Şimdi bu görüntü bir anlamda tersine döndü. İki ülke en üst düzeyde masaya oturdu. Birleşik Arap Emirlikleri’nin güçlü Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed Al Nahyan, dokuz yılın ardından Ankara’ya geldi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ekonomiden bölgesel konulara birçok alanda kapsamlı görüşmeler gerçekleştirdi. Peki ama iki ülke arasında 5 yıl süren nüfuz savaşı neden ve nasıl sona erdi?
NELER YAŞANMIŞTI?
15 Temmuz darbe teşebbüsünün arkasındaki ülkeydi. Hatta FETÖ’nün finansörü olmakla suçlandı. Desteklediği medya Türkiye ve Erdoğan’ı uzun süre hedef aldı.
İki ülkenin Müslüman Kardeşler’e bakış açısı örtüşmedi.
İki ülke, Katar ile Körfez ülkelerinin yaşadığı krizde karşı karşıya geldi.
Karşıtlık Suriye’de sürdü. Şam Rejimi’ne destek vermekle suçlandı.
Doğu Akdeniz ve Libya, karşıtlığın zirve yaptığı başlıklardandı. Hafter’in yanında yer aldılar. Wagner’in sahadaki elemanlarının finansmanını sağladıkları iddia edildi.
İki ülke arasındaki nüfuz çatışması son olarak Afrika’ya uzandı, Somali’ye yansıdı.
Gelinen noktada vatandaşın cebi yanıyor. Cuma günü yayımlanan yazımda hükümetin ekonomi politikalarını anlatırken, hedeflerini “Yatırımları arttırmak, işsizliği azaltmak ve alt gelir grubunu rahatlatmak” sözüyle özetlemiştim. Alt gelir grubu başta olmak üzere tüm çalışanlar Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun toplanmasını bekliyor.
‘GEÇİNEMİYORLAR’
İzmir’de açıklamalarda bulunan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ı aradım. Gelelim sohbetin detaylarına: Atalay son aylarda her gittiği yerde işçilerle sohbet ediyor. Çöpçüden garsona, terziden çırağa Atalay hemen herkesten aynı cümleyi duyuyor: “Geçinemiyoruz, bu para ile geçinme şansımız sıfır.” Bu haklı yakınmaları dinleyen Türk-İş Genel Başkanı, “Devlet enflasyonu yüzde 20 olarak açıklıyor. Ancak markete, şekere, tuza, yağa, benzine bakınca yüzde 20 değil. Devletin açıkladığı rakamla pazardaki fiyat örtüşmüyor” dedi.
Türk-İş masaya bir rakam telaffuz etmeden oturacak. Stratejik açıdan pazarlık güçlerini etkilemesin diye rakam telaffuz etmiyorlar. Ancak altını çizdikleri birkaç nokta var:
Belirlenecek rakam, 7 milyonun üzerindeki asgari ücretle çalışanlar başta olmak üzere tüm çalışanları ve iş dünyasını ilgilendiriyor.
İşçinin karşı karşıya olduğu tablo, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da Çalışma Bakanı’na da Hazine ve Maliye Bakanı’na da anlatıldı, anlatılıyor.
Belirlenecek rakam işçiye nefes aldırmalı, tebessüm ettirmeli.
10 kişinin altında asgari ücretli çalıştırılan işletmeler, toplam işletmelerin yüzde 90’ını oluşturuyor. Belirlenecek rakam küçük işletmecileri zor durumda bırakmamalı. Yani devlet küçük ve zor durumda olan işverenin yüküne ortak olmalı.
Merkez Bankası’nın politika faizini yüzde 15’e indirmesinden bir gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti grup toplantısında yaptığı konuşmada faiz indirimi konusundaki kararlı duruşu soru işaretlerini arttırdı. Üstelik karar da konuşma da politikayı yanlış bulan çevrelerce eleştirildi. Ben de sorunun peşine düştüm... Faiz indirimi politikasının nedenlerini Cumhurbaşkanlığı’ndaki üst düzey kaynaklara sordum. Yanıtları madde madde şöyle:
Hükümet faiz indirimiyle ortaya çıkan faturanın farkında. Bu fatura göğüslenecek. Bir anlamda acı reçete şimdi uygulanacak.
Başlıca nedeni erken seçim olmaması. 2023 seçimlerine kadar ana hedef yatırımları arttırmak, işsizliği azaltmak ve alt gelir grubunu rahatlatmak olacak.
İktidar, 2023 seçimlerine yüksek faiz, yüksek enflasyon ve yüksek işsizlik oranlarıyla gitmek istemiyor. Yatırımları arttırarak, işsizliğin azaltılması amaçlanıyor.
Bu politikanın seçilmesinde bazı ekonomik verilere güveniliyor.
Bu verilerin başında büyüme geliyor. Türkiye ekonomisi, 2021’in ikinci çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 21.7 büyüdü. Yıl sonunda ise çift haneye kadar çıkabilecek bir büyüme tahmini yapılıyor.
Diğer veri, ihracat rakamları. İhracat ekimde geçen yılın aynı ayına göre yüzde 20.2 artışla 20.8 milyar dolar oldu. Ocak-ekim döneminde ise ihracat geçen yılın aynı dönemi ile karşılaştırıldığında yüzde 33.9 artarak 181.8 milyar dolar oldu.
Hükümet aynı zamanda dünyada genel ekonomik tablonun da sorunlu olduğuna dikkat çekiyor.
Karakaya da AKP ile ittifakları konusunda “Biz hükümetin ortağı değiliz. Bir hükümet ortaklığı, bir koalisyon yok ama biz ittifakız. Hükümetin başarılı olması, bizim için son derece önemli” dedi. MHP’nin yerini “muhalefet” olarak konumlandıran bu açıklamalar, siyasi kulisleri hareketlendirdi. Hem sorular hem iddialar konuşulmaya başlandı. “Bu açıklamalar durup dururken mi yapıldı, iki parti arasında anlaşmazlık mı var?” sorularına yanıt aranırken, iki parti arasında anayasa çalışmaları nedeniyle sorun yaşandığı iddia edildi. Hatta MHP liderinin Cumhur İttifakı’nı bozma yolunda ilk adımı attığı, bunun sonrasının geleceğini ileri sürenler dahi oldu. Bu nedenle başta MHP Genel Başkanı olmak üzere MHP’den yapılan muhalefet açıklamasının peşine düştüm. MHP’li üst düzey isimlerin bu konudaki görüşlerini sizlerle madde madde paylaşacağım:
CUMHUR İTTİFAKI’NA DESTEK SÜRECEK
“Muhalefet” sözünden rahatsız edici bir anlam çıkarılmamalı, çıkmaz da... MHP “muhalefet” sözü ile Cumhur İttifakı’ndan doğan bir sıkıntıyı ifade etmemiştir.
Mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne göre MHP, muhalefettir. Tıpkı diğer partiler gibi. MHP, Cumhur İttifakı’nın ortağıdır ancak koalisyon ortağı değildir.
MHP 15 Temmuz’un ardından Cumhur İttifakı’na katılarak, AK Parti ve hükümeti politik olarak ciddi biçimde desteklemektedir. Bu destek de devam edecektir.
50+1 RAHATSIZLIĞI BİZE İLETİLMEDİ
Peki bu çıkışın ardında
Özel günlerde mesaj atıp sloganları birbirimizin gözüne sokmak dışında; sözde normal hayatlarımıza devam ediyorduk. Silah taşınmasına, ateş edilmesine, trafikte ya da bardaki kavganın ölümle sonuçlanmasına bile neredeyse alışmıştık. Birbirimizi linç etmek, karalamak, nefretimizi kusmak ise sıradanlaşmıştı.
Bu kadar kötülüğün ortasında yaşarken, Başak Cengiz’in samuray kılıcıyla öldürülmesi bu kötülüğü başka bir boyuta taşıdı. Hele hele sosyal medyadaki bazı paylaşımlar insanlığımızdan utanmamıza neden oldu. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in “Başak Cengiz nezdinde hedef alınan tüm insanlıktır, tüm kadınlarımızdır. Toplumsal olarak kadın cinayetlerine karşı seferber olmamızın vakti gelmiştir ve dahi geçmektedir” açıklamasını okudum. Kesinlikle katılıyorum, seferberliğin vakti geldi de geçiyor... Kadınların karşı karşıya olduğu şiddet, bu toplumun zaten yıllardır kanayan yarası. Peki bu mücadelede elde edilen kazanımlardan neden geri adım atıldı? Bu soruyu düzenli olarak sormaya devam edeceğim. Ancak tartışmayı, her olaydan sonra paylaşımlarda bulunmayı bir kenara bırakarak gerçekten adım atmak gerekiyor. Kaybedilen kazanımların yeniden elde edilmesi gerekiyor. Üstelik toplumsal seferberliğin sadece kadına karşı şiddetle de sınırlı kalmaması gerekiyor. Şiddetin, sevgi ve saygısızlığın her türlüsü ile linç kültürüyle, birbirimizi düşmanlaştırmayla, tahammülsüzlükle ve ruh sağlığı ile ilgili de seferberlik başlatılması gerekiyor.
KOD KIRMIZI
GÜNLÜK kaygılar, siyasi tartışmalar sürerken dünya aslında bir felakete doğru sürükleniyor. Etkilerini şimdiden görmeye başladık, eğer gereken adımlar atılmazsa çocuklarımız ve onların çocukları felakete sürüklenmiş olacaklar. Bu yüzden dünya liderleri bir araya gelerek iklim değişikliği konusunda “Kod Kırmızı” ilan ettiler. Dünya alarmda! Glasgow’da iklim değişikliği zirvesine ev sahipliği yapan İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Dominick Chilcott’un sözleriyle: “İklim değişikliği konusunda korkunç bir sonuçla karşılaşmak istemiyorsak tüm dünyanın önünde son bir şans var...” Ankara’da bir grup gazeteciyle birlikte buluştuğumuz Sir Dominick Chilcott, Glasgow zirvesinde üzerinde uzlaşılan maddeleri şöyle özetledi:
Küresel sıcaklık artışının 1.5 santigrad derecenin üzerine çıkmaması için mücadele etmek.
Zengin ülkelerin, oluşturulan fona katkı yaparak yoksul ülkelerin çalışmalarına destek vermesi.
Sivil toplum örgütlerinin, iş insanlarının, hükümetlerin kısacası konunun tüm taraflarının işbirliği yapması.
Yine bu söylem üzerinden, ABD’nin bu yola pragmatik yani çıkarları açısından değil, ahlaki bir kaygı ile çıktığı varsayımında da bulunabiliriz. Tüm bunların sonucunda da ABD tarafından 9-10 Aralık tarihlerinde düzenlenecek olan “Demokrasi Zirvesi”ni, bir anlamda “Dünya Demokrasi Zirvesi” olarak algılayabilir ve hatta tüm dünya adına umutlanabiliriz. Ancak gerçek ne yazık ki böyle değil ve Biden’ın söylemleri de ne yazık ki gerçeği yansıtmıyor... Neden mi? Madde madde özetleyelim:
Zirve davetlilerine ilişkin taslak, medyaya sızdı. Davet edilen ülkeler de edilmeyenler de tartışma yarattı.
Oysa amaç, otoriterlikle mücadele ve tüm dünyada demokrasiyi yerleştirmek ve güçlendirmek ise öncelikle tüm ülkeler o zirveye davet edilmeli. “Zirveye geldi, gelmedi” tartışmasından davet eden değil, davete icabet etmeyen zarar görür. Demokrasi isimli bir zirveye katılmamak, itibar kaybı ile sonuçlanır.
Diğer yandan sızan listeye göre davet edilenler ve edilmeyenlere bakınca, ABD’nin demokrasi mücadelesinin ahlaktan çok, çıkarı öncelediği görülüyor.
Sızan listede Tunus, Mısır, Türkiye, Rusya ve Çin gibi ülkeler yok ama Brezilya, Hindistan, Polonya, Filipinler ve Irak gibi ülkeler var.
Fransa ve İsveç gibi gelişmiş demokrasilerin yanı sıra “İnsan hakları umurumda değil” diyen Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte davetli. Otoriterlikle suçlanan Hindistan Lideri Narendra Modi de. Kadın hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda ciddi bir sapma yaşayan Polonya da davetli listesinde.
Bu garip demokrasi seçmesi akıllara doğal olarak çeşitli soruları getiriyor.
Öncelikle bu liste hangi kriterlere göre yapıldı?
Türkiye’nin de gündemindeki en ağır sorun ekonomi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Turkuvaz Medya tarafından düzenlenen Türkiye 2023 Zirvesi’ne gönderdiği video mesajında, “Vatandaşımızın her birinin yaşadığı sıkıntıların ve zorlukların farkındayız. Salgın nedeniyle küresel ölçekte bozulan ekonomik dengelerin yol açtığı maliyetleri içeriye en az şekilde yansıtmak için gereken tedbirleri alıyoruz” dedi. Tablo zor sürecin habercisi:
Yıllık enflasyon, tüketici fiyatlarında yüzde 19.89, yurtiçi üretici fiyatlarında yüzde 46.31 oldu. Böylece son yıllardaki en yüksek üretici enflasyonuna ulaşıldı.
Merkez Bankası geçtiğimiz hafta 2021 sonu enflasyon tahminini yüzde 14.1’den, yüzde 18.4’e yukarı yönlü güncellemişti. Son açıklanan enflasyon verisi, Merkez Bankası tarafından güncellenen ve 4.3 puan yukarıya çekilen yıl sonu tahmininin tutmasının da zor olduğunu gösteriyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Ağustos 2021 dönemine ait verilere göre, işsizlik oranı yüzde 12.1.
Genç nüfusta işsizlik oranı ise bir önceki aya göre 0.1 puan azalarak, yüzde 22.7, istihdam oranı 0.4 puanlık artışla yüzde 32.6 oldu. Buna göre her dört gençten biri ne yazık ki işsiz.
Ağustos ayında kayıt dışılık ise yüzde 31.4 oldu. Bir başka deyişle ekonominin üçte biri kayıt dışı çalışıyor.
Büyüme verileri ise birçok ülkeden daha iyi. 2021 yılının ikinci çeyreğinde Türkiye yüzde 21.7 oranında büyüdü. Yıl sonunda çift haneli büyüme bekleniyor.
Artan dolar kuruyla birlikte ihracat, ekimde geçen yılın aynı ayına göre yüzde 20.2 artışla 20.8 milyar dolar oldu. Ocak-ekim döneminde ise ihracat geçen yılın aynı dönemi ile karşılaştırıldığında yüzde 33.9 artarak 181.8 milyar dolar oldu. Aynı dönemde ihracatın ithalatı karşılama oranı da arttı.
Bu nedenle iki ülke liderlerinin masaya oturmuş olmaları, konuşmaları, sorunları ele almak için “ortak mekanizma” adı altında bir yöntem üzerinde uzlaşmaları önemli bir gelişmedir. Ancak söylemlerdeki bazı farklara ve bu farkların neden kaynaklandığına da değinmek gerekiyor.
MODEL ORTAKLIKTAN NATO VE SAVUNMA ORTAKLIĞINA
İdeolojik kutuplaşmaya dayalı Soğuk Savaş döneminde Türkiye-ABD ilişkileri “Stratejik İttifak” olarak tanımlanmıştı. Sonrasında Clinton yönetimi tarafından bölgesel konjonktüre dayalı “güçlendirilmiş ortaklık” ardından da “stratejik ortaklık” adlarını aldı. Ancak Biden’ın başkan yardımcılığı yaptığı ve ekolünden geldiği Obama döneminde ise bizzat Obama tarafından 6 Nisan 2009’daki Türkiye ziyareti sırasında iki ülke ilişkileri, “model ortaklık” olarak adlandırıldı. Obama’nın ilk döneminden sonra ilişkiler bozulmaya başladı. Obama’yla aynı ekolden gelen Biden başkanlığına geçen sürede bazı önemli gelişmeler yaşandı:
Çin, ABD’nin öncelikli hedefi oldu.
ABD, Trump’ın başkanlığı ile uluslararası arenadaki liderliği bıraktı.
Türkiye tüm bu süreçte kendi milli çıkarları doğrultusunda hareket etti. Bu nedenle de ABD ve Türkiye’nin çıkarları bir çok önemli başlıkta çatıştı.
Biden dönemiyle adeta türbülansta ilerleyen iki ülke ilişkileri Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Biden’ın yaptığı son görüşme sonrasında ABD tarafından, “NATO müttefiği ve savunma ortaklığı” olarak adlandırıldı. Türkiye’nin ise yapılan açıklamalarda “NATO ittifakı ve stratejik ortaklık zeminine” vurgu yaptığını hatırlatalım. ABD’nin bakış açısının “çıkar çatışmasını ve sorunları” yansıttığını söyleyebiliriz. Ancak bu çıkar çatışmasında ve iki ülke arasındaki sorunlar konusunda ABD’nin “NATO müttefiki” olmanın gereklerini bile yerine getirmediğine de dikkat çekmek lazım. Özellikle de FETÖ ve YPG/PYD’ye destekleri konularında.
SAVUNMA ORTAKLIĞININ F-16 SINAVI