Hande Fırat

Sonbahara kadar...

18 Mayıs 2021
Şimdilik kısmen açıldık... Şimdilik diyorum çünkü üç aylık yaz diliminde hem bireylerin hem de devletin yapacakları ve yapmayacakları, sonbaharda tekrar kapanmak zorunda kalıp kalmayacağımızı belirleyecek.

21 Nisan’da 61 bin 967 ile zirveye ulaşan koronavirüs günlük vaka sayısı, 20 günlük bir sürede 15 binin altına indi. Bu rakam yeterli mi, sonbahara kadar neler yapılmalı, sonbahar için olasılıklar neler, bu yaz nasıl geçirilmeli, ne gibi tedbirler alınmalı? Bu soruların yanıtları için Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’ı aradım.

HASTANE MERKEZLİ SALGIN DEĞERLENDİRMESİ

Günlük vaka sayısı binlere ya da beş binlere düşmüş değil. Kısmen normalleşmenin başlayacağı pazartesi gününden hemen önce yani 16 Mayıs Pazar akşamı itibarıyla, Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’nin günlük koronavirüs vaka sayısı 10 bin 512 idi. Yani kısmi normalleşme 10 bin 500’lük günlük vaka sayısı ile başladı. Pazartesi günü ise tüm Türkiye’den ekranlara yansıyan görüntülerden, vatandaşların sokakları, alışveriş merkezlerini, kuaförleri doldurduğunu gördük. Mehmet Hoca’ya kalabalıkları hatırlatıp, normalleşmeye başlamak için 10 bin 500’lük günlük vaka sayısının riskli olup olmadığını sordum. Mehmet Hoca, “Önemli olan hangi vaka sayısıyla, salgınla başa çıkabileceğinizdir” dedi. Ardından da Bakanlık tarafından açıklanan vaka sayısının zaten belirti göstermeyenleri kapsamadığını hatırlatarak, test politikasının değişmesi gerektiğine dikkat çekti:

“Biz belirtileri olanlara test yapıyoruz. Hastalığı hiç belirtisi olmadan geçirenler var. Üstelik yaş düştükçe bu oran yükseliyor. Bu yüzden tarama testleri öneriliyor. Bizdeki rakamlar sadece hastane yükünün azalıp azalmadığını gösteriyor. Buna hastane merkezli salgın değerlendirmesi diyebiliriz.”

MUTANT YAYILIM ENGELLENMELİ

Havaların ısınması bir avantaj olarak görünse de, hastalığı engellemediği biliniyor. Yaz gelse de bireylerin maske, mesafe, hijyen kurallarına uymaya devam etmesi gerekiyor. Diğer yandan elbette devletin de atması gereken adımlar var. Mehmet Hoca’ya göre bunlardan en önemlisi mutant virüslerin yayılımını engellemek:

“Mutant virüsün girmesini, yayılmasını engellemeliyiz. Birçok ülke, dışarıdan ülkelerine gelenlere kısıtlamalar uyguluyor. Bunu Türkiye’nin de yapması lazım. Hem turizm geliri olsun hem de salgını kontrol edeyim derseniz, bu çok zor. Üstelik süre de uzar. Ancak şu unutulmamalı, her şeyin temeli salgının kontrol altında tutulmasıdır.”

Salgın kontrol altında tutulmazsa diğer devletlerin kısıtlama uyguladıklarını yaşadık. 2021 UEFA Şampiyonlar Ligi finalinin İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’nda değil, Porto’daki Estadio do Dragao’da oynanacak olmasının nedeni de bu...

Yazının Devamını Oku

Acı bayram - Bu kriz bekleniyor muydu?

14 Mayıs 2021
“İYİ senaryo Filistin seçimlerinin yapılması ve birinin öyle ya da böyle seçilerek, idare etmesi. Kötü senaryo ise seçimin olmaması ve ortamın kaosa sürüklenmesi. Bu İsrail için de bölge için de kâbus olur.”

Bu sözler İsrailli bir kaynağıma ait... Bu sözleri söylediğinde İsrail seçimlerine çok az bir süre kalmıştı, Filistin’de ise seçimler ertelenmemişti. Gündemde Türkiye ve İsrail ilişkilerinin normalleştirilip, normalleştirilemeyeceği vardı. İsrailli yetkili konuşmasında Filistin’de taraflar yani Hamas ve El Fetih arasındaki mücadeleye de dikkat çekmişti.

İsrail ve Filistin’in amacının bunca acının ardından sadece “barış” olması gerekirken, hem birbirleriyle mücadele ediyorlar hem de iki ülke içinde de aktörlerin güç savaşı yaşanıyor. Bir de perdenin arkasındaki muhtelif güçler var... Barıştan çok kendi çıkarlarını düşünen ABD, Rusya, İran, Arap ülkeleri gibi muhtelif güçler... Böyle bir sahnede patlayan krizde, sonuç tam bir kaos. Çocuklar ölürken, yaralanırken, şiddet aralıksız sürerken, roketler atılırken, kara harekâtı hazırlıklarından bahsedilirken, bu bayram acı hem de çok acı. Bu acının sorumluları ise belli... Ramazan ayı boyunca gerginlikle, hukuksuzlukla Filistinlileri çileden çıkaran İsrail ve buna sessiz kalan, göz yuman, sesini yeteri kadar yükseltmeyen ABD başta olmak üzere diğer tüm ülkeler...

OBAMA YÖNETİMİNİN GERİSİNE DÜŞTÜNÜZ...

“Filistin’in her türlü kırmızı çizgiyi aştığını” düşünen İsrail’in başından beri amacı ise Müslüman dünyanın kırmızı çizgilerini yerle bir etmek. Nasıl mı? Kudüs ve civarının dini ve hukuki statüsünü değiştirerek. Bu amaca ABD’nin yakın zamandaki olağanüstü (!) katkılarını da hatırlayalım:

Trump başkanlığındaki ABD yönetimi,

6 Aralık 2017’de Kudüs’ü resmi olarak İsrail’in başkenti olarak kabul etti.

14 Mayıs 2018’de ABD’nin İsrail Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıdı.

25 Mart 2019’da İsrail’in işgali altındaki Golan Tepeleri’ndeki hâkimiyetini tanıdığına dair başkanlık beyannamesini imzaladı.

Yazının Devamını Oku

Kudüs, ey Kudüs!

11 Mayıs 2021
Tarih 11 Temmuz 2000... İkinci Camp David görüşmelerinin başladığı gün... Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton ve Filistin’in efsanevi lideri Yaser Arafat arasında şu konuşma geçer:

Clinton: Kudüs ile ilgili ne yapacağız bilemiyorum.

Arafat: Doğu Kudüs bizim, Batı Kudüs İsrail’in. İki devletin başkenti olacak.

Clinton: İsrail Doğu Kudüs egemenliğinden vazgeçmeyecektir.

Aynen dediği gibi oldu... Üstelik o günden bugüne İsrail’in emellerine ulaşmasında en çok ABD ve yönetimleri etkili oldu. Üstelik 2018 yılında dönemin başkanı Trump yönetimindeki Amerika Birleşik Devletleri tüm itirazlara rağmen; büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdı, İsrail daha da cesaretlendi. İsrail ve Filistin arasındaki sorun bir kangrene dönüştü. O kangrende ölüm, acı, kavga, haksızlık hiç eksik olmuyor. En büyük suç ise Filistinli Müslümanlara hak tanımayan ve uzlaşmaz tutumunu her fırsatta sergileyen İsrail’de. Son olaylar da bunun en büyük göstergelerinden. Ramazan ayının başından beri Batı Şeria ve Kudüs’ün doğu kesimi zaten gergindi. Ancak, 7 Mayıs 2021’de yatsı ve teravih namazı sırasında “Mekke’ye en uzaktaki cami” yani Mescid-i Aksa’nın basılması gerginliği daha da artırdı. Mesele sadece Mescid-i Aksa’nın basılmasından ibaret de değil. İsraillilerin hak iddia ettikleri yerlerden Filistinlilerin çıkarılmaya çalışması, oturma alanlarının kapatılması da gerginliği tetikleyen unsurlar.

Cami basılması ne insanlığa ne hukuka sığar. Din ve ibadet özgürlüğü engellenmiştir. Acaba İsrail Devleti sorumlular hakkında gerekeni yapacak mıdır?

Diğer yandan olaylardan derin endişe duyduğunu ifade etmekle yetinen uluslararası toplum sadece endişe duymakla mı yetinecektir? Yoksa bu kez endişe duymanın ötesine geçebilecek midir?

İsrail ile İbrahim Anlaşmaları yapan Arap devletleri seslerini yükseltebilecekler mi?

İsrail’in haksız ve uzlaşmaz tavrı, İsrail’e karş cılız seslerle yapılan eleştiriler nasıl olacak da Ortadoğu barışı için bir zemin hazırlayacaktır?

Yazının Devamını Oku

Reel politiğin dayattığı normalleşme

7 Mayıs 2021
Tüm dünya zor bir dönemden geçiyor. Ekonomileri kırılgan ülkeler, sanayileri ve bilimleri daha az gelişmiş ülkeler ise süreçte doğal olarak daha da zorlanıyor.

Salgın bireysel ve toplumsal hayatın birçok dengesini değiştirdi. Devletler çıkış yolları arıyor. Ekonomi ve ekonomik ilişkiler artık daha da hayati. Hem bu durum hem de bazı kritik ülkelerdeki yönetim değişiklikleri ve bu değişimlere bağlı olarak ortaya çıkan yeni dengeler, ister istemez yeni duruma uyumu zorunlu kılıyor. Herhangi bir ideale veya kurama bağlanmadan tamamıyla mevcut gerçeklere uyum sağlamak gerekiyor.

MISIR VE DİĞERLERİ

Türkiye’nin Mısır ile ilişkilerini normalleştirmek üzere istihbarat örgütleri arasında görüşmeleri başlattığı yıl 2020 idi. Yola Doğu Akdeniz için çıkılmış, Libya ile imzalanan anlaşmanın bir benzerini Mısır ile de imzalayabilmek için teklifler ortaya konulmuştu. Ancak süreçteki gelişmeler ve gelinen nokta konuyu salt Doğu Akdeniz’den çıkararak, iki ülke açısından da bir bütün olarak “normalleşme” arayışını zorunlu kıldı. 2020 yılında Mısır ile başlatılan görüşmelerin en büyük engellerinden biri olarak Birleşik Arap Emirlikleri görülüyordu. Reel politik zaman içinde bu ülke ile de arka kapı diplomasisini zorunlu kıldı. Mısır ile normalleşme arayışlarını Abu Dabi hükümetini dışarıda bırakarak sürdürmek gerçekçi değildi, tıpkı Esad rejimiyle arka kapı diplomasisi işletirken Rusya’nın da masada olduğunu kabul etmek gibi. Yeniden diyalog politikasında, ekonomi, ABD’deki yönetim değişikliği, salgının etkileri kadar Körfez ülkelerinin Katar ile uzlaşısı, İsrail’in Körfez ülkeleriyle İbrahim anlaşmalarını imzalaması da etkili oldu. Kısacası sürdürülen politika tıkandı, normalleşme zorunlu oldu, görüşmelerin kapsamı ve katılımcıları da genişledi. Kimilerine göre geç de kalsa Türkiye normalleşme ve yeniden diyalogla doğru yoldadır. Mısır özelinde, İhvan meselesi ciddi bir engel olarak yorumlanmaktadır. Mısır’ın onlara siyasi bir cemaat gibi davranacağı beklentisi, Türkiye’nin de onları terör listesine koyacağı ya da onlardan vazgeçeceği beklentileri gerçekçi değildir. Ancak gelinen noktada Mısır ve Türkiye’nin ilişkileri normalleştirme ihtiyaçları, bahsedilen meseleden daha ön planda bulunmaktadır.

Yeniden diyalog başlığı altında Türkiye açısından konuya bakarsak, sadece Mısır değil Körfez ülkeleri ve İsrail ile yürütülen arka kapı diplomasisi ya da normalleşme arayışlarının da bu dönemde olumlu neticelenmesi önemlidir.

HAZİRAN AYINA DOĞRU

Mısır ve Körfez ülkeleri ile ilişkileri iyileştirerek gerilimin azaltılması, Kuzey Afrika’dan Doğu Akdeniz’e bölgesel istikrarı teşvik edebilecek bir noktaya gelmek, Türkiye’nin hedefidir. Bu hedef ABD ve AB ile ilişkilerini daha iyi bir boyuta taşımak istediğini her fırsatta dile getiren hükümetin elini de güçlendirecektir. Bu durum, ilişkilerin artık “yakın müttefiklik, stratejik ortaklık” gibi tanımlardan uzak olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkanı Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yapacağı görüşme açısından da önemlidir. 14 Haziran’da Brüksel’de toplanması beklenen NATO Zirvesi sırasında yapılacağı açıklanan görüşme merakla bekleniyor. Reel politik, masadaki tüm ağır sorunlara rağmen iki ülkeye de diyaloğu ve yöntem geliştirmeyi zorunlu kılıyor. İki liderin pragmatistliğinin yanı sıra iki devletin birbirine olan ihtiyacı ve çıkarlarından dolayı iki tarafın da kopmayı göze alamadığını ve alamayacağını da unutmayalım. Her ne kadar ve haklı olarak Türkiye, ABD’nin FETÖ ve PYD/PKK terör örgütlerine desteğini ulusal güvenlik tehdidi, beka sorunu olarak görse de; ABD de her fırsatta Türkiye’yi Rusya ekseninden uzaklaştırma ana hedefini güderek, cezalandırmayı da bir yöntem olarak elinde tutsa da iki ülke sorunları en azından yönetebilmek için bir formül bulmak zorunda. Kimsenin elinde sihirli bir değnek yok. Ancak krizin kontrolden çıkmaması unutmayalım ki iki ülke açısından da önemli.

 

Yazının Devamını Oku

Aman gevşemeyin! Sevinmek için henüz çok erken...

4 Mayıs 2021
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Edirne’de yaptığı açıklamada, “Tüm Türkiye’de son iki haftada hastaneye başvuru yarı yarıya düştü. Bu sürecin sonunda vaka sayılarının çok azaldığı gerçek bir bayramı yaşamak istiyoruz” dedi. Hepimizin isteği vaka ve ölüm sayılarının azalması. Ancak yine hepimiz bu iki yılda acı ile öğrendik ki; sevinip birden açıldığımızda ya da gevşediğimizde o sayılar yeniden artıyor... Değerli Hoca; Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’ı aradım.

KISITLAMANIN ETKİSİ EN AZ 1 HAFTA SONRA...

Vaka sayılarındaki azalma için Mehmet Hoca henüz umutlu konuşmuyor. Kısıtlamanın etkisinin bir haftadan sonra görülmeye başlanacağına dikkat çeken Mehmet Ceyhan, Türkiye’de belirtisi olanlara test yapıldığını yani tarama yönetiminin tercih edilmediğini hatırlattı. Mehmet Hoca, Sağlık Bakanı Koca’nın, “Test sayısının düşmesi vaka sayısının düşmesinin sebebi değil sonucudur” sözünü ise şöyle değerlendirdi:

“Hastalık gençlerde ve çocuklarda yaygın. Üstelik çoğu belirtisiz geçiriyor. Türkiye’de belirtisi olmayanlara test yapmıyoruz. Tarama yöntemi tercih edilse vaka sayısındaki artışı görürüz. Kısıtlı test yapıldıkça, vaka sayısı az çıkar.”

İKİ KRİTİK TARİH

Mehmet Hoca’ya göre Türkiye’nin salgınla mücadelesinde önünde iki kritik tarih var:

18 Mayıs

18 Haziran (Haziran ayının ortaları)

18 Mayıs’ta kapanma son bulacak. Eğer kontrolsüz bir biçimde tersine göç görüntüleri ortaya çıkarsa yani memleketlerine ya da sahillere gidenler şehirlerine kontrolsüz dönerse ve Türkiye tüm kısıtlamaları kaldırır yani birden açılırsa, haziran ayı ortalarında vaka sayıları yine artacak.

Yazının Devamını Oku

Kapandık... Ama nasıl?

30 Nisan 2021
Kapandık... İlk günümüz bugün. Tam 17 gün illet salgınla mücadele edebilmek, vaka sayılarını azaltabilmek için kısıtlamalarla yaşayacağız. Ekonomik, sosyal, psikolojik açıdan zor hatta çok zor olduğunu biliyorum. Ekonomik açıdan hemen herkes, özellikle de esnaf “Dayanacak güç kalmadı” diyor. Haklılar... Ancak bu hepimizin hayatta kalma, hastalanmama mücadelesi. Bireysel değil birlikte verilmesi gereken bir mücadele. Bu yüzden mecburuz...

DEVLETİN SORUMLULUĞU

Vatandaşa düşen sorumluluk kadar devlete düşen sorumluluk da var. Biri diğerinden az değil, önemsiz hiç değil. An itibarıyla devlete düşen en büyük sorumluluk aşılama... Hızlı ve yaygın aşılamanın ülkelerdeki olumlu etkilerini ekranlardan hayıflanarak seyrediyoruz. Aşı tedariği ile ilgili kafa karıştıran tüm açıklamalara rağmen, devlet bu 17 günü ne yapıp edip, aşılama için bir fırsata çevirmek zorundadır. Diplomasiyi, gücünü, bağlantılarını kullanarak mutlaka tedarik sağlamalı ve bir kampanyayla aşılama hızlandırılmalı, yaygınlaştırılmalıdır. Diğer yandan vefat ve vaka sayılarındaki azalma ve aşılama kadar, kapanma sürecinin sonunda yeniden nasıl açılacağımız da önemli bir konudur. Bir anda açılmanın yarattığı sorunları iki yıldır yaşıyoruz. Salgının dalgaları çekilmiyor, bitmiyor. Bir anda açılmak bir süre sonra yeni bir dalga, yeni ölümler getiriyor. Özellikle aşılamada olması gereken hızın tedarik sorunları nedeniyle yakalanamama ihtimali var ise yeniden açılma bu kez bilim insanlarının da katkısıyla bir stratejiye, bir kademelendirmeye mutlaka dayandırılmalıdır. 

KAPANMA MI? GÖÇ MÜ?

TAM kapanma açıklamasının ardından ortaya çıkan görüntülerin ne yazık ki hepimize olumsuz dönüşleri olacak. Üç gün boyunca tıka basa dolu marketler, kuyruklar, omuz omuza geçilen sokaklar, virüsün şehirlerarası kitlesel yolculuğu... Marketlerin, bakkalların, eczanelerin belirlenen saatlerde açık olacaklarının açıklanmasına rağmen, akın akın alışverişe gidilmesi doğru bir hareket midir? Ya da kitlesel göç görüntüsü veren şehirlerarası yolculuklar doğru mudur? Bu kapanmanın temel amacı salgınla mücadele etmek ve vaka sayılarını azaltmak olduğuna göre, devlet şehirlerarası yolculuk kısıtlamasını tam kapanma açıklaması ile hayata geçirse, daha doğru olmaz mıydı? Türkiye’deki her ilin kırmızı olduğunu söyleyerek “Ne fark eder canım” ya da “Metrolarda zaten her gün böyle kalabalık var” diyenleri de hayretle karşılıyorum. Aşılama henüz belli bir aşamaya gelmemişken, metrolardaki o kalabalık da şehirlerarası kitlesel virüs göçü de okuduklarımıza, dinlediklerimize, işin uzmanlarının söylediklerine ters. Virüsün Hindistan varyantını İstanbul’dan Kars’a, Edirne’ye, Ege’ye taşımanın sakıncaları gayet açık ortada.

LOTUS ÇİÇEĞİ

EĞER

Yazının Devamını Oku

Biden o kelimeyi kullanacağını nasıl söyledi?

27 Nisan 2021
Biden ve Amerikan yönetimi üç yıldır türbülansta olan Türk-Amerikan ilişkilerine “soykırım” açıklaması ile adeta tüy dikmiştir.

Biden’ın 1915 olaylarıyla ilgili açıklaması talihsiz, yersiz, siyaseten ve hukuken sorumsuz bir açıklamadır. Tarihçilere göre de ABD Başkanı’nın 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak tanımlamasının tarihsel ve hukuksal hiçbir karşılığı bulunmamaktadır. Türk-Amerikan ilişkileri derin bir yara almıştır. Ancak bazı kesimlerin “İncirlik kapatılsın, tepki böyle olmaz, şöyle olur” gibi çağrılarına rağmen hem soğukkanlı olmakta her zaman fayda var, hem de zamanın ruhu ve gerçekler doğrultusunda hareket edilmesi şarttır. Edindiğim izlenim o ki, Ankara da zaten böyle bir yolda. Unutmayalım Almanya’dan Avusturya’ya, Bulgaristan’dan Lübnan’a, Rusya’ya, çok sayıda ülke 1915 olaylarını parlamentoları ya da hükümetleri aracılığıyla zaten soykırım olarak tanıdı. Şimdi bu uzun listeye bir de ABD eklendi. ABD açıklamasının da diğerlerinden farklı bir sonuç doğurmayacağı ortada.

NE KONUŞTULAR?

Bu tespiti yaptıktan sonra 23 Nisan’daki yani Biden açıklamayı yapmadan bir
gün önceki telefon konuşmasına geçelim. Biden, ABD başkanlık koltuğuna oturduktan sonra Erdoğan ile ilk görüşmesini aslında “soykırım” ifadesini kullanacağını söylemek için ve bunun iki ülke arasında kaldırılamaz bir hasara neden olmasını engellemeye yönelik gerekli girişimleri yapmak için kullandı. Telefonda önceliği yüz yüze görüşmeye verdi. Önce 14 Haziran’da Brüksel’de toplanacak NATO liderler zirvesinde hem işbirliği alanlarını hem de sorunlu başlıklara yönelik diyalog stratejisini ikili bir görüşmede ele almak istediğini söyledi. Bu “iyi haber”den sonra da asıl meseleye geçti. 24 Nisan açıklamasında “soykırım” ifadesini kullanacağını ancak bunu Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkilendirmeyeceğini anlattı. Hem bu görüşmede hem de Biden-Erdoğan görüşmesinin ardından başka seviyelerde yapılan görüşmelerde; Başkan’ın İstanbul için “Konstantinopolis”i kullanmasının gerekçesi olarak; “Türkiye Cumhuriyeti’ni konunun dışında bırakarak Osmanlı İmparatorluğu’nu sorumlu tutmak” gösterildi.

‘SEÇİM VAADİM, KENDİMLE ÇELİŞEMEM’

ABD Başkanı bir gün sonra kullanacağı “soykırım” ifadesinin gerekçelerini de sıraladı. Seçim vaadi olduğunu, 20 yıldır bunu söylediğini belirterek, “Bunu yerine getiremezsem kendimle çelişirim” mesajı verdi.

‘BÜYÜK HATA OLUR, SONUÇLARI OLUR’

Cumhurbaşkanı

Yazının Devamını Oku

Geleceğimiz sizsiniz...

23 Nisan 2021
“Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım...” (Cemal Granda - Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri)

Bu sözler Ulu Önder Atatürk’e ait. Bu sözü özellikle Atatürk’ün çocuklarımıza armağan ettiği bu bayramda, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda sizlere ve özellikle de çocuklarımıza hatırlatmak istedim. Hikâyesini de anlatacağım. Cemal Granda’nın anlatımına göre Türk Tarih Kurumu’nun çalışmalarıyla Atatürk yakından ilgileniyordur. Boş zamanlarında ise Atatürk’ün elinden tarih kitapları düşmez. Hatta çevresine de her fırsatta Türk tarihinin en geniş şekilde yazılması için telkinde bulunur. Bir gün Atatürk yine tarihle ilgili kalın bir kitap okurken, Vasıf Çınar, Atatürk’e şöyle der:

“Paşam... Tarihle uğraşıp kafanı yorma... 19 Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın?”

Atatürk bu samimi yakınmaya gülümseyerek yanıt verir:

“Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım...”

Mesele sadece Samsun’a çıkmak değil... Bir ulusu ilmik ilmik örgütlemek, inanmak, savaşmak, o stratejiyi ortaya koyabilmek, tanımak, bilmek, öngörebilmek, başarıya ulaşınca durmamak, çağın gereklerini bilerek çağı yakalamak hatta önüne geçmek, örnek olmak ve daha niceleri... Tüm bunların arkasında okumanın önemine dikkat çeker Atatürk. Bizler iyisiyle kötüsüyle memleketi ve memleketin geleceğini bugünkü bayramın sahiplerine bırakıyoruz. Geleceğimiz onlar. O yüzden çocuklarımız okumalı, özellikle kız çocuklarımız mutlaka okumalı.

ÇOCUK YAŞTA EVLENDİRMEYİN, OKUTUN!

BİRLEŞMİŞ Milletler Kadın Birimi, Türkiye’de erkeklerin, çocuk yaşta, erken ve zorla evliliklere yönelik algı ve tutumlarını ortaya koyan yeni bir rapor yayınladı. Rapora göre, Türkiye’de erkeklerin yüzde 25’i, kız çocuklarının en fazla 15 yaşına kadar çocuk sayıldığını düşünüyor. Ne kadar acı değil mi? Oysa 15 yaşında kız çocuğu ÇOCUKTUR BEYLER! Türkiye’nin farklı şehirlerinde yaşayan erkekler ve kadınlarla yürütülen görüşmelerden elde edilen nicel ve nitel verilere dayanan rapora göre, erkeklerin yüzde 10’u, ergenliğe giren kız çocuklarının evliliğe hazır olduğunu düşünüyor. Bu zihniyete göre 14 yaşında ergenliğe girdiyse, o çocuk evliliğe hazır. İşte bu bakış açısını mutlaka sağlıklı bir hale çevirerek, düzeltmemiz lazım. Ergenliğe girse de onlar çocuk, unutmayın. Ve lütfen kafayı evlilikle bozmak yerine, çocuklarınızın eğitimiyle bozun.

İÇİMDEKİ ÇOCUK

Yazının Devamını Oku