Küçük Asya denen; Avrupa-Asya köprüsü üzerindeki bölgedeyiz. Ülkemizin adı 12. asırdan beri Türkiye diye anılıyor. Bizden evvel Roma İmparatorluğu’ydu. Tarihte Bizans denen ülke ve halk ise bildiğimiz bu ülkede Roma İmparatorluğu adını kullanmıştır. Ahalisi de Romalılardır. Konstantinopolis de İlirya (muasır Arnavutluk) halkından bir general olan Konstantin’in adına kurulmuş başkenttir.
TARİH ÖRNEKLERLE DOLU
Konstantinopolis jeolojik özellikleri dolayısıyla Küçük Asya ve İstanbul denen köprü yarımadanın en sorunlu bölgesindedir. Tarihinde çok yıkıcı depremler hatta tariflere göre tsunami içeren felaketler yaşamıştır. Miladi 557 yılı 14 Aralık gecesi, yani Doğu Roma’nın büyük imparatoru Justinianus’un hükmettiği dönemde ise çok ağır bir deprem yaşadı. Bu deprem daha evvelki 10’ar yıl içinde öncülleriyle biliniyordu. 533, 541, 545, 547, 551 ve 554 yılları.
‘1894 Depremi’nin İstanbul’daki yıkıcı etkisi fotoğraflara böyle yansımıştı.
557’deki deprem İstanbul’u hâk ile yeksan (yerle bir) etmişti. Hatta imparatorun yeni inşa ettirdiği ve çok iftihar ettiği eseri gerçekten de yeryüzü mimari tarihinin ulu bir eseri olan Ayasofya’nın kubbesi çatlamış ve depremden bir yıl sonra da kubbede ağır hasar meydana gelmişti. Bu tür deprem hasarlarını önlemek amacıyla, Mimar Sinan tam 5 asır önce, aynı caminin taşıyıcı duvarlarına mesnet payandaları ekleyerek mimari bir çözüm getirmişti. İftihar ettiği bu mühendislik tedbirini Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii’nde âdeta Ayasofya’nın bir modeli olarak kullanmıştı.
ATATÜRK 1937’de Alacahöyük’ü tanıdı. Hayatının geç döneminde bile Anadolu medeniyetinin bu ilginç safhasıyla ilgilendi. Aslında ilk kazılar daha evvelden başlamıştı. İstanbul âsâr-ı atîka uzmanlarından Theodor Makri Bey 1907 yılında kazılara başlamıştı.
1935 yılında Türk Tarih Kurumu Remzi Oğuz Arık ve Hamit Zübeyir Koşay Bey’i görevlendirdi. Bir filolog ve etnolog olan Kazan Tataristan’ı kökenli ve Macaristan’da doktora yapan Hamit Zübeyir (Koşay) Bey Alacahöyük’ü tarih sahnesine çıkaran öncü arkeologlarımızdan. Hatti (Hitit) kültürünün ne Mezopotamya ne de Akdeniz’deki diğer arkaik ve parlak uygarlıklara benzemeyen özellikleri vardı. Bugün bile bu yorumu yapmak çok zor ama Alacahöyük’ün girişindeki iki sfenksten başka hiçbir şeyin bilenmediği dünyada çıkanlar Eski Bronz Çağı dediğimiz dönemin daha yazı bile bulunmadan evvel ne kadar parlak örnekler verebileceğini gösteriyor.
Anadolu’nun öncü olduğu devir aslında demir çağıdır. Bu büyük Hitit İmparatorluğu’yla Akdeniz ülkelerinin eski Ramses Mısır’ı başta olmak üzere Suriye’deki ve bölgedeki hükümetçikler arası savaşında da görülür. MÖ 2. bin yıl başları birdenbire yazılı kültür çağına giren Anadolu’nun sadece Hititçe değil komşu Sami kültürler için de önemli olan arşivleri ve tabletleri bugün hâlâ büyük ölçüde araştırılmayı bekliyor ve bu hazineler Türkiye’dedir.
235 ORİJİNAL ESER BİR ARAYA GETİRİLDİ
Yapı Kredi Bankası artık 20 yıla yakın bir süre klasik dünya tarihçiliğinin pek el atamadığı Likya, Pisidya, Karya gibi bölgeler dışında Hitit kültürünü de incelemeye, sergilemeye dikkat eden, personel ve bütçe ayıran bir kuruluş. Şu anda Beyoğlu’ndaki Yapı Kredi Müzesi’nde Atatürk ve Alacahöyük başlıklı sergi bu bölgeyi en esaslı ve en ilginç yönleriyle tanıtma peşinde. Küratör Nihat Tekdemir ve sanat tarihçisi Derya Sayın’ın rehberliğinde sergiyi gezdim. “Bir İdealin Peşinde: Atatürk ve Alacahöyük” adlı sergi kataloğu çok titiz biçimde hazırlanmış. Serginin bilimsel danışmanlığını yapan Tayfun Yıldırım’ı Anadolu arkeolojisi için önemli bir atılım olan Alacahöyük kazılarının başlangıç yılları üzerindeki giriş yazısı muhakkak okunmalı ve ardından sergi gezilmeli.
Bu serginin en önemli özelliği Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Alacahöyük Müzesi, Çorum Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden 235 arkeolojik ve etnografik orijinal eseri bir araya getirmesidir. İstanbullular için ne büyük bir hizmet. Galiba bir sergiden beklenecek en büyük başarı da budur. Bütün seramikler ve elektron dediğimiz altın, gümüş alaşımı süs eşyaları, Hatti idolleri bronz işçiliğinin zirvesi olarak seyredilebilir.
Hiç şüphesiz ki Ankara’daki Hitit Arkeoloji Müzesi Frigleri ve Urartuları da ihtiva ediyor.
BİR nesil onu unutmak üzereydi ki arkadan gelen neslin yarısı keşfetti. Tanpınar yaşadığı dünyayla birlikte çocuklarının değil ancak torunlarının nesliyle gözde yazarımız oldu. Belki de biraz abartılmış İstanbul nostaljisi; eski hayatın tevazu, zamandan çok etikete, hızlı düşünme ve bol tartışmadan çok içe dönük tefekkür ile tecride yönelik tarafından söz edilmeye başlandı.
BATI’YA AÇILAN KAPI
Edebiyat Fakültesi’nin sevilen profesörü Ahmet Hamdi Bey, Beyoğlu Narmanlı Han’da balkonla çevrili, oda oda kiraya verilen eski Rusya Sefareti’nde bir geniş odada oturuyordu. Avlunun ortası parke taş döşeliydi. Bugün o bina AVM şeklinde restore edildi. Tanpınar mütevazı hayatında eski Türklerin arasında Fransa ve Fransızca dolayısıyla Batı’ya açılan bir kapıydı. Edebiyat Fakültesi’nin eskileri arasında monden takımla belki tek ilgi kuran oydu. Halide Edip Hanım hem sağ hem sol tarafından dışlanmıştır. Adamdan o kadar anlarız.
Huzur’da huzuru bulanlar; Tanpınar’ın eski dünyası ve kültür çevresini tanıdı. Onun Osmanlıcasına sahip değillerdir. Lâkin onun Fransızcasıyla edindiği Fransız medeniyeti ve değerlerini tanıdıkları için iki nesil evvelin bu garplı-şarklı münevverini kavradılar. Huzur aslında Türk Edebiyatı’nın 1980’den sonra klasikleşen eseridir. Dergâh Yayınları, Huzur’un âdeta tenkitli (emandasyon) eleştirel basımını yaptı. Bu özel çalışmanın her sayfasında açıklayıcı notlar var. Huzur’un yaşandığı zamanların İstanbul’unun fotoğrafları ve mekânlarının çizimleri okuru o günlere götürüyor. Sadece Huzur değil Ahmet Hamdi Tanpınar külliyatı özel ve uzun bir çalışmayla yeniden hazırlanmış, Paul Valery’nin ilk (Monsieur Teste) tercümesiyle birlikte. Türk aydın alemine faydalı bir hizmet.
Huzur’un geçtiği İkinci Dünya Savaşı öncesi İstanbul bir geçiş dönemidir.
Bilal Şimşir’i genç yaşlarında ilk kitaplarıyla tanıdım. Bir Mülkiyeli Hariciyeliydi. Mülkiye’yi bitirdikten sonra Siyasi Tarih Kürsüsü’nde asistan olarak bırakılmıştı. Tuna boyu göçmenlerindendi. 1933 yılında bugünkü Bulgaristan’ın Yılancılar Köyü’nde dünyaya gelmiş. Babası Kırım Savaşı’na iştirak ederek madalya almış. Rüşdiye ve Gymnasium’u Bulgaristan’da okuyarak 17 yaşında Türkiye’ye geldiğinde Gelibolu’ya iskân edilmişler.
‘O ÇOCUK BENDİM’
1957 yılında Mülkiye’deki asistanlıktan sonra Dışişleri Bakanlığı’na intisaba karar vermiş. Midhat Paşa için yaptığımız bir seminerde; bu büyük valinin o ülkelerdeki ikon derecesine çıkan rolünü ifade için bir hikâye anlatmıştı. Oturduğu yerde Türk ortaokulunu kapatmışlar. Ailesi bir çocuğunu daha büyük bir merkezde yatılı okula gönderiyor ve çocuk hâliyle evden ayrılacağı için ağlıyormuş. Babası demiş ki; “Ağlama büyük valimiz de böyle ağlayanlar yüzünden açtığı okullara talebe bulamadı ve bu hâle düştük”, “Bu ihtar üzerine ağlamayı kesen o çocuk bendim” dedi.
Bilal Şimşir’in Dışişleri Bakanlığı ve Siyasi Tarih gruplarındaki tetkik şöhreti;
MİLATTAN önce 2. asırdan başlayarak milattan sonra 3. asra kadar beş asırlık bir dönemin görünümü; Britanya adalarından bugünkü Fransa, Galya, Güney Almanya (Germenia) ve Ren bölgesi (Kolonya), Viyana ve Pannonia (bugünkü Macaristan) Romanya (Dacia), Herson (Kırım Yarımadası’nın kuzey sınırları), Akdeniz’de; İberya (İspanya), Güney Fransa, İtalya, bütün Adriyatik bölgesi ve İlirya, Yunanistan, Trakya ve Asya Minör içinde Bitinya (klasik Bursa); Paflagonya (klasik Kastamonu); Pontus bütün Karadeniz çevresi, Galatya (Ankyra’nın başkenti olduğu Orta Anadolu) ve Caesarea (bugünkü Kayseri), İonya; Karya, Likya, Pamfilya, Klikya (yani Antalya ve Çukurova’yı içeren Akdeniz), zengin Antiochia, bugünkü Suriye’nin, Filistin ve Lübnan’ın, Mısır’ın, bugünkü Libya’nın ve Mağrib ülkelerini içeren, bütün dünyayı kapsayan Roma üniversaldı.
ÜLKEMİZ, İTALYA KADAR ZENGİN BİR BÖLGE
Yaşanan dünya ve Roma’nın bu hâkimiyeti sırasında eski kalelerin bazıları yıpranmış, tamirine ihtiyaç duyulmamış, bazıları hiç yapılmamıştı. Yeniden kale yapmak ancak Bizans denen devre aittir. Bütün bu havalide Roma hukuku işlerdi. Eyaletlerin ve halkların bazı hâlde anlaşmalarla kendilerine has hukukları vardı. Yahudilerde olduğu gibi.
Bu kocaman imparatorluğun içinde İtalya kadar bir zengin bölge bugünkü Türkiye; yani Küçük Asya eyaletleridir ve Antakya’dır. Efes, Asya’nın payitahtı mesabesindeydi; Efessos (Metropolis tes Asias). İmparator Augustus’un dönemindeki Ankara bir hayli imar gördü. Ünlü Augustus Mabedi eski çağ tarihi için çok önemli bir eserdir ve duvar yani cella yazıtları “Monumentum Ancyranum” diye bilinen Augustus’un bir nevi nutku ve biyografisidir. İmparator Caracalla zamanında yaptırılan Roma hamamları Yozgat’ın Sarıkaya’sındakiyle İngiltere’deki ünlü Bath şehrindeki hamamların çok daha üstündedir. Üstelik Sarıkaya’daki hamam kullanılır hâldedir. Ancak hiçbiri ne İngiltere’deki kadar tanıtılır ne de ciddi bir restorasyon geçirmiştir.
İmparator Traianus ve ondan sonra yerine geçen Hadrianus zamanında Küçük Asya yeni bir mimari değişim geçirdi. Hadrianus gezgin bir imparatordu. Mısır dahil bütün Afrika eyaletlerini, Suriye’yi gezdi. Gezdiği her yerde eserler bıraktı. Anadolu’da Efossos ve asıl önemlisi Edirne’yi (Hadrianapolis) yeniden inşa ettirmek onun işidir.
Laodikeia bugün “Ladik” diye telaffuz ediliyor. Aynı ismi taşıyan iki şehirden birisi de Amasya-Samsun arasındadır. Denizli’deki kazı Prof. Dr. Celal Şimşek başkanlığında yürütülüyor. Son olarak Laodikeia’nın ünlü anıtsal çeşmesi ‘nymphaeum’ bu heyet tarafından restore edildi. Muhteşem havuzu, arşitrav-frizleri; alınlıkları ile sekiz sütunlu anıtsal bir çeşmedir. Buna yakın bir anıtsal çeşme Side, Sagalassos ve Efossos’ta vardır.
ANADOLU’DAKİ KADAR GÜZEL NYMPHAEUM YOK
Roma İmparatorluğu’nun her tarafında Anadolu’daki kadar güzel ve çok sayıda nymphaeum bulunmaz.
1974 yılı temmuz ayında Kıbrıs Adası’ndaki iki cemaat olan Türk ve Rum arasındaki gerilimin zorba bir darbe ile kilitlenmesi üzerine Türkiye, Kıbrıs’a askerî müdahalede bulundu. Bu tasvire layık bir olaydır. Türkiye’nin adadaki Türk cemaati korumak ve gerektiğinde müdahale yapmak konusundaki ültimatomlarına adadaki Rum cemaati aldırış etmiyordu.
Adadaki Rumların lideri Makarios’a darbe yapıldığı vakit Nikos Sampson EOKA’cıların (Ethniki Organosis Kiprion Agoniston) kuklası olarak cumhurbaşkanlığına getirildi. EOKA’nın Kıbrıs’ta hâkimiyeti sağlanmıştı. Bu arzu edilir bir manzara değildi çünkü Kıbrıs Rumlarının önemli bir kesimi sol eğilimlidir. Bu sol eğilim AKEL Partisi’nde (Emekçi Halkın İlerici Partisi), yani mahalli komünist partide yoğunlaşmıştır.
Makarios’un Üçüncü Dünya’daki şöhreti, Üçüncü Dünya tipi bir sosyalizmin sözcülüğünü yapmasından ileri geliyordu. Adanın nüfusu ile orantılı olmayacak bir şekilde Hind liderlerin, Cemal Abdünnasır’ın, Yugoslav lider Josip Broz Tito gibi önderlerin yanında yer almakta Üçüncü Dünya Bloku’nda sözü dinlenmektedir. Üçüncü Dünya aktif bir blok değildir. Herhangi bir meseleyi etkin çözecek bir tarafsızlar konferansından bahsedilemez. İdare daha çok Mısır’ın elindedir. Lakin ülkelerin nüfus olarak kalabalığı, örgütlenme beceriksizliği, iktisadi durumlarının yetersizliği dolayısıyla AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) gibi, NATO gibi, hatta Varşova Paktı gibi bir ağırlığı söz konusu değildi. Ancak farklı bir sesti.
TÜRKİYE’DEN BÜYÜK SÜRPRİZ
EOKA çevrelerinde Türkiye’nin müdahalesinin gerçekleşemeyeceği kanaati uyanmıştı. Rauf Denktaş’ın ifadesi ile karşı taraftan, “Bekledim de gelmedin şarkısı sabah akşam çalınıyordu”; beklenenin gelmesi büyük sürpriz oldu. Üstelik stratejik olarak çıkarma harekâtının Magosa tarafından; yani güneyden yapılacağı düşünülüyordu. Fakat zor olan taraf Girne tercih edildi. Girne’deki savunmanın daha aksak ve zayıf olduğunu ileri sürdüler, oysa tabii ve çetin bir savunma hattıydı. Her hâlükârda Girne hattı bir günde aşıldı ve aşıldıktan sonra Türk ordusu ilk etapta Lefkoşa’nın bugünkü sınırlarına, Magosa’ya ulaştı.
Varoş, Osmanlıca bir kelimedir. XVI. asırda Macaristan’dan alınmadır ve banliyö anlamında kullanılır. “Varosa” olarak telaffuz edilen bölgenin adını da Maraş’a çevirdiler. Ateşkes kararına burada uyulduğu için Maraş bölgesi hâlâ iskâna açılmamış görülüyor. Açılması gerekir çünkü adanın ekolojisi, ekonomisi ve her iki tarafta oturan insanlar açısından verimsizliğe mahkûmdur. Hâlbuki verimli bir bölgedir.
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
ORTADOĞU coğrafyası fizikî bakımından hâlâ incelenmektedir. Sanılanın aksine kolonyalist dönemin coğrafyacıları ve hassaten kolonyalist idare burada fiilen hazır bulunmayan güçler kadar bu coğrafyayı filolojik, hatta biyolojik ve jeolojik bakımdan incelememiştir. En kaba bilgisizlik maalesef Osmanlı İmparatorluğu’nundur. Ama 30 yılı aşan manda döneminde bile İngiltere’nin en önemli incelemeleri yaptığı söylenemez. Fransızların geçen asırdan beri bölgenin etnik ve kültürel tarih araştırmaları daha önde gitmektedir.
Bugün ise bilgisizlik, o mevcut bilginin yerini kaparak siyasi karar mahfillerine sızmıştır. State Department’ın tarihçileri ve coğrafya uzmanlarının tahminleri bir satranç tahtasına veya bir matrikstin periyodik anlayışına göre ortaya çıkmaktadır. En grotesk hatalarından biri İkinci Dünya Savaşı’nda savaşa katılmayanların Yahudi mirasını ve mülteci Yahudi parasına el koyduklarına dair inançtı. İsviçre ve İsveç’te gözledikleri hakikatleri herkese teşmil etmeye çalıştılar. Realite ile alakası yoktu.
Ortadoğu coğrafyasında İngiltere tarihte ne siyasi ne de fizikî coğrafya bakımından birbiriyle ilişkisi olmayan parçaları bir araya getirdi. Madam Gertrude Bell’in Irak haritası grotesk bir örnektir. Kendisinin arkeoloji ve etnik yapı üzerindeki sözde bilgisi muasır ve bazen işbirliği yaptığı Lawrence tarafından adamakıllı tefe konmuştu.
Sonuç ortada; cehaletin yarattığı Ortadoğu haritası Sykes-Picot ikilisinin şarlatan görüşleriyle ortaya çıkan Şark-î Arabistan’ın bölünme planları maalesef hikmet arayan Ortadoğulular tarafından cehaletin değil de şeytanca bir planın ürünü gibi değerlendiriliyor. Günümüzde de bu yaşanıyor. İlk olarak 2013 yılında çizilen ve şimdi tekrar gündem olan, tartışılan şu harita ABD’deki karar sürecini sürükleyen grubun her şeyden evvel aile, okul ve dünya vatandaşlığı terbiyesinden çok uzakta olduğunu gösterir. Medeni milletlerin bu gibi cürümleri ancak kapalı kapılar arkasında gizli kasalarda mühürlenir. En azından Birinci Dünya Savaşı’na kadar bu böyleydi.
Zamanımızın ABD’si sanki demokrasinin sınırlarını kendine göre dolaştırıyor. Hürriyet, yani sevgili libertas (elefteria) ahlak, etik, moral ve Latinlerin deyimiyle ananeyle (norm) birlikte var olur. Herhangi bir toplumun belirgin, kaynaklarına ve araçlarına dayanarak başka toplumlar hakkında bu gibi haritalar çizmeye hele bunları cehaletle doldurmaya hiç hakkı olmaması gerekir.
Eylül 2013’te New York Times’da Robin Wright imzasıyla yayımlanan makalede, 5 ülkeden 14 yeni ülke ortaya çıkabileceği savunulmuştu.
WASHINGTON BÖLÜCÜLERİ GERÇEKLERDEN HABERSİZ
ATATÜRK’ün Cumhuriyet fikriyle ne zaman tanıştığı muamma bir tartışma konusudur. Aslında iki tarihin üzerinde yoğunlaşalım. Birisi kendisinin İttihat Terakki’nin merkez heyetiyle ciddi tartışmaya girdiği ve İttihat Terakki’nin Sultan II. Abdülhamid devri diktatoryası aratacak bir yola girmesini hissetmesidir. Bu konularda önyargısı çok derindir. Yakın arkadaşlarının huyunu suyunu iyi bildiği gibi sadece temasta olduğu askerî mülki erkânını da tanıyabilmektir. Bu nedenle Hareket Ordusu’nu kurmay başkanı olduğu sıralarda bu kargaşayı gördüğü 1911-12’den itibaren parti diktatoryasını tasvip etmediği açıktır.
İkincisi doğrudan doğruya Osmanlı saltanatının fiilen sona erdiğini, bu imparatorluğun mazisindeki parlak günlere yakışmayacak bir mecraya ister istemez gidildiğini gördüğü Mütareke dönemidir. Mütareke sırasında bazı planları vardı. Birincisi, padişah ile olan yakın ilgisi bu sayede Harbiye Nezareti’ne tayin edilmesi ve oradan darbe yaparak duruma el koyması ama yürürlüğe giremeyecek bu planın arkasından bütün yapamadıkları ve Amasya Tamimi’nden itibaren cumhuriyet kavgasına girdiği artık açıktır. Tabii ki resmi programı sadece dost arasında diye sır kâtibi durumundaki Mazhar Müfit (Kansu) Bey’e açıklaması Ankara vilayetine girdiklerindeki dinlenme mahallindedir.
150 YILLIK TARTIŞMANIN ÇÖZÜME GÖTÜRÜLÜŞÜ
Cumhuriyet onun için her şeyden evvel anayasa ve kanun demektir, meclis demektir.