Gülse Birsel

Gündüz dizisine dönen siyaset

1 Ağustos 2018
O onu destekliyor, bu berikine düşman. Bir iktidar savaşı dönüyor. O karakter demiş ki “Şahsım hakkındaki bu dedikoduyu filanca yaydı”. O filanca karakter de hemen cevap vermiş: “Kendisi şöyle kaba, sıradan ve iftiracı”!

24 Haziran gecesinden beri CHP’nin iç vaziyeti konuşuluyor. Dizi olsa şimdiye sıkılmıştım yemin ederim! Yazın, ekranda iyi bir şey yokken bile çekilmez.

Yahu siz koskoca partisiniz? Bir kendinize gelin! Zayıf entrikalar, basit dedikodular, hakaretler... Biz sizin içeride ne kavgalar ettiğinizi, kaça bölündüğünüzü, ne gıybet yapıp ne yaşadığınızı bilmek zorunda mıyız?

Bu aklı başında, sağlam bir şirketin başına gelmesinden en korktuğu şeydir. Değeri düşer zira. “CEO ile CFO arasında tartışma var” cümlesi bile derhal yalanlanır, sistem ve işbirliği tıkır tıkır işliyor açıklaması yapılır, bunun için halkla ilişkiler çalışmaları yapılır.

Bırakın şirketi. Bir film, bir dizi yaparken, sette iki oyuncu birbirine girse “Her yaratıcı işte olan stres ve yoğunluk kaynaklı fikir ayrılıkları, biz bir aileyiz, işimizi seviyoruz, keyifle çalışıyoruz” diye dışarıya renk verilmemeye çalışılır.

Yahu bakkal dükkânı işleten iki kardeş olsan, kavga ederken içeri müşteri girse hemen susar, gülümseyip çaktırmazsın.

Siz siyasi partisiniz arkadaş. İsmi duyulsun diye kavga haberi çıkaran çiçeği burnunda popçu, medya ilişkilerini yürütemeyen, özel hayatını kabak gibi açan 20’lik dizi oyuncusu değilsiniz! Bir şirketten, film setinden, bakkaldan da mı ilham almadınız? Bize ne sizin iç kavgalarınızdan? Görmüyor musunuz üzerinde tepiniliyor! Görmüyor musunuz, ülkedeki magazine bu yaz selülitler değil siz yön veriyorsunuz!

Sevgili ana muhalefet partisi! Laf çakmalar, atışmalar, çatışmalar kendi aranızda değil, diğer partilerle olacak, çok kafanız karışmış sizin!

NASA ŞAŞIRMA SABRIMIZI TAŞIRMA!

Yazının Devamını Oku

Kalbi olmak ya da olmamak, mesele bu!

25 Temmuz 2018
SON yıllarda böyle tipler ortaya çıktı.

İnsanlıktan, merhametten uzak, empatiden yoksun, kötülüklere, felaketlere sevinen, kendi gibi olmadığını düşündüğü herkesi bin bir haksızlığa, acıya, zulme, hastalığa, afete layık gören, ya birilerine yaranmak için klavye başından atıp tutan, zaten öyle değilse her suçu işleyebilecek potansiyelde, kin, saldırganlık, öfke ve nefreti su-ekmek yapmış insanlar bunlar.

Siyasi fikrine katılmadığı bir ünlünün hastalığına, ölümüne göbek atan, başka ülkenin masum insanlarının felaket yaşamasına sevinip alkış tutan, kendi gibi yaşamayanın başına gelen acılardan mutluluk devşiren, hastalıklı tipler.

Son örneğini de Yunanistan’daki feci yangında gördük. Ölü sayısı 60’ı hızla geçiyor. Bebekler hayatını kaybetti. Hayvanlar öldü. Yeryüzünde hepimizin ortak kullandığı doğadan, üstelik de bize çok yakın, önemli bir parça yok oldu. Bari sus be birader! Sevinçli, “Oh olsun”lu mesajlar yazma. Merhametin, acıma duygun yoksa biraz nezaket, zarafet öğren. O da yoksa ayıp, günah nedir öğren. Bunlar Türkiye-Yunanistan arası bir savaşta ölen düşman askerleri değil. Sıradan insanlar.

İsrail’in baskı altına aldığı yetmiyormuş gibi her gösteride katlettiği Filistinliler için de isyan edip mahvoluyorum, Yunanistan yangınına da üzülüyorum. Suriye’de bombardımandan kurtulmuş el kadar Ümran’ın benden daha olgun, acıları kanıksamış bakışlarını, o sakin oturuşunu her gördüğümde de gözüm doluyor, şehitlerimize, Çorlu’daki tren faciasında hayatını kaybedenlere de ağlıyorum, Paris’te bir gecede masum 130 kişinin terör saldırısıyla ölmesine de içim acıyor.

İnanın kalbiniz varsa, ayırmadan her felakete, masum insanların başına gelen her acıya üzülecek, bütün mutluluklarına sevinecek kadar büyüktür.

Ama varsa...

DOKTORLARI KORUMAK İÇİN EMSAL KANUN BULDUM!

Yazının Devamını Oku

Çocuk 'misafir'lerimiz ne durumda?

18 Temmuz 2018
ŞU kadar Suriyeliyi ülkemize misafir aldık, şahaneyiz, harikayız, misafirperveriz diyip duruyoruz.

Evet, doğru, mülteci kabul etmede şampiyonuz, başka ülkelere örnek olsun.

Ama evime misafir aldım diye hava atmakla bitmiyor. Misafirin insana yakışır şartlarda yaşamasını da sağlamak lazım. Bakın Bağcılar’da bir hastanede 2017’de 392 çocuğun hamileliğinin adli makamlara bildirilmediği ortaya çıktı. Başlı başına bir skandaldır, o ayrı.

Ama bu kız çocuklarının 50’si 16 yaşın altında ve bunlardan 49’u Suriyeli.

Nedir arka plandaki hikâye? İyi ihtimalle gençlik aşkları, gençlik hataları? Çok kötü ve yüksek ihtimalle zorlama ve resmi olmayan evlilikler, para karşılığı karanlık işler ve heba olan göçmen kız çocukları.

Yazının Devamını Oku

Kabineye giren terler

11 Temmuz 2018
KABİNE açıklandı.

Öncelikle yeni sistem konusunda herkesin ne kadar eksik bilgili olduğunu, sistem konusundaki belirsizlikleri bir görmüş olduk. Zira Hulusi Akar Savunma Bakanı olarak açıklanınca “Acaba iki görevi birden mi yapacak, yeni sistemde bu mümkün mü?”, “Yok Genelkurmay Başkanı’nı Cumhurbaşkanı ordu dışından seçip atayabilir”, “Hayır askeri şûra toplanıp seçecek”, “Teamül gereği en kıdemli komutan Genelkurmay Başkanı olacak” gibi pek çok rivayet havada uçuştu. Bunu öne sürenler benim eşim dostum değil siyaset teorisyenleri, Ankara gazetecileri filan. Zira sistem yepisyeni ve pek çok detay, ne nasıl işleyecek, usulü var mı, net değil. Sonuç olarak dün Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Güler, bu göreve atandı.

Kabineye girmiş bakanların bir kısmı özel sektörden patron ve/veya yönetici. “Kabinede, alanında çalışmış, terlemiş, sektörün sıkıntılarını bilen insanlara yer verildi” yorumu var. Hep yazıyorum. Bizim en uzun vadeli yatırımımız, en önemli karar alanımız eğitimdir. Bütün bakanlıklar çok önemlidir elbette. Ama mesela ekonomi kötü gider, yeni kararlar alırsın, 5 yıla toparlanır. Ne bileyim, çok iyi bir adalet reformu yaparsın, 2 yılda tekrar halk ve yabancı yatırımcıda güveni tesis edersin. Ama eğitimi 5 yıl elden kaçırırsan bir nesli, ve memleketin gelecek 40 yılını kaybetmiş olursun! Sonra da ne adalet sistemi, ne ekonomi, ne sağlık, ağzınla kuş tutsan yürümez.

Bizim önceliğimiz, acil ihtiyacımız iyi yetişmiş insandır kanımca. Kaynak ve aklı kanalize edeceğimiz ilk yer de eğitim olmalıdır. Bu açıdan, açıklanan kabinede ilk Milli Eğitim Bakanı’na baktım. Ziya Selçuk’u hiç tanımasam da, bir araştırınca yazdıklarıyla, fikirleriyle gelecek için ümit verdi.

Pek çok sorunumuz, sistemi darmaduman olmuş çok konumuz var. Yeni bakanların kendi alanlarında birer “muasır medeniyet seferberliği” yapması gerekiyor.

Yazının Devamını Oku

Seçim nasıl olursa olsun, bizim seçimimiz birbirimiz olsun!

4 Temmuz 2018
ONUN oyu nereye gitti, bunun oyu nereden geldi, kimler kime, neye kızıp oyunu kime ne sebeple verdi.

Bu konular üzerindeki kahvehane, altın günü, TV programı, deniz kıyısı sohbetlerinin sonu geldi, zira İpsos araştırdı ve açıkladı.

“Siz onlara yardım ettiniz”, “Siz bunlarla ittifak yaptınız”, “Siz ötekilere destek attınız”, “Sizler ve bizler” laflarından fena halde sıkıldım.

Zira tablo şu:

Misal 1 Kasım seçimiyle karşılaştırıldığında CHP’nin yüzde 3 oyu AK Parti’ye, yüzde 13 oyu İYİ Parti’ye, yüzde 7 oyu HDP’ye gitmiş.

Yazının Devamını Oku

Efendi gibi sevinmeyi öğrenmek!

27 Haziran 2018
İNSANIN oy verdiği parti veya lider seçimi kazandığında...

Davul-zurna çalabilir. “Hoş”tur.

Arabayla tur atıp pencereden bayrak sallayarak liderinin ismini haykırabilir. “Mantıklı”dır.

Halaya durup kutlayabilir. “Ne güzel”dir.

Ama havaya, sağa sola ateş açamaz! Suçtur!

Ne yazık ki bunu da gördük.

Pazar gecesi İstanbul’un özellikle Boğaz semtlerinde pek çok kişi seçim sonucunu havaya ateş açarak “kutladı”! Ve her yeri bina, insan, kalabalık, çoluk çocuk olan bir şehirde, bir felaketin ucundan döndük.

Birkaç sorum var.

Bu magandalar kim, ne cesaretle şehrin ortasında havaya ateş açıyorlar?

Yazının Devamını Oku

Bu konular ‘solup gitmesin’!

20 Haziran 2018
YENİ seyretme fırsatı buldum, o coşkuyla paylaşmak istiyorum.

Fatih Akın’ın açısından bakıldığında dev bir başarıdır, zira “Paramparça” veya İngilizce adıyla “In the Fade” (Solgun) filmi Altın Küre’de en iyi yabancı film ödülü almıştır.

Başrol oyuncusu Diane Kruger açısından bakıldığında beklenen andır, çünkü yıllardır hak eden oyuncu, bu filmle geçen yıl Cannes’da en iyi kadın oyuncu seçilmiştir.

Almanya açısından heyecan vericidir, zira bu film ülkenin Oscar için aday adayı olmuştur.

Ama hikâye, esas Avrupa’da yaşayıp Avrupa kökenli olmayan, neo-Nazi nefretinin hedefi olan herkesin açısından bakıldığında çok önemli, belki hayatidir!

Batı Avrupa’da, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının ve bu eğilime oynayan hükümetlerin yükseldiği dönemde filmin ödül alması, bu vesileyle çok seyirciye ulaşması, dolayısıyla bu nefret suçlarının konuşulması açısından bile film alkışı hak ediyor.

Küçümsenecek bir konudan bahsetmiyoruz. Neo-Naziler filmde de anlatıldığı gibi Almanya’dan Yunanistan’a, zaman zaman legal partilerin içinde gayet sıkı örgütlenen bir uluslararası grup. Aynı bir terör örgütü gibi bombalı saldırılara, cinayetlere imza atıyorlar! Ve filmin İngilizce adındaki gibi tam anlamıyla “solgun” kalan bu suçlar umarım böyle hikâyelerle daha çok gündeme gelir. Çünkü malumunuz Avrupa’da herhangi bir Ortadoğulu, her zaman olağan şüphelidir. Ve bu “yabancı”nın başına bir iş geldiğinde batıdaki genel eğilim, bir beyaz Avrupalı’dan şüphelenmek, nefret suçu ihtimalini düşünmek olmaz. Bilakis, yabancının kendi çevresi ve kendi suç potansiyeline dair hikâyeler, bir “iç hesaplaşma” üzerinde durulur. Aynı filmdeki gibi. Paramparça’da Diane Kruger’ın oynadığı karakterin kocası Nuri Şekerci’nin öldürülme sebebi önce polis tarafından Nuri’nin uyuşturucu satıcılığı geçmişine bağlanıyor. Neo-Nazi cinayeti ihtimali, Kruger’ın oynadığı Katja karakterinin uzun ısrarları sonucu ve tam her şeyden vazgeçmek üzereyken teyit ediliyor.

Yönetmen Fatih Akın’ın “Katja benim kendi korkularımı ve kızgınlığımı anlatıyor” demesi dikkat çekicidir. Zira filmin çekiminden birkaç yıl önce birçok siyasetçi ve sanatçıyla birlikte Fatih Akın’ın isminin de bir Neo-Nazi ölüm listesinde yer aldığı ortaya çıkmış!

Belki de bu kişisel bakış açısı ve haklı öfke yüzünden, sonu sorulara ve tartışmaya çok açık bu ilginç filmi seyretmenizi tavsiye ederim.

Yazının Devamını Oku

Ilıman bir yaz olsun!

13 Haziran 2018
GÜZEL bir heyecan gelmedi mi? Tatlı bir adrenalin?

Erdoğan’ın dişine göre bir rakip... Yenilikler... Partiler arasında ittifaklar, siyasette bir enerji, işe daha çok asılma, her yanda tatlı bir kapsayıcılık çabası...

Bir anda vatandaşın derdi tasası daha çok konuşulmaya başlandı, farklı çözüm önerileri yağmaya başladı mesela.

Elektrikli otomobiller, nesnelerin interneti, kütüphane-kafeler filan konuşulmaya başlandı örneğin. Bir planlar, projeler, bir seçmenin gözünün içine bakmalar...

Gençler nasıl popüler oldu değil mi bir anda? Eğitimde uzun ve kısa geçmişli özeleştiriler, kısa ve uzun vadeli çözüm teklifleri, öneriler, vaatler gırla gitmeye başladı.

“Her yer bağ bahçe park olmalı” gibi yeşil, çevreci, bol oksijenli bir hava esiyor ki hisleniyorum, ağlamak istiyorum sayın seyirciler! Rekabet ne güzel şeymiş, hale bak.

“Beton devri”nin sonuna mı geldik acaba?

İki anlamda da yani.

Hem inşaat sektörüyle kalkınma modelinde bir hız kesme ve yeşillik talebinin görünür olmaya başlaması, hem de “Beton gibi sert, katı söylemler” yerine, siyasi tavırların biraz esnemesi.

Yazının Devamını Oku