“Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. “
***
Evet büyük şairimiz Nazım Hikmet böyle diyor, ‘Ben bir Çeviz Ağacıyım’ şiirinde. Ben de diyorum ki,
Ben bir sakız ağacıyım Çiftlikköy sırtlarında.
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, çılgın projesini İstanbul’da açıkladı: Kanal İstanbul. Karadeniz 45-50 kilometrelik kanalla Marmara’ya bağlanacak, çıkan harfiyatla taş ocakları doldurulacak, göletler yapılacak, belki kenarlarına yıkılmayacak seyir terasları bile konuşlandırılacak. Proje kapsamında 2 ada da kazanılarak, güzergâh boyunca değişim dönüşüm projesi gerçekleştirilecek, planlı yapılaşmayla yeşil alanlarıyla yepyeni yaşam alanları kazandırılacak.
¡¡¡
Proje açıklanınca kıskanmadım dersem yalan olur. Gerçi bir takım kişiler bunun Osmanlı projesi, bir kısım medya şürakası da hayal unsuru olduğunu söyleye dursun, ben çevre açısından bakınca alkışladım. Bu projeyle boğaz trafiği ve İstanbul’dakilerin her tanker geçişinde ağızlarına gelen yürekleri rahatlayacak.
Çarşamba günü haberi izlerken, Başbakan Erdoğan’ın İzmir için de önemli projelerimiz var dediğini işittim sanki. Körfezi kurtarma sözü verdiğini de hatırlayınca, önceki seçimlerin arifesinde partilerin İzmir adaylarının projelerini dinlerken AK Partili Nükhet Hotar, “Karşıyaka ile İnciraltı arasına köprü yapacağız” demişti. EXPO adaylığının konuşulduğu günlerde müthiş bir müjdeydi İzmir için. “EXPO adaylığı bitti, köprü gitti” diye dövünürken Başbakan Erdoğan’ın çılgın projesi ne olabilir diye düşündüm.
¡¡¡
“Acaba Karşıyaka ile İnciraltı arasına köprü yapılabilir mi?
Yapılırsa İzmir trafiği rahatlatılabilir mi? Çankaya’da, Alsancak’ta düğüm olan trafik, Körfez Köprüsü’yle kurtarılabilir mi? Kordon’da SİT’e takılan Çevre Yolu bağlantıları Karşıyaka ile İnciraltı bağlanarak tamamlanabilir mi?
EGE Üniversitesi Kanserle Savaş Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ayfer Haydaroğlu, iki sene önce, “Fazla yağ tüketimi kansere davetiye çıkarıyor” demişti. Prof. Haydaroğlu, konuşmasına, “Fazla yağ alımı kanser, kalp, damar hastalıkları, hipertansiyon gibi hastalıklara davetiye çıkarmaktadır. Yağ tüketiminde yağın miktarını değil, kalitesini artırmak gerekmektedir. Yağ alımının azaltılması için yemekler az yağla pişirilmeli, et yemekleri yağ eklenmeden kendi yağlarıyla pişirilmeli, kızartma, kavurma gibi pişirme yöntemleri yerine haşlama, ızgara, fırında pişirme yöntemleri tercih edilmelidir” diye devam etmişti.
¡¡¡
Her türlü yağın fazla alınmasının özellikle meme, prostat, testis, rahim, yumurtalık, kalın bağırsak ve rektum kanserlerinin oluşum riskini artırdığını da söyleyen Prof. Ayfer Haydaroğlu’na benim buradan bir önerim var.
“Haydaroğlu Hocam, ne olur bu uyarılarınızı daha sık yapın. Halkımız yanlış beslendiğinden, sözleriniz bir kulaktan girip diğer kulaktan yağ gibi çıkıp gidiyor. Bu nedenle de baş bölgesinde bir şey kalmıyor. Halkımız, jan janlı ambalajlar içindeki kızartılmış yiyecekleri körpecik yavrularımıza hediye diye alıyor. Derslerinde başarılı olan öğrencilere, kolos ile birlikte pitos ikram edenlerimiz bile var.
Fazla yağın sağlığına zararlı olduğunu bilse, yağcılığın geçerli bir şey olmadığını kavrasa öyle bir şey yapar mı benim halkım?
Bir litre kızartma yağının 800 bin litre suyu kirlettiğini öğrense tavadakini döker mi hiç lavaboya? Üstelik, o kızartma yağlarının toplanıp biyodizele dönüştürüldüğünü, araçlarda yakıt olarak kullanıldığını bilse bir gramını israf eder mi?
Kızartmalık atık yağlardan üretilen biyodizelin, dizel yakıta göre iklim değişimine neden olan sera gazı emisyonunda yüzde 65-92 oranında azaltım sağladığını, bunun da daha temiz bir hava sahası oluşturduğunu ve yaşam kalitesini artırdığını bilse benim halkım, kızartma yağlarını toplamaz mı?”
YAĞ NOTLARI
“BİR milleti yok etmek istiyorsanız tohumlarını yok edin yeter.”
Bu sözü Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya Seferihisar’da düzenlenen Tohum Takas Şenliği’nin tanıtım toplantısında söylemişti. Ben de, “Tohumuna sahip çık arkadaş” başlıklı bir yazı yazmış, piyasaya hakim olan ve genetiğiyle oynanmış tohumlardan (hibrit) tekrar üretim yapılamadığınını vurgulamıştım. Onlarca ileti aldım. “Mis gibi kokan domatesimi özledim” diyen de vardı, “Kabaktan üretilmiş karpuz istemiyoruz” diyen de. O yazı mı ateşledi bilmiyorum ama memleketimin her yanından sevindirici haberler alıyorum. “Yerli tohumla üretime katkı koymak istiyoruz, Bize yol gösterin” diyenlere tek sözüm oluyor. “Köyünüzde, yamacınızda, ninenizin, dedenizin çıkınında sakladığı o yerli tohumları üretime kazandırın ve tek birini bile zayi etmeyin. Çünkü yarınlara bırakacağınız en büyük miras tohumlarınızdır.”
¡¡¡
Salı günü Bornova Belediye Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır’ın 2 yılını anlattığı basın toplantısına davetliydik. Şahin Tepesi’ndeki sunumda Sındır, az zamanda çok işler başardığını söyledi, “İzmir’de en fazla yatırım Bornova’ya yapıldı” dedi. Ben Sındır’ı, özellikle Bornova bamyası ve misket üzümü için alkışlıyorum.
¡¡¡
Sındır’ın, özellikle şarapçılıkta çok değerli olan misket üzümünü anavatanına döndürme, Bornova bamyasının lezzetini insanlarımıza tekrar sunma girişimi var. Başkan Sındır, “Dünyada bir marka olarak tanınan, Bornova’nın misket üzümü yıllar sonra yeniden üretilecek. Düzensiz şehirleşme nedeniyle yok olan misket üzümü haziran ayından itibaren Çamiçi Köyü’nde beş bin metrekare alana dikilmeye başlanacak. Çubuklarını, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Manisa Bağcılık Araştırma Enstütüsü’nün hazırladığı misket üzümleri üç yıl içinde meyve verecek ve İzmir ünlü bir değerine yeniden kavuşacak” diyor.
8500 yıllık yerleşik yaşam tecrübesi olan ilçenin adını taşıyan ürünleri tek tek ön plana çıkaracaklarını söyleyen Sındır, şunları söyleddi:
ZAMAN su gibi akıp gidiyor. Kimin önce göçüp gideceği de belirsiz. Dostlarım “Hayata küsme, Çağlayan’a yakışır şekilde yoluna devam et. İbrahim Irmak yakışmıyor sana durmak. Çevre yazılarını bekliyoruz” diyor. Sağ olsun herkes beni hayata döndürmeye çalışıyor. Bu yazılar da onların zorlamasıyla oldu. İnşallah tekrar yaşama tutunabiliriz. Baştan söyleyeyim. Kusurum olursa affola...
Pazartesi günü Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, geleceğin İzmir’ini anlattı. Sunum yaptığı mekan Büyükşehir’in restore ettiği Varyant’taki Şato’ydu. Bir söz var biliyorsunuz. “Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur” diye.
Bir zamanlar korku şatosuna dönüşen mekan şimdi cennetten bir köşe olmuş. İzmir, konuklarını göğsünü gere gere ağırlayabileceği eşsiz körfez manzaralı bir yer kazanmış. Ben Şato’nun içiyle ilgilenmedim. Benim için önemli olan çevresiydi. Yeşil dokuyla kaynaşan tesis de 10 numaraydı. O mekanda Başkan Kocaoğlu, Körfezin temizlenmesi için yapılması gerekenleri anlattı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a bu konuda verdiği destek sözü için teşekkür etti. Yıllardır Körfez’in kurtulması için yazılar yazan bendeniz de yanımda oturan Fikret Kalmuk’a, “Yüzülecek hale getirsinler şu körfezi ben de ikisi için destan yazıp teşekkür edeceğim” dedim.
¡¡¡
Başkan Kocaoğlu, kent yenileme projesinden bahsederken, Kadifekale’nin ağaçlarla kent ormanına dönüştürüleceğini söyledi. İşte kentlilik bu dedim içimden. Zira yeşil doku medeniyet ölçüsü biliyorsunuz. Şehirlerde bina dikmek ne kadar önemliyse, ağaç dikmek de o kadar önemli. İnsanların ruhlarını özgürlüğe kavuşturacakları, nefes alacakları yerleri yaratamazsanız mutsuzluk katsayısını yükseltirsiniz. Benim buradan bir önerim var. Kadifekale’yi lütfen devasa bir parka dönüştürün. Öyle bir park yapalım ki, değil İzmirliler, geziye gelen turistler burayı anlata anlata bitiremesin. Bu konuda dünyada birkaç örnek var. Biz şimdi sizlere İsrail’dekini verelim ve nasıl bir mekan yaratılmış hep beraber fotoğrafa bakarak seyredelim.
¡¡¡
Şimdi sizlere İsrail’in liman kenti Hayfa’daki Bahai Park’tan notlar verelim. Ve “Bu konuda siz ne dersiniz” diye de soralım. Uzunluğu üç kilometreden fazla Hayfa kentinin en yüksek noktasından başlayıp, aşağıya ana caddeye kadar uzanıyor. Kanadalı bir peyzaj mühendisinin tasarımı, büyüklü küçüklü ağaçlarından çiçeklerine kadar her şey simetrik. Parkın sağ tarafında ne tür bitkiler varsa sol tarafında ve aynı hizada aynı bitkiler var. İçinde mini havuzlar, şadırvanlar, oturma mekanları... Park envai çeşit bitkilerden oluşan bir tablo gibi..
Güven, “Gazeteciler tutuklandı diye yürüyorsunuz ama, akaryakıt zamlarını gürültüye getiriyorsunuz. Bu kaçıncı zam Allah aşkına, niye yazmıyorsunuz? Ben kalp hastasıyım. Çarşıya-pazara, eşimize-dostumuza arabamızla gidiyoruz. Ama bu zamlarla nasıl otomobile bineceğiz” dedi.
* * *
“Sayın Güven, otomobile binmeyin lütfen. Çarşıya-pazara da yürüyerek gidin. Sizin için spor olur. Eşe-dosta da, “Akaryakıt fiyatları düşünceye kadar görüşmeyelim” diye selam salın. Eğer selam saldığın kişiler dostunsa mesajı alır. Değilse, ‘Üzgünüm Leyla’ şarkısını söylersin olur biter. Böyle yapmakla zamların etkisinden kurtulur musun, orasını bilemem. Akaryakıt zamları taşıma ücretlerini artırdığı için yiyecekten içeceğe kadar her şeyin fiyatı tırmanacağından gıdandan da biraz kısarsın. Az yiyerek diyet yaparsın. Bu, senin sağlığına da iyi gelir. Şimdi anladın mı akaryakıta neden sık sık zam yapıldığını. Hükümet senin sağlığını düşünüyor, sen farkında değilsin! Halâ anlamadı isen sayın Güven, 3 ay sonra seçim var biliyorsun. Ankara’dan büyük adamlar önümüzdeki günlerde senin ilçene de gelecek. Seni nasıl düşündüklerini anlatacak. Bana inanmıyorsan, lütfen sor bak bakalım, onlar ne diyecek.”
Yerel kalkınma ve sosyal belediyecilik
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, üretici kooperatiflerinden süt alıp bunu okullarda dağıttırıyor. Öğrencilerin süt içip gelişimine katkıda bulanan Kocaoğlu, üreticilere de bir nevi destek vermiş oluyor. Haziran 2010’da bu sistemin yerel kalkınma ve sosyal belediyeciliğe çok önemli bir örnek olduğunu ve tüm Türkiye’ye yayılması gerektiğini söylemiştim. Hürriyet Ege Bölge Temsilcisi Deniz Sipahi, geçtiğimiz günlerde, “Ödemiş’te yapılan tarım mitinginde CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, üreticinin desteklenmesi için İzmir modelini önerdi” diye yazdı.
Model çok güzel.
Üreticiden direkt tüketiciye.
İmamların bu memleketin enerjisinin boşa harcanmasının önlenmesindeki rolünü azımsamayın.
Ve onlar sayesinde bu memleketin bir barajın ürettiği elektrik kadar enerji tasarruf edilebileceğini unutmayın.
* * *
Almanya’nın Köln şehrinde Katolik Rahipler Birliği, artan elektrik faturaları nedeniyle dar gelirliler için, “enerji tasarrufu” projesi yapmış.
Bir grup gönüllü, elektrik tasarrufu nasıl yapılır, tek tek anlatmaya başlamış. Evlerde enerji kaybının çok yüksek olduğunu belirten rahipler, halkı somut bilgilerle donatmaya, hatta tasarruflu duş başlığı ve ampuller hediye etmeye başlamış.
Nerelerden nasıl elektrik tasarrufu yaparız, faturalarımızı nasıl azaltabiliriz diye aşağıdaki örnekleri vermiş.
- Herhangi bir aletin stand-by lambası yılda 45 Euro elektrik yakar. Ayrıca buzdolaplarının balkona konulması da enerji kaybı nedenidir. Özellikle buzdolabı güneşte kalıyorsa çok elektrik harcar. Eski bir buzdolabı da yılda ortalama 170 Euro’luk cereyan yakar.
DEVLET; köylüye, çiftçiye hayvancılık için faizsiz kredi veriyor.Amaç, ülkenin et ve süt ihtiyacını karşılamak. Suni olarak artırılan fiyatları aşağıya çekmek.Halkın birincil gıda maddelerini kaynağından temin etmek.Her şey güzel hoş da uygulamadaki politikalarla bu mümkün mü?¡¡¡İki yıl önce ne diyordu süt üreticileri:Sattığımız sütün fiyatı ineğin tükettiği yem fiyatını karşılamıyor.“Batıyoruz” diye yükselen feryatlar, derelere protesto için dökülen sütler mesaj oldu mu?“Köylü, çiftçi ağlayarak gönderiyor Sarıkızı’nı kesime” diye yırtındık, duyan oldu mu?Ya da duyup da kılını kıpırdatan oldu mu?Olmadı değil mi?Sonra hepimizin malumu.Et fiyatları 30 liraya dayandı.Trilyonlarca dövizimiz elin Angus’una gitti.¡¡¡Sütte şu günlerde bir şark oyunu dönüyor yine.Pazartesi günü, hipermarket devleri Tansaş’ın, Birmaş yaratıcısı, Ödemiş Belediye Başkanı Bekir Keskin’in yardımcısı İrfan Akça aradı.“Sütün 1 litresi, yarım litre su fiyatına satılıyor” dedi.Aynı zaman süt üreticisi olan Akça, “Süt, sudan ucuz. Bu gidişle biz yine ıslah edilmiş ineklerimizi kasaba göndereceğiz. Ülkeyi yönetenler durumun farkında değil. Krediyle inek alıp, hayvancılık yapanlar bu gidişle süt gölünde boğulacak. Halk bu kredileri ödeyemez” diye konuştu.¡¡¡Türkiye bir tarım ülkesi. Biz ısrarla sanayi ülkesi olmak için uğraşıyoruz. Sanayi ülkesi olmak çok güzel de bizim bire bin veren topraklarımız varken şu sanayileşme işini önce oradan başlatsak. Öz sermayemizle yola çıksak.Dünyada öne çıkan ekolojik tarım hamlesini atağa kaldırsak.O ineklerin dışkılarındaki metan gazını alıp enerji olarak kullansak.Kimyasallarla kirlenmemiş topraklarımızı o ineklerimizin dışkılarından elde edeceğimiz organik gübrelerle zenginleştirsek.Kalkınmayı kırsal kesimden başlatsak.“Nasıl olur” dersiniz?¡¡¡Bir Uzakdoğu atasözü var:“Bana her gün balık vereceğine balık tutmayı öğret” diyor.Devlet de hayvancılığa sıfır faizle, öyle yapıyor gözüküyor.Süt fiyatlarının dibe vurması önlenemezse, korkarım hem üretici batacak hem de devletin trilyonları. İşsiz, aşsız kalan halkım da pılını pırtını toplayıp şehrin yolunu tutacak.Ve şehrin varoşlarında mesken tutan işsizler ordusuna gönüllü yazılacak.
Kılıçdaroğlu Tarım Mitingi’ne
26 Şubat Cumartesi günü Ödemiş’te ‘Tarım Mitingi’ var.Feryat eden üreticinin sesine kulak veren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ödemiş’e geliyor.Ödemiş’te yapılacak Tarım Mitingi’ne katılıyor.Tarım politikalarının yanlışlığına dikkat çekecek olan Kılıçdaroğlu, seçim startını da Ödemiş’ten veriyor.Umarım; ülkeyi yönetenler de çiftçinin, üreticinin feryatlarına kulak verir ve Türkiye’de işsizliği, aşsızlığı önleyecek tarım politikalarını hayata geçirir.