Gülse Birsel

Maslow piramidinin moral bozmasına izin vermeyin!

4 Nisan 2018
Geçtiğimiz hafta bir virüsten mütevellit yattım ve kişisel gündemim sağlıktı.

Onun için bugün biraz sağlık muhabbeti yapmak istiyorum.

Ki ben sizin ruhunuzu biliyorum, sağlıktı, gençlikti, güzellikti deyince herkesin kulakları açılıveriyor. Ne yapacağız, hep birlikte sonsuza dek genç ve fıstık gibi yaşayacak mıyııız? 3000 yılına kadar kırışıksız bir cilt, pembe dudaklar, kaslı bacaklar ve ince belimizle parti yapacak mıyııız? Eveeet!

Tabii ki hayııır! Yaşlanıp, kırışıp, buruşup öleceğiz herkes gibi! Ama o arayı neşeli, mutlu, sıkıntısız ve mümkünse biraz daha uzun geçirmek tüm derdimiz değil mi? Yani bu kadar heyecan, kitap, check-up, doktor ziyareti, televizyonda Canan Karatay sohbeti görünce zaplamamak, vitamin tavsiyeleri alıp vermek, kolesterol seviyelerimizi karşılaştırmak, hepsi -yaşıtlarım için söylüyorum- önümüzdeki 40-50 yılda tatlı bir hayat yaşamak için değil mi? Hep söylerim, sağlık sorunun yoksa, aslında bir sorunun yoktur! Aşk, iş, para, başarısızlık, efendim sosyal ilişkiler, şu bu, fasarya. Gerçek mutluluk için biraz ilkel bakacaksın hayata. Sağlığın yerindeyse, karnın tok sırtın pekse, birinin seni öldürme ihtimali filan da yoksa, otur hayatın tadını çıkar. Hayır ilk gripte, Allah korusun ilk depremde anlar insan bu söylediklerimin ne kadar hikmet dolu olduğunu! Yani Maslow’un ihtiyaç piramidinin sadece en alt katmanlarını şiar edinin!

Nedir? Malum, psikolog Abraham Harold Maslow’un 1943’te yazdığı, hâlâ okullarda okutulan ‘ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidi’. En altta, insanoğlunun en çok gereksinim duyduğu şey, ‘fizyolojik ihtiyaçlar’ vardır: Nefes alma, gıda, su, tepende bir çatı olması, yani fiziksel sağlığını koruman için gerekenler.

Yazının Devamını Oku

Kadınlara 'höt zöt'ün çöküş devri

21 Mart 2018
Suudi Arabistan’da yeni karar kadınların artık siyah çarşaf veya siyah başörtüsü takmaya zorunlu olmaması yönünde.

“Kadınlar erkekler gibi uygun ve saygın giyinirler ama siyah ferace şart değil”miş Prens Selman’a göre. Haziran ayından itibaren araç kullanabilecekler. İş kurmaları, orduya katılmaları, konser ve spor müsabakalarına gitmeleri kolaylaştırılıyor. Biz 1920’lerde, 30’larda zamanının çok ötesinde kadın haklarını kucağımızda bulduğumuz için gayriihtiyari “Aman ne büyük lütuf yapmışlar” diye gülüyoruz elbette. Bizler için ‘kadının saygın kıyafeti’ kendisinin saygın bulduğu herhangi bir kıyafettir. Hatta isteyen saygın bulmadığı bir kıyafeti de giyebilir, kimse kimsenin keyfinin kâhyası değildir. Ama Ortadoğu ülkelerinin hâli malum. Kanuna yansımış bütün yaşam tarzı kuralları, temelde kadının özgürlüğünü kısıtlama prensibine dayanıyor.

İran’da da kadınlar şikâyetçi. Son aylarda sık sık ‘başörtüsü çıkarma’ eylemi yapıyorlar. Başlarındaki eşarpları çıkarıp bir sopanın ucuna bağlayıp bayrak gibi sallıyorlar. Üstelik en dindar ve muhafazakâr kadınlardan bile bu eyleme destek var.

Belki kadınlara özgü yasakların esnetilmesi Suudi Arabistan’ın yeni siyasetinin gereksinimidir, belki İranlı kadınlardan bazıları İranlı yöneticilerin dediği gibi ‘dış mihrakların kışkırtması’ sonucu başörtülerini çıkartmışlardır. Ama şu bir gerçek, kadınlar daha çok eşitlik ve özgürlük istemeye devam edeceklerdir! Ve kadınlara istediklerini vermeyen hiçbir toplum bir adım ileri gidemeyecek. Hele uçakla 17 saat uzaklıktaki yabancı ülkede yaşayan herkesin bilgisayar ekranından canlı canlı sana baktığı, ticaretten sosyal medyaya sınır mınır kalmayan bir devirde bunu sürdürmek mümkün değil. Bir kere haklarını almış, köşeleri tutmuş kadınlar ne senin ülkene seyahat etmek ister, ne iş yapmak. Medeni dünyanın yarısını elde var bir kaybedersin yani!


Yazının Devamını Oku

'Şaşırma sabrımızı taşırma'nın sosyolojik analizi

14 Mart 2018
TAKSİCİLER Uber’cilere kızgın.

Ama, “Şu şu konularda haklarımız çiğneniyor, mağdur oluyoruz, bununla ilgili hukuki yaptırımlar ve eşit haklar talep ediyoruz” tarzında bir söylem, artık ülkenin ikliminde çok demode tabii.

Onun yerine taksicilerin dernek başkanı, “Onları ülkemizde istemiyoruz” diyor ve “Adalet farklı bir karar verirse sabrımız taşar” diye ekliyor.

Son yıllarda istediğini yaptırmanın biçimi özünde bu. ‘Onlar, işimize gelmeyenler, bizim gibi olmayanlar, sevmediklerimiz ülkeden gitsin’, bir. ‘İstediğimiz olmazsa ne kötülükler yaparız nasıl saldırırız siz düşünün’, bu da iki.

‘Şaşırma, sabrımı taşırma’ devrinde hayatımın en güzel yaşlarını geçiriyorum iyi mi? Son yıllarda yarı şaka yarı ciddi söylenen, slogan atılan bu kalıbın tercümesi nedir? ‘Benim istediğim tarz ve kalıbın bir milim dışına çıktığın anda, hak hukuk bilmem, seni fena yaparım!’

Yazının Devamını Oku

Zamanın ruhu ve ‘Three Billboards’

7 Mart 2018
ŞAHSEN Oscar adayım “Three Billboards Outside Ebbing, Missouri” isimli filmdi. En iyi kadın ve yardımcı erkek Oscar’larını aldı, ama bana yetmedi. Martin McDonagh imzalı, son yıllarda en çok etkilendiğim, en ilginç senaryolardan biri.

Belki hem dünyada hem Türkiye’de, son dönemin hâkim; ‘kutuplaşma, kendisi gibi olmayandan nefret, önyargı, saldırganlık’ iklimini en sert haliyle sunup, sonra, üstelik de inandırıcı bir bakış açısıyla, buna çözüm ihtimali sunduğu için.

“Three Billboards”, hikâyesinde tecavüz, cinayet, kundakçılık, hatta işkence gibi sert konular bulunan bir dram. Aynı zamanda içinde insani zaaflar, küçük aşklar, eğlenceli diyaloglar, çok kaliteli mizah barındıran, neredeyse bir kara komedi. Bu film öfkeye, nefrete, ırkçılığa, ‘öteki’ne önyargıya, saldırganlık ve şiddete dair bir film... Ama aynı zamanda affetmeye, hataları anlamaya, değişim umuduna, sevgiye, dostluğa, barışmaya, insan ruhuna inancı kaybetmemeye dair bir film.

Son yıllarda her ülkede çoğalan, ve/veya siyasetçilerin pompalamasıyla sesini, öfkesini daha çok yükselten bir ‘cahil, önyargılı, homofobik, ayırımcı, taraflı, saldırgan ama aslında işe yaramaz ve ezik erkek’ tipolojisi filmde Sam Rockwell’e Oscar getiren Dixon karakteriyle temsil ediliyor. Ama işte, o başından beri filmin kötü ve tehlikeli adamı, hiç ümidimiz olmayan, toplumdan buharlaşıp uçmasını istediğimiz Dixon, öğreniyor... İyi bir şey yapmaya karar veriyor... Kendini değiştirmeye, birilerini (özellikle ‘öteki’ni) sevmeye ve affetmeye, affedilmeye karar veriyor.

Kulağa bu kadar didaktik gelen cümleler, filmde inandırıcı, sürükleyici, üstelik de eğlenceli bir hikâyeyle anlatılıyor. Ve inanın geleceğe dair, Dixon gibi ‘kendisinden umudu kestiklerimiz’ ve onlarla beraber yaşayabilme ihtimali için öyle ümit veriyor ki film...

Muhakkak izleyin derim. Yılın değil, bu dönemin filmidir...

8 MART’TA CAM TAVANLARA KAFA ATMAK!

MİZAHTA kadındı, filandı falandı...

Benden bin kat daha zor sektörlerde, bin kat daha zor şartlarda, ilkleri başarmış, yenilik yapmış, öncü olmuş, ‘erkek dünyası’ diye bilinen alanları başarısıyla darmaduman etmiş kadınlara selam olsun...

Yazının Devamını Oku

'Sivil öldürecek olsak şu semtlerden başlarız' ne demek?!

28 Şubat 2018
Aynı isimle gazetesi de olan bir TV kanalının sunucusu, Zeytin Dalı Harekâtı’ndan bahsedip, Türk ordusunun sivillere zarar vermek için orada olmadığını anlatırken, nedense, konuyla ne alakası varsa, şu korkunç cümlelerle sözüne devam ediyor “Sivil öldürecek olsak Cihangir’den başlarız, Nişantaşı, Etiler, değil mi? Bir sürü hain var, Türkiye Büyük Millet Meclisi var...”

Dehşet verici! Korkunç!

Adam millet meclisine gidip sivil öldürmekten bahsediyor. Bazı semtlere gidip katliam yapmaktan bahsediyor.

Bu nasıl kafa?

Hangi farklı suçların kapsamına giriyor bilmem ama Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne saldırıdan, halkı kin ve düşmanlığa, tahrike, aşağılamadan şiddet çağrısına, bu nefret söylemi, eminim pek çok başlık altında ceza alacaktır.

Yazının Devamını Oku

Alt-üst soy sorgulama, önyargılarımızı kırar mı?

21 Şubat 2018
Pek çok ilginç hikâye dinliyorum eşten dosttan.

E-devlet’ten alt-üst soy sorgulayan pek çok vatandaşın, ilginç sürprizlerle karşılaştığı oluyor.

Oldukça muhafazakâr bir aileden gelen bir dostum, dedesinin babasının Ortodoks bir Gagavuz Türkü olduğunu öğrendi. Yine benzer bir ailede Ukrayna’dan göç etmiş bir büyük nine bulundu. Alevi bir arkadaşım, dedesinin dedesine verilen ismi ilginç bulup aile büyüklerinden araştırdı, büyük dedenin çok dindar, hatta tarikat mensubu bir Sünni olduğunu öğrendi. Aynı şekilde memleketlerde de büyük sürprizler var. Doğdukları şehirlere dair fanatik bir sevgi ve hemşerilik bağı besleyenler, atalarının yüzyıllardır oradan olduğunu düşünenler, bir bakıyor ki, fazla geriye gitme, dedeleri, babaanneleri henüz 1930’larda başka bir şehirde, başka bir coğrafi bölgede doğmuş.

“Bizim aile ful Balkan göçmeni, onun için böyle sarışın mavi gözlü ve Avrupai tipliyiz” diye hava atan güzellerden Adanalı, Kayserili çıkanlar, ya da tam tersi durumdakiler...

Melissa’ların, Çisem’lerin Dudu isimli nineleri... (Ki bizde de var bir Dudu nine!)

“7 göbek İstanbulluyuz” diyenlerin 7 göbek Bayburtlu dedeleri...

Ezcümle...

Bu bilgilerin hiçbiri bizi daha değerli, veya daha az değerli yapmaz. Soyumuz sopumuz, memleketimiz değil, bu hayatta ne yaptığımız, neye inandığımız, şu vatanda ne işe yaradığımızdır önemli olan.

Ama e-devlet’in bu hizmeti önyargıları, kutuplaşmaları bir miktar kırarsa...

Yazının Devamını Oku

Şehitlere görevimiz nedir ne değildir...

14 Şubat 2018
Orhan Veli şiirinde “Neler yapmadık şu vatan için / Kimimiz öldük / Kimimiz nutuk söyledik” der ya...

Şu an bir Orhan Veli olsa belki “Neler yapmadık şu vatan için / Kimimiz öldük / Kimimiz birbirimizi linç ettik” derdi...

Yahu memleket hüzünlü, her gün gencecik insanların cenazesi var. Cenazede kavga edilir mi? Benim bildiğim cenazede sakin olunur, ölene saygıdan soğukkanlı, nazik davranılır. Küsler bile kaybedilmiş sevilenin yüzü suyu hürmetine birbirine selam verir.

Biz? Birbirimize sosyal medyadan, ekrandan, şuradan buradan hakaret edip taş atma peşindeyiz. ‘Onlar’, ‘şunlar’, ‘bunun takımı’, ‘ötekinin ekibi’, ‘filancacılar’. Herkes kaşlarını çatmış, en vatanseverin kendisi olduğuna, tıpatıp kendisi gibi olmayanın vatanseverlik hususunda beş para etmediğine inanmış veya inanmasa da bağırıp çağırarak başkalarını inandırmaya çalışıyor.

Kimisi sosyal medyadan şehitlerle ilgili paylaşım yapmayanı vatan haini ilan eder. Kimisi sosyal medyada paylaşım yapana “Öyle sosyal medyada paylaşım yapmakla olmaz bu işler” diye had bildirir. Herkes şehitlere görevimiz konusunda birbirine diskur çekmekte, kendi yolunun en doğru ve şahane, ötekilerin yetersiz, değersiz, hatta düşmanca olduğunu söylemekte.

Herkesin şehit haberlerine verdiği tepki farklı olabilir. Saygıyla anmak, düşmana öfkelenmek, savaşa öfkelenmek, dua okumak, hislerini bir yere yazmak, sosyal medyada paylaşım yapmak, stratejileri eleştirmek, kendi kendine ağlamak, ağıt yakmak veya inadına işine gücüne, hayata daha çok sarılmak... Yani herkesin inancına, görüşüne, hayatına, karakterine göre bu üzüntü nasıl yaşanıyorsa odur. Mühim olan birebir aynı tepkiyi aynı kelimelerle vermek değil, milletçe duygumuzun ortak olmasıdır. E zaten milletin tanımı bile budur yahu!

Ve malumunuz, aynı duyguyu hisseden milyonlarca insan, milyonlarca farklı şekilde ifade edebilir.

Sevgili arkadaşlar, değerli vatandaşlar, o gencecik insanlar bu ülke tek parça ve birlik içinde yaşamaya devam etsin diye şehit oldu! ‘Biz, ötekiler’ işine girersek, işte şehitlere en büyük saygısızlık bu olur!

Lütfen birbirimize üzüntümüzü farklı şekilde ifade etmek, veya içimizde yaşamak konusunda tahammüllü olalım.

Yazının Devamını Oku

Bir televizyona bakıp geleceğim...

11 Şubat 2018
Malumunuz filmin koşturması biter bitmez, dizi işi başladı. 18 Şubat’ta dizimizin yayını var. Hem senarist ol, hem oyuncu, hem gazeteye iki gün yazı yaz, iki de pantolon dik, olmuyor. Program biraz hafifleyene, havalar ısınana kadar, Pazar yazılarına ara veriyorum affınıza ve editörlerimin anlayışına sığınarak. Kendinize aşırı yüklenmeyin, arada aylaklık yapın ve beni özleyin...

Değerli okuyucular ve sevgili televizyon izleyicileri...

Hepsini beraber yapmayı denedim, fakat olmuyor. Günde 14 saat çalışılıyor, yetmiyor. Sete koşuluyor, oynanıyor, yorgun gelip gazeteye yazı yetiştiriliyor, bu sefer senaryo gecikiyor. Senaryoyu yetiştiriyorsun, gazete çiçek gibi yürüyor, o zaman da rolün hakkı verilemiyor... Topunu birden yapayım diyorsun, stres kaynaklı boyun ve ve hayatımda ilk kez yaşadığım baş ağrısından hepsi iptal oluyor. Arkadaşlar, eş-dost, saça röfle yaptırma, hatta filmimin 5 milyonu kutlama gecesi zaten sıraya girmiş, sürekli ertelenmekten mütevellit gıcık bir ifadeyle ajandadan bana bakıyorlar!

Geçen gün, acılar içinde uyandım! Fıstık gibi çıkan boyun ve baş emarından sonra doktora sinirli sinirli “Ee hiçbir şeyim yoksa neyim var da ağrılarla uyanıyorum?” dedim. Tıp biliminden hesap sordum resmen! “Yetmiş beş yıl okumuşsun, ver bir ilaç da işime gücüme döneyim arkadaş” gibisinden ifadeler de kullanmış olabilirim. Uykusuzdum, kahveliydim, hatırlamıyorum! Doktor “Aşırı yüklenme bu, aşırı yüklenmee” diye sesini yükseltti! Ona mı yüklendim ki? Yoo, kendime yüklendim, niye şahsi aldı ve sinirlendi? Ama işte tıp hekimini kızdıracak kadar yoğunum, onu anlatmaya çalışıyorum.

Böyle bir hastalık varmış: ‘Aşırı yüklenme’. O sorumluluğu da alayım, bunu da yapayım, ötekini de arada halledeyim derken vücut bir yerden alarm veriyor. “Bir sakin yav” diyor. “Acık yükü azalt, ben hallederim yine, ama her şeyi aynı anda yapamazsın gözünü sevdiğim” diyor.

Malumunuz filmin koşturması biter bitmez, dizi işi başladı. 18 Şubat’ta dizimizin yayını var. Hem senarist ol, hem oyuncu, hem gazeteye iki gün yazı yaz, iki de pantolon dik, olmuyor. Program biraz hafifleyene, havalar ısınana kadar, Pazar yazılarına ara veriyorum affınıza ve editörlerimin anlayışına sığınarak. Bir süre sadece çarşamba günü okuyacaksınız yazılarımı, ana gazetede. O arada, bir televizyon dünyasına bakayım, neler oluyor. Sizi haftada bir ekran aracılığıyla da biraz neşelendireyim, mayo mevsimi yaklaşırken tekrar burada buluşuruz. Kendinize aşırı yüklenmeyin, arada aylaklık yapın ve beni özleyin...

Yazının Devamını Oku