin ve köylülerin yakacak odun ihtiyacını kendi karşılıyor ve bedava yahut makul bedelle satıyor. Bir sürü yerde bu yok. Bürokrasinin her zaman liyakatli ellerde olması gerekir. Hele ki konu ormanlarımızsa.

DÜZENLİ İSTATİSTİK YAYIMLANMASI LAZIM

Maalesef Türkiye’de orman arazisinin içine kadar sokulmuş yerleşmeler var. Bunların bazıları ormanın korunmasına dikkat ediyor ama hepsinin sakinleri için aynı şeyi söylemek yine mümkün değil. Hatta bir ilçenin sınırları içindeki orman kenarı yerleşmelerde bunu gözlemek mümkün oluyor. Ülkemizde pek yanlış kanaat ve slogan vardır: “Namütenahi zenginlikleri olan, gümrah; yani bereketli bir ülke.” Bu tamamıyla yanlıştır. Türkiye’nin ne Kuzey Avrupa ülkeleri kadar bereketli ve gümrah ormanları vardır ne de ABD ve Avrupa’daki birçok ülke kadar zengin su kaynakları bulunur. Eski rakamlar yüzde 13.5’i ormanla örtülü olduğuydu. Bu bilgimizde değişmelerin olması kaçınılmaz. Değişmeler olumlu mu olumsuz mu? Ormanlar ne derecede korunuyor? Bakımı yapılıyor mu ve yeni sahalar ağaçlandırılıyor mı? Bakanlığın bu konuda daha düzenli istatistik yayımlaması lazım. TEMA kadar faaliyet gösteren başka vakıflar ve hatta devlet organları var mı?

Zeytinliklerin çok korunmadığını biliyoruz. Tarım ve Orman Bakanlığı anlamsız ve fakir kömür kaynaklarını açmak için bu zeytinliklerin tahribine ses çıkartmıyor. Son senelerde Vakıflar Genel Müdürlüğü de geniş ölçüde arazileri imara açtı. İmardan istifade edenler daha çok yılda 15-20 gün memlekete gelen Avrupa’daki Türkler ve kıyılara kadar yayılan turistik oteller. Bunların bazılarının işletmesi hiç de öyle bereketli değil. Daha doğrusu otelciliği hızlı bir kâr kaynağı olarak gören insanların bu sanattan anlamadıkları çok açık. Nitekim bir açıklama yapılırsa birçok kıyı otelinin lenduha hâlinde inşa edilip birkaç yıl sonra sahipleri olan şirketlerin ve şahısların el değiştirdiği görülür. Turizmde hedef az sayıda turist ve bol gelirdir. Tabiatımıza mâl olan bu tip konaklama tesislerinin beklenen geliri getirmeyeceği ve bir felakete sebep olacağı açıktır.

2000’li yılların başında Alman Seyahat Acentaları Başkanı devrin yetkililerine “Biz buraya tabiat ve tarih için geliyoruz. Bu görünümleri tahrip ettikçe bizden turist bekleyemezsiniz” demişti. Hakikaten boyuna Alman turist sayında artış miktarı verilmesine rağmen bunun arzu edilen derecede olmadığı ve pek de zil çalınacak rakamlar olmadığı açıktır. Demir perdenin yıkılmasından ve düzenin değişmesinden sonra Akdeniz kıyılarını hayal eden ve büyük bir iştahla gelen Eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupalı turistlerin daha ne kadar zaman bir artışa cevap vereceği belirsiz. Üstelik kıyıları kapatan bu otellerde her türlü basit işletme mantığına aykırı olarak “hepsi dahil” ücretler ödendiği ve bu yerli turistten alınanın çok altında olduğu biliniyor.

KIYILARIN KORUNMASINA DİKKAT EDİLMİYOR

Yazının Devamını Oku

Troya’dan Anafartalar’a Çanakkale

18 Ağustos 2024
Çanakkale sadece Türkiye topraklarının değil bütün eski dünyanın savaş alanıdır. Kavimler göçünün hâlâ yaşayan bir parçasıdır. Doğudan İran İmparatorluğu ve Türkler 1500 yıl boyunca bu boğazı geçtiler, Avrupa topraklarına adım attılar. Batı’dan insanlar bu boğazı geçerek Anadolu’yu istila etmeye kalktılar ancak başarıları sınırlı oldu.

ÇANAKKALE Belediyesi’nce bu yıl 61’incisi düzenlenen Uluslararası Troia Festivali’nin resmi açılışı, Troya Antik Kenti’nde gerçekleştirildi. Troya Harabeleri’nde Odeon (küçük tiyatro, müzik dinleme yeri) kısmında Macaristan’dan gelen kardeş şehir Tapolca Belediyesi meclis üyeleri ve belediye başkanı ve Almanya’dan gelen kardeş şehir Osnebrück Belediyesi meclis üyelerinin katılımıyla bir konferans da yapıldı. “Troya’nın Tarihteki Rolü” adlı bu konferansta Troya’nın tarihteki rolü üzerinde durdum. Troya Zaferi’ne Fatih Sultan Mehmed çok ilgi duymuştur ki kendisi bir Rönesans hükümdarıdır ve bittabi Türkiye’nin Ebedî Başkomutanı, Reis-i Cumhurumuz Gazi Mustafa Kemal Paşa da bu zaferle ve tarihiyle ilgilenmiştir.

İlyada” nasıl bir eserdir? Homeros kimdir? Kişilik üzerinde destanın mahiyeti üzerinde 1795 yılından beri çetin münakaşalar var. Friedrich August Wolf, “İlyada”nın muhtelif şarkılar, türkülerden oluşan anonim bir eser olduğunu bile iddia etmiştir. Homeros’un doğum yeri, kişiliği de aynı şekilde tartışma konusudur. Ama şurası bir gerçek ortada bir eser, bir “İlyada” var. Zamanla bazı bölümlerine müdahale edilse de Anadolu ile Hellas Adası kavgasını konu ediniyor. Vakıa Fransızların Seddülbahir’deki anıtına da Hellas Anıtı deniyor. Bu ilginç bir şekilde Akhalıların mirasına sahip çıkmaktır. Hoş Fransa’nın Birinci Dünya Savaşı’nda hele Gelibolu’daki muharebelerde ulaştığı neticeler ortadadır. Gelibolu’daki muharebelerle Fransa daha çok İngiltere ile karşılıklı bir nefret içine düştü. Çünkü müttefikinin kendine bu muharebelerde stratejik bir harcama uyguladığı kanaatindeydi. Fransa Genelkurmayı Türk askerlerinin askerlikte yetenekleri ve onurlarına, şövalye davranışlarına saygı duymuştur. Bu o günkü komutanlarda olduğu gibi sonra İstanbul’da işgal komutanı olan Mareşal Louis Franchet d’Espèrey’de de görülür.

HÜSEYİN AVNİ BEY

10 Ağustos ayrıca, Anafartalar Zafer Günü’müzdür. 109 yıl önce Mehmetçik, Conkbayırı’nda süngü taarruzuyla İtilaf kuvvetlerini bozguna uğratmış ve çıkarma harekâtını bertaraf etmiştir.  O dönem kurmay albay olarak görev yapan Mustafa Kemal, Conkbayırı, Anafartalar ve Arıburnu’nda gösterdiği üstün askeri başarı sonucu “Anafartalar Kahramanı” diye ünlendi.

O günlerde şehit olan önemli bir subayımız da 57. Alay’ın şanlı komutanı Hüseyin Avni Bey’dir. Hüseyin Avni Bey, 25 Nisan çıkarmaları sırasında binbaşıydı ve “canını verircesine” gösterdiği kahramanlıktan dolayı 12 Mayıs’ta yarbay rütbesi verildi. 25 Nisan 1915 tarihindeki Arıburnu Çıkarması’nda büyük kahramanlıklar gösteren 57. Alay’ın komutanını, Atatürk şu sözlerle anmıştı: “Arıburnu muzafferiyetinin ilk ve metin temel taşı olan 57. Alay’ın temiz kalpli, inançlı, seçkin komutanı Şehit Yarbay Avni’yi özel bir hürmetle anarım.” (Hakkında çok önemli bir kitap, torunu Hüseyin Avni Tanman ile Çanakkale Muharebeleri’ne dair araştırmalarıyla tanınan Ahmet Yurttakal’ın kaleminden “Şanlı 57. Alay’ın Cesur Komutanı: Şehit Yarbay Hüseyin Avni Bey” adıyla çıktı. İlk kez yayımlanan belgelerle birlikte 57. Alay’ın ve onun efsane komutanının muharebeler esnasındaki faaliyetlerini, mücadele sahnesindeki tarihi önemini tüm detaylarıyla anlatan bir eser.)

Çanakkale Belediye Başkanı Muharrem Erkek

Bugün Gelibolu toprakları üzerinde müstesna bir anıt ve mezarlık tarihî hafızamızda bu alayı yaşatmaktadır.

Yazının Devamını Oku

Ağustos ayının yolculukları

11 Ağustos 2024
Öyle görünüyor ki bunaltıcı sıcaklar ağustos ayının ortasından itibaren düşmeye başlayacak ama hâlâ yaz. Bu yüzden size muazzez vatanımızın her bölgesinden havası suyu en uygun yerleri seyahat hedefi olarak tavsiye edeceğiz. Bunların pek azı deniz kıyısıdır. Neşeli tatil ve geziler dileğiyle...

MARMARA

- MARMARA Bölgesi’nden başlayalım. Kırklareli ve İğneada kısa turlar için uygun ve çok kabarık miktarda olmasa da uygun otel ve yeterli sayıda lokanta imkânları mevcut. Tekirdağ Şarköy hattı ve Karadeniz kıyısındaki bu imkânın yanında ikinci bir bölge daha aşağı yukarı aynı konaklama ve iaşe imkânlarına sahip; Eceabat ve Gelibolu arasında Seddülbahir ve Kilidbahir arası ama daha çok karşı Anadolu yakasında Ezine ve Behramkale arasındaki tesisler yer alıyor. Bu bölgenin arkeolojik gezi açısından da çok uygun olduğu malum.

Bu sıra en çok dikkat edeceğimiz yer; hiç şüphesiz hep göz ardı ettiğimiz, bazılarının modası geçmiş diye baktığı yerler. Bir zamanlar çok makbul olan Erdek, gözden düşmüş gibi. Oysa şu mevsimde gezilecek, konaklanacak ve çok şeyin görüleceği en uygun bölge burasıdır. Gene aynı şekilde Eceabat ve Gelibolu arasındaki Seddülbahir ve Kilitbahir çizgisi üstündeki bölge fevkalade tatil geçirebileceğiniz bir yer. Gelibolu ve Çanakkale mutfağı Türkiye’nin en canlı, en lezzetli mutfağı olan bölgelerinden biridir. Deniz ürünleri bakımından da son derece tatminkârdır. Şimdi tatilcilerden çok sayfiye evlerinin yığıldığı Çanakkale  - Behramkale arasındaki bölge hâlâ Ege Denizi’nde hâkim coğrafyası, doğal güzellikleri yanında Troya’dan başlayan ve Aleksandr Troya’sına kadar uzanan arada “Farelerin Apollon’u” denen mabet gibi yeni kazıların ve restorasyon faaliyetlerinin görüldüğü, arkeolojik bakımdan zengin bölgelerdir. Bu bölgenin en rahat gezileceği zaman ağustos ayının ikinci yarısıdır.

KARADENİZ

- YAZIN sıcak zamanlarında Amasra, İnebolu, Kastamonu ve Ilgaz arasında konaklama imkânları yeterli olup, eskiden beri alışılmış yaz rotasıdır. Bilhassa Amasra ve Safranbolu turizme açık ve geceleri rahat ettiren, gündüzleri de bunaltıcı sıcakların görülmediği yerlerdir. Kastamonu ve civarındaki Kasaba Camii gibi eserler ve birtakım köyler bilhassa Çankırı’da Belören gibi köylerimiz de bu cümledendir.

ORTA ANADOLU

Yazının Devamını Oku

Masonluk üzerine

4 Ağustos 2024
Türkiye kendi masonluğu hakkında efsanelerin uçurulduğu ülkelerden biridir. Bazıları onu yabancıların, en gülünç şekilde Hristiyan dünyanın, Siyonistlerin aleti bir örgüt olarak gösterirler, bazıları da kapitalizmin meşum kararlarının alındığı bir örgüt olarak... Türk masonları bu toplumda hiçbir şey yapmasalar dahi disiplinli toplanmayı, kırıcı ve saçmalayan insanlar olmadan tartışma yapmayı bilenlerdir. Bu alışkanlık Türk toplumuna oradan yayılmıştır.

GEÇEN hafta Habertürk’te Eren Eğilmez’in programında ilginç ve bugüne kadar yapılmayan bir sohbet yayınlandı. Programın davetlisi Türk Masonları’nın Maşrık-ı Azam’ı diyeceğimiz hem de bu göreve birinci defa çok genç yaşta olmak üzere ikinci kez seçilen Prof. Remzi Sanver’di. Sanver şöhreti Türkiye sınırlarını aşan bir ekonometri üstadıdır. Üstelik eğitim ve hitap alanı sadece Anglosakson muhitler değil ön planda Fransa’yı da kapsar. Nitekim uzunca bir dönem École Normale Supérieure’da ve Fransa’nın Bilim Akademisi sayılan CNRS’de direktörlük (profesörlük) yaparak yeniden Türkiye’ye döndü. Görevini ciddiye alan nadir insanlardandır. Yazdığı kitapla mensubu olduğu kardeşlik örgütünü anlatıyor.

ABARTILI YORUMLAR

Türkiye kendi masonluğu hakkında efsanelerin uçurulduğu ülkelerden biridir. Bazıları onu yabancıların, en gülünç şekilde Hristiyan dünyanın, Siyonistlerin aleti bir örgüt olarak gösterirler, bazıları da kapitalizmin meşum kararlarının alındığı bir örgüt olarak... Şüphesiz ki bunları hepsi saptırmalı, izam edilen yorumlardır. Bazıları da “Türk masonluğu” değil “Türkiye masonluğundan” söz eder. Sanver bu tür isimlendirmenin manasızlığını belirterek reddetti. Bana sorarsanız Masonların Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid dönemlerinde her türlü fikrin tartışıldığı mahfil olmaktan öte bir rolü olmamıştır. İkinci Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki mensuplarının önemli simalarının Türk masonu olmasıyla ayrı bir mecraya girmiş gibidir. Ne var ki o dönemin Türk mason locası da dünyadaki biraderler tarafından pek kabul edilmiş bir yer değildir.

Bu konulardaki Türk araştırmaları dar ve amatör düzeydedir. Yabancı Türkologların içinde Thierry Zarcone ve Paul Dumont gibi tarihçiler konuyu ele aldılar. Şurası bir gerçek Fransız İhtilali’nin daha doğrusu ihtilalcilerinin Francmasonería ile ilgileri bilinir. Geniş neşriyat vardır. Francmasonería ve Avrupa devrimleriyle ilgili Daniel Ligou’nun Franc-maçonnerie et Révolution française, 1789-1799: Franc-maçonnerie et révolutions kitabı önemlidir.

Burada Remzi Sanver bu mühim eserlerden Daniel Ligou’yi ısrarla zikretti. Thierry Zarcone’ye başvurdu. Konuşmaları son derece açıkça çalışan bir cemiyetin atmosferi ve faaliyetleri hakkında dürüstçeydi. Framasoneri hakkında dünyadaki en önemli eserlerden biri Tatyana Alekseevna Bakunina’nın Rus masonluğu üzerindeki çalışmasıdır. Gerek üyelerinin tam listesi ve gerek loncanın tarihi açısından örnek bir çalışmadır ve Framasonerinin ne olduğunu daha iyi açıklamaktadır.

Remzi Sanver sohbet sırasında Türk mason grubunda Necdet Egeran dönemindeki kriz üzerine de konuştu. Burada tarihî hakikati hiçbir şekilde gizlemedi. Bana göre; Süleyman Demirel’in masonluk üyeliğinin açıklanmaması 1960’lardaki siyasi gelişmeler açısından da hayırlı bir olaydır. Bir partinin liderinin seçimi böyle bir havada adil olmazdı. Yani masonluk hakkında bilgisiz ve önyargılı bir katmanda “ortanın sağında” bir partinin liderinin seçimi böyle bir motif etrafında olamazdı.

Yazının Devamını Oku

50. Yılında Kıbrıs Barış Harekâtı

28 Temmuz 2024
1974 Barış Harekâtı Türkiye’nin kendi sanayisi, askerî ve politik yapısı bakımında bir mucizedir. Bülent Ecevit (Cumhuriyet Halk Partisi) ve Necmettin Erbakan (Millî Selâmet Partisi) koalisyon hükümetiyle adaya çıkarmayı mükemmelen becermişlerdir. Doğu Akdeniz nükleer gücü olan büyük devletlerin hemen hepsinin yerleştikleri yer oldu. Bu durumda Kıbrıs Türkiye için çok büyük stratejik öneme haizdir.

KIBRIS’ı Helen adası diye modern Yunanistan’ın ve genelde sade vatandaş Avrupalıların benimsedikleri bir slogandır. Çünkü Kıbrıs’ın tarihi, kültür ve ticaretteki rolü zaman bakımından Helenizmi aşar. Çeşitli milletler ve katmanlar vardır. Arkeolojik kazılar bunu gösterir. Madenleri en başta bakır ve Akdeniz’in ortasındaki rolü itibarıyla mesela Girit, Midilli, Sicilya gibi bereketli olmamasına rağmen çok ilginç bir askerî ve siyasî merkez olmuştur. Şüphesiz ki Helen nüfus kadar Fenikelilerin de tadı var ve ortaçağlarda da bu karma miras böyleydi. Mesela Kıbrıs’ın Venedik dönemi Akdeniz’de çok daha etkilidir, daha çok bilinir, doğrudur.

TOROS TÜRKMEN AŞİRETLERİ BÖLGEYE YERLEŞTİRİLDİ

Türkler burada ancak 16. asrın ikinci yarısından sonra ortaya çıkarlar. Bu II. Selim dönemindeki fetihle oluşmuştur. Fakat çok ilginç bir kolonizasyon vardır. Bir, devletin içtimaî ve idarî yapısından dolayı zorluk çıkaran; yani gerek aralarındaki itilaf gerekse vergi konusunda merkezi devlet temsilcileriyle çıkan başkaldırılardan dolayı zapt edilmesi gereken bir unsur olarak Toros Türkmen aşiretleri önemli ölçüde adaya yerleştirilmişlerdir. Saf Oğuz ırkı oldukları için dinî bakımdan da Anadolu’nun diğer gruplarına göre daha değişik, profan bir dünya görüşlerini vardır. İçlerinde Anadolu Alevileri bulunmakla birlikte neredeyse Şamanizme daha yakın olanları vardı. Bütün bu nedenlerinden dolayı modern Kıbrıs halkının İslamî yaşamı gerçekten daha çok uhrevidir. Hayatın her safhasına birtakım âdetlerle girmemiştir. Modern Kıbrıs Türk’ünün bu yüzden benimsediği en açık akım laikliktir.

Latin harfleri geldiği zaman da Türkiye’den kültürel yardım istemişlerdir. Adada Türklerin çok aktif politika gütmedikleri zamanlarda bile Türkiye’nin tesiri olmuştur. Hele İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yunan Enosis’ine ve Rum nüfusun ayaklanması döneminde İngiltere tarafını seçmişlerdir. Bu gayet kaçınılmaz bir tutumdur çünkü koloni idarelerinde iki etnik grup varsa bunların birbirine zıt hareket etmeleri doğaldır.

Türkiye’den kaynaklanan daha doğrusu Osmanlı’dan beslenen bu Türklük şuuru da eğitim bakımından da yeterince desteklenmiştir. Lefkoşa Türk Lisesi fevkalade gençler yetiştirmiştir. Bu nesillerin İstanbul ve Ankara’daki seçkin üniversitelere ne kadar intibak ettiklerini gözümüzle gören kuşaklarız.  Hâkim olan Türklük olduğu için araziler daha çok Türk Müslüman unsurudur. Bu her türlü tapu kayıtlarında, tahrirlerde görülür.

Esasen adadaki folklorik kültür “Biz mütegallibe bir millet olduğumuz için ticaret ile uğraşmadık” şeklindedir. Gerçekten Rum nüfusun aksine beynelmilel ticari bağlarla ilgi kuramamışlardır. İki unsurun da ne ticari işbirliğine ne de “intermarriage” dediğimiz karşılıklı evliliğe başvurmadığı biliniyor. Bu konuda Kıbrıs daha çok, Rus imparatorluğundaki Türk milletlerin tavrına yakındır. Türkler dil kültürüne açık olsa da dine ve karışık evliğine kapalı bir yapı gösterir. Buna karşılık Kıbrıs’ın Türk eşrafı ayakta kalma savaşı veren bütün azınlıklar gibi yetiştirdiği çocuklara tıp ve hukuk öğretmeyi tercih etmiştir. Britanya idaresi devrinde mahkemelerde ve hukuk hayatında Türklerin becerikli hukukçuları çoktu.

Rauf Denktaş Bey

Yazının Devamını Oku

ABD Başkanlığı

21 Temmuz 2024
Trump bir reklam ürünüdür. Vaatleri yanlış veya doğru bir yanıyla çok renkli ve sarsıcıydı. Fakat çoğu gerçekleşmesi lüzumsuz ya da gerçekleşmesi mümkün olmayan vaatlerdi. Bugün aynı teatraliyle devam ediyor. Bir gerçek olduğuna şüphe olmayan son suikast kendisine yardımcı olacak. Her şeye rağmen geleneksel muhafazakârlığı ve umursamazlığı temsil eden Demokrat Parti’nin başkan adayı çıkarmadaki başarısızlığı da Joe Biden ile bir kere daha ortaya çıktı.

1860-64 arası Amerikan İç Savaşı’nda Kuzey bölgesini cumhurbaşkanı olarak yönetecek olan fakat Güney’e karşı zafer kazan Abraham Lincoln’e yapılan suikast ABD tarihinde bilinen ilk sarsıntıydı. Köleliğin kaldırılması Kuzey bölgesinin hâkimiyeti, Güney’deki plantasyon sisteminin; on binlerce kölenin çalışmasıyla üretilen pamuk, yani tekstil hammaddesini elinde tutanlarla savaştı ve Güneyliler Kuzey’in zaferini hazmedemedi.

KUZEY - GÜNEY SAVAŞI ZİHİNLERDE BİTMEDİ

Güney – Kuzey Savaşı bitse de zihinlerde bitmiş değildir. 1964’te genç başkan J. F. Kennedy’nin Teksas’ta organize suikastla yok edilmesi dönem içinde sadece Amerika’da değil hâliyle bütün dünyada yansımasını buldu. Kennedy’nin suikastı bir paradokstur, tezattır. Doğu Bloku’na, Komünizme karşı aslında bir üstünlük de kazanmıştı. Dönemin Sovyetler Birliği’ni yöneten diktatörü diyebileceğimiz Nikita Kruşçev daha nefes alınabilir bir rejime adım atmıştı, anti-Stalinizm dönemiydi; değişiklik başlamıştı. Açıkçası Sovyet halkının refah düzeyi de “kvartira, maşina, daça”; yani 40 m2 apartman dairesi, küçük bir araba ile Moskova ve Leningrad civarındaki daçalar denen kulübe evlerle artmıştı. Rusya uzay araştırmalarında da öne geçmişti ve Küba Sovyetlerin yanına geçmişti. Kennedy’nin Küba’ya müdahalesi başarılı değil fakat Sovyetlere karşı üs kavgasını kazandı. Berlin nutkuyla bugünün aksine Avrupa’da ABD başkanları müthiş sempati sahibiydi.

Suikastlar noktasında Cumhuriyetçilere de sıra geldi; Ronald Reagan. Donald Trump’tan evvel en ağır derecede suikast tehlikesi atlatandı. Neden? Kuşkusuz ki Britanya sisteminden gelen kanun ve usul üzerine kurulu bu demokraside her şeye rağmen zorbalığa yer var; zira konfederasyon, sistemi önemli ölçüde ağırlaştırıyor. Dünyada hiçbir yerdeki konfederasyon başka yerdekine benzemiyor. Adliyede, güvenlik sisteminde, maliyede, eğitimde inanılmaz farklılıklar var. Bir eyalette suç sayılan öbüründe idamı getiriyor. Bazı konularda ise inanılmaz esneklik farkı görülüyor.

Şaşılacak bir şey herkes Amerika’dan daha çok dış dünyada Amerikan rüyası görür. Yoksul ve her şeyi vatanında kaybetmiş insanların fırsat bulduğu ve yükseldiği... Efsaneler gerçeklerle karıştırılır, bire bin katılır. ABD’de de insanların sınıf değiştirmesi hiç de o kadar kolay bir iş değildir. Daha çok “occupational mobility” denen iş değiştirme, yer değiştirme, bir grubun içinde nispeten daha iyi yere gelme mümkündür. Dışardan gelen milyarderlerin gürültüsü ve reklamı hayatında durgunlukları ve riskleriyle her zaman tezat teşkil eder. Amerika fırsatlar ülkesidir, teorik olarak çok insan yararlanabilir, engel yoktur. İnsanların nereden geldiğine bakılarak kadrolar verilmez. Ama olmadık yerlerde de bir rengin, uzun bir süre cinsiyetin olumsuz rolü çok olmuştur, hâlâ de oluyor.

VAAT ETTİKLERİNİN ÇOK AZINI YAPABİLDİ

Trump bir reklam ürünüdür. Dört yıllık başkanlık döneminde vaat ettiklerinin çok azını yapabildi. Vaatleri yanlış veya doğru bir yanıyla çok renkli ve sarsıcıydı. Fakat çoğu gerçekleşmesi lüzumsuz ya da gerçekleşmesi mümkün olmayan vaatlerdi. Bugün aynı teatraliyle devam ediyor. Bir gerçek olduğuna şüphe olmayan son suikast kendisine yardımcı olacak. Gelecek dört yıl Amerikan rüyası dışında Amerikan çılgınlıklarına ne kadar hizmet edebilecek belli değil. Her şeye rağmen geleneksel muhafazakârlığı ve umursamazlığı temsil eden Demokrat Parti’nin başkan adayı çıkarmadaki başarısızlığı da Joe Biden ile bir kere daha ortaya çıktı.

Önemli bir problem... Genç insanlar, Amerikan siyasetinde çok yol bulamıyorlar.

Yazının Devamını Oku

Avrupa ve Osmanlı’ya bakış

14 Temmuz 2024
Endülüs’teki gerilemenin başladığı dönemlerde Küçük Asya’da Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkışı Müslüman tehlikesinin âdeta Türk ismiyle bağdaşmasına neden olmuştur. Müslümanlık Batı Avrupa için Türkler demektir. Türklerin kendi askerî yapılarının, eğitimlerinin, devlet ve maliye yapılarını modernleştirmek için girdikleri laikleşme sürecinin resmen adının konulması dahi Türkiye Cumhuriyeti hakkındaki alışılmış avamî yorumlamayı değiştirmemiştir.

HİÇ şüphesiz ki miladi 8. asırda Müslümanların, Arap mücahitler ve Kuzey Afrikalıların özellikle de Berberilerin savaşçılığı ve Târık bin Ziyâd gibi bir liderin önderliğinde İberya Yarımadası’na çıkmaları ilk etkili olaydır. Bu arada Sicilya, Girit, Kıbrıs Bizans İmparatorluğu’ndan alınmıştır. Ama hiç şüphesiz Endülüs’teki hâkimiyet en uzun süreli oldu ve doğrudan doğruya Batı Avrupa için bir alarmdı. Bunun duruşu ancak Charles Martel komutasında Merovenj Fransa’sının Müslümanları 8. asrın ilk yarısında Puvatya Savaşı’nda (732) durdurmalarıyla oldu.

Bununla birlikte sekiz asra yakın bir hâkimiyet Batı Avrupa’nın kültürünü, Endülüs medreselerinde okutulan tıp, filozofi, astronomi derslerinin Batı’daki bilim çevrelerini etkilemesi, İspanya’nın Hristiyanları üzerinde bile (musta’arib) Araplaşmıştan gelen “Mozarib” denen bir kültürün İslam dinini değil ama Doğu kültürünü benimsemeleriyle ilgili gelişmeler görüldü. Fakat Endülüs’teki gerilemenin başladığı dönemlerde Küçük Asya’da Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkışı sadece Doğu Hristiyanlığı, Bizans üzerinde değil Cenova ve Venedik’le kâh iyi ilişkiler kâh sürtüşmeler içine girmesi kuvvetli Hristiyan devleti olan Macar Krallığı’nı Osmanlıların zorlaması, Müslüman tehlikesinin âdeta Türk ismiyle bağdaşmasına neden olmuştur.

MÜSLÜMANLIK ONLAR İÇİN TÜRKLER DEMEKTİR

Carlo Ginzburg’un ünlü eseri “Peynir ve Kurtlar” yarı aydın zihniyetine ulaşmış, Engizisyonun zulmüne uğrayan bir değirmencinin sorgulanma safahatını ele almıştır. Burada adamın Müslüman fikirlere, siyasete sempati duymasını Engizisyon yargıcı “Türkleşme” diye tarif ediyor. Türk demek Sarazen lafının bile terk edilmesine sebep olan bir kavramdır. Belirli okul kitaplarında, hatta 20. yüzyılda bile (Musisches Lexikon) İranlı büyük şair “Firdevsi” maddesinde 650 yılında Türklerin İran’ı fethederek orayı “Müslümanlaştırmasından” bahsediliyor. Garip bir yanlış yapılıyor. Hiç de seviyesi o kadar da düşük sayılmayacak bir okul ansiklopedisinde bu hatanın arkeolojisine bakmak gerekir. Müslümanlık Batı Avrupa için Türkler demektir. Türklerin Batı’ya yaranmak için değil tamamıyla kendi askerî yapılarının, eğitimlerinin, devlet ve maliye yapılarını modernleştirmek için girdikleri laikleşme sürecinin resmen adının konulması dahi yani Türkiye Cumhuriyeti hakkındaki alışılmış avamî yorumlamayı değiştirmemiştir.

EĞİTİM SEVİYESİ HER YERDE DÜŞÜYOR

Sayısı artık birkaç milyonu bulan işçi gruplarının içinde hatırı sayılır profesyonel Türklerin de bulunduğu, bu kitlelerin hatta 3. - 4. kuşakta basit işçilikten başlayıp işadamlığına, önemli endüstri şirketlerinde mühendisliğe yükselen zümreyi teşkil etmesi dahi Almanya ve Fransa’da belirgin bir Türk imajını değiştirmiyor. Maalesef provokatif zümrelerin içinde devletlerin sorumlu yerlerindeki politikacılar ve idareciler de yer alıyor. Son futbol olayında Almanya Federal Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Nancy Faeser, bir içişleri bakanının, yani koca bir memleketin asayiş amirinin sahip olması gereken soğukkanlılık ve muhakeme gücünden yoksun bir tavırla provokatif davranış sergilemiştir. Açıkça belirttiğimiz gibi futbol işlerine politikayı bu derece karıştırmak çirkinliktir, kasaba politikacılarına has bir özelliktir. Ne yazık ki eğitim seviyesi her yerde düşüyor. Diplomalı insanlar bazen, tahsilsiz insanlar gibi davranabiliyorlar.

O KÜLTÜRÜ TAM BENİMSEYEMEDİLER

Bu tavrı Almanya’da destekleyen bir grup vardır. Bunlar, bu gibi hareketleri desteklemekle kalmayıp bazen buradan yalan yanlış haberler ve tercümeleri de etrafa yayabiliyorlar. Sosyal medya bunların sahasıdır. İsabetsiz bir uğraş içindeler.

Yazının Devamını Oku