Bunu kim belirler? Güzellik standartları nelerdir? gibi sorular uzun zamandır kafamı kurcalıyor.
Toplumun kadına dayattığı kurallardan, modanın kadını şekillendirmesinden, genç kızların takip ettikleri kadınların filtreli hayatlarına inanıp, o siluete sahip olabilmek için verdikleri savaşlardan her geçen gün daha fazla rahatsızlık duyuyorum.
Kadın formunun temeli aynı kalsa da güzellik algısı ve mükemmel vücut tasviri yıllar içinde hep değişmiştir.
Antik Yunan Çağı’nda başlayan dolgun göğüs, ince bel, geniş kalça figürleri, altın oran diye tasvir edilen simetrik yüzle birleşince ortaya kusursuz kadın çıktı ve bu kadının ana hatları günümüze kadar geldi.
Aynı kadın yeri geldi bulumik zayıflıkla güzel bulundu, yeri geldi atletik fiziksel özelliği zorunluluğu getirildi.
Ama şimdi kadınlar özgürlüğünü ilan etmeye başladı.
O kadar sesleri çıktı ki Türkiye’den çıkıp dünyada seslerini duyurmayı başardılar.
Jessica Biel’dan Charlize Theron’a kadar birçok ünlü İstanbul Sözleşmesi’ne ve kadın haklarının korunmasına destek olmak için siyah beyaz fotoğraflarıyla hepimizin yanında oldular.
Yani “Yerini bil kadın!” diyenlere gerçekten yerini bildirmek için kollar sıvanmış durumda...
Ne kadar üzücü ki kanunların, yetkililerin yapamadığını bir kez daha sosyal medya yapıyor.
İnsanlıktan yoksun, yavru köpeğe tecavüz ederek öldürecek kadar sapkınlıktan gözü dönmüş caninin tutuklanması için herkes ayaklanmışken, komşusunun köpeğini, haneye tecavüz ederek öldüren ve toplum içinde tehlike arz eden şahıs sayesinde tahammül sınırları zorlandı artık.
Günlerdir çığ gibi büyüyerek artan tepki ile Alp Erkin’in distribütör’ü olduğu şirket mail yağmuruna tutuldu.
Beğenseler bile tasarımcısının veya markasının Türk olduğunu öğrenince hemen yerine geri bırakılırlardı.
Çünkü Türk markaları taklitten öteye gidemezdi.
Ama artık gün geldi devran döndü.
Yurtdışında bilinen o kadar iyi markalarımız var ki.
Mesela Gül Ağış’ın tasarladığı Lug Von Siga, mesela Beste ve Merve Manastır’ın ayakkabı ve çanta markası Manu Atelier, mesela Seda Çeliktürk’ün tasarladığı Common Leisure, mesela Zeynep Tansuğ’nun tasarladığı Piece of White gibi daha onlarca marka sayabilirim.
Şimdi dünyanın en seçkin online alışveriş siteleri, en ünlü mağazaları bu markaların sadece kendilerinde satılması için özel anlaşmalar yapabilmek kendi içlerinde yarış halinde.
Dünyanın birçok noktasını görmüş biri olarak söyleyebilirim ki gerçekten cennet ama kesinlikle değerini bilmediğimiz ve her toprağı karış karış sömürülmüş bir ülkede yaşıyoruz.
Tekne sahipleri çoğunlukla Hisarönü körfezinde demirlemiş olmalarına rağmen Yunan adalarına gidemedikleri için mutsuz.
Bizim koylarımızla asla kıyas kabul edilemez olduğu halde.
Gün batımı için Santorini’ye gitmeyi seven çok fazla kişi tanıyorum, ama farkında bile değiller ki Bodrum’daki Allium Villas Resort’te izlenen gün batımı Santorini’den çok daha güzel.
Urla’nın Toscana’dan farkı yok.
Arabayla giderken geçtiğiniz yollarda kendinizi Güney Fransa’da hissediyorsunuz.
Aynı yolu diğer ülkelerde yapsak kendimizi kaybederiz ama elimizin altında olunca neden değerini bilemiyoruz?
Veya yabancı ülkelere gittiğimizde yaşadığımız hayranlık kendi ülkemize gelince neden aynı tadı vermiyor?
Acaba nasıl olacak diye beklerken, Dior inanılmaz bir prodüksiyonla “Le Mythe Dior”u fantastik bir dünyada, kısa film olarak bizlerle buluşturdu.
Bomboş sokaklarda fotoğrafçıların olmadığı, defile öncesi fotoğraf çılgınlığının yaşanmadığı bir moda haftası nasıl olacak diye düşünürken, pandemi sonrası sunulan ilk defileler bambaşka bir dönemin başlangıcı oldu.
Moda ve sanatın bir araya geldiğinde uçsuz bucaksız vizyonla nasıl devleşebileceğini bir kez daha deneyimlemiş olduk. Hem de bu sefer dijital gibi bir gerçek varken...
Defilelerde podyum tasarımına, davetlilere, defile sonrası gerçekleşen yemeklere, partilere ve basına gönderilecek hediyelere ayrılan bütçeler yönetmenlere ayrılınca ortaya kuşkusuz çok ses getirecek işler çıkacak.
Dior; görsel yapımları ile dikkat çeken filmleri, gölge ve ışık oyunları, buğulu sahneler ve sosyal drama işleri ile nam salmış İtalyan yönetmen Matteo Garrone ile sonbahar-kış defilesini sürrealist bir filmle anlattı. Müzikler, sanat yönetmenliği, ışık şahaneydi.
Grand Palais’te her seferinde podyum tasarımlarıyla nefis defileler gerçekleştiren Chanel ise, 2020 sonbahar haute couture koleksiyonunun hikayesini önce Instagram üzerinden yayınladığı teaser’lar ile anlattı. Daha sonra dijital ortamda defilesini sundu.
Dünyanın en iyi oyuncusu olsan bile insan olamadıktan sonra kaç yazar?
Dizi senaryolarına bakıyorsun, kadına fiziksel veya sözlü şiddet, erkek egemen bir hiyerarşi...
Okumuş kesime bakıyorsun, alkolün etkisinden kaynaklı şiddet... Bitmek bilmeyen farklı farklı varyasyonlarla kadınlara yaptığınız eziyetleri her gün okuyoruz.
Ünlü, ünsüz, okumuş, okumamış her türlü aciz erkeğin şiddetine dur diyen, onlara kafa tutan cesur kadınların sayısı her geçen gün artıyor.
Günlerdir Ozan Güven’in güzeller güzeli Deniz Bulutsuz’a uyguladığı kabul edilemez şiddeti okuyoruz. Darp fotoğrafları olayın boyutunu gözler önüne seriyor.
Kadınları küçümseme, örseleme, şiddet uygulama hakını nereden buluyorsunuz ey erkekler?
Yazın ortasında hortumlar, Sibirya’nın sıcaklık rekorunu kırması, bir anda gelen seller...
Yıllardır doğaya verdiğimiz zararın etkisini her geçen gün daha fazla hissediyoruz.
Hatta bu etkiye şahitlik eden ilk nesiliz ama küresel iklime karşı ciddi farkındalıkla büyüyen Z kuşağı bu gidişata dur diyebilmek ve zamanı tersine çevirebilmek için canını dişine takmış durumda.
Son zamanlarda dilimizden düşmeyen sürdürülebilirlik kavramı, onlar için yaşam biçimine dönüşmeye başladı bile.
Yani kendi ihtiyaçlarını, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını da düşünerek üretmeye baş koymuş durumdalar.
Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun raporuna göre sürdürülebilirliğin tanımı “İnsanlık; doğanın gelecek nesillerin gereksinimlerine yanıt verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçları temin ederek, kalkınmayı sürdürülebilir kılma yeteneğine sahiptir” diye yapıldı.
Otele ilk adım attığım andan itibaren alınan tedbirler karşısında içim rahat etti.
Otele girişte kontroller daha siz aracınızın içindeyken başlıyor. Rutin ateş ölçümü, el dezenfektanı ve temiz maske eşliğinde otele giriş yapabiliyorsunuz.
Valizleriniz içeriye sokulmadan direkt dezenfekte edilmeye götürülüyor ve temizlendikten sonra odanıza gönderiliyor.
Valizlerinizle aynı anda içeriye giriş yapamıyorsunuz yani.
Check-in’iniz tamamen temassız olarak kurgulanmış.
Kimseyle temas halinde bulunmadan işlemlerinizi yaptıktan sonra odanıza geçiyorsunuz.