NOTRE Dame de la Garde Bazilikası, Marsilya’nın en tepesinde. Fransa Kralı I. François’nın 1524 yılında yaptırdığı kalenin üzerinde 1853’te yapılmış.
Hem şehri kucaklıyor, hem Akdeniz’in mavisini.
Karşısında da, yine I. François’nın yaptırdığı, Monte Kristo Kontu’nun efsaneleştirdiği İf Şatosu.
İf Şatosu, Akdeniz’in sisleri içersinde bir görünüyor, bir kayboluyor...
Bir hayalet gibi.
Marsilya’nın tepeleri ne kadar romantikse, limanı inadına o kadar gürültücü.
Renkleriyle, kokusuyla, daracık sokaklarıyla Marsilya tipik bir Akdeniz şehri.
Barcelona kadar olmasa da Akdeniz’in geleceğinde iddialı bir şehir.
Bu yüzden olsa gerek, ‘Euro-Med Medya Semineri’ ni ağırlıyor.
Akdeniz’in iki yakasındaki ve en köşesindeki gazetecileri bir araya getiren seminerin katılımcıları arasındayım.
Türkiye’den üç kişiyiz.
Cumhuriyet Gazetesi’nden Zeynep Oral, Milliyet Gazetesi’nden Dış Haberler Müdürü Kadri Gürsel ve ben.
İki gün süren seminerde konu elbet ki Akdeniz halkları.
Daha doğrusu, İspanya’nın öncülüğünde 10 yıl önce başlatılan Barselona Süreci’nin nasıl canlandırılabileceği meselesi.
Romalıların ‘Mare Nostrum’ adını verdikleri Akdeniz’in kuzey kıyıları zengin.
KUZEY VE GÜNEY FARKI
Güney kıyıları yoksul.
Kuzeyde nüfus giderek yaşlanıyor.
Güneyde nüfus giderek artıyor.
Öylesine artıyor ki, 30 yaşının altında olanlar üçte iki oranında.
Kuzeydekilerin demokratik kurumları yerli yerinde.
Hemen hemen hepsi Avrupa Birliği üyesi.
Karşı yakadakilerde durum farklı.
Çoğunlukla kuzeydekilerin sömürgeleri olmuşlar.
Demokrasi, kadın hakları, basın özgürlüğü varla yok arası.
Reformlar kaplumbağa ağırlığında.
Güneyde yoksulluktan, baskıdan kaçanlar soluğu kuzeyde alıyorlar.
Alıyorlar almasına ama kimsenin onları ‘aman şimdiye kadar nerelerdeydiniz’ diye kollarını açarak karşılayacak hali yok.
Braudel’ın ‘Akdeniz, İnsanlar ve Miras’ kitabında dediği gibi, üç bin ya da dört bin yıl boyunca Akdeniz’in tarihini ve bütünlüğünü oluşturan şey ‘göçlerdi’...
Bugün ise tam aksine ‘göçler’ bir tehdit.
Kuzeydekiler için bir tehlike.
Hesaplara göre, bugün Avrupa’daki göçmenlerin sayısı 56 milyon.
Bunların yüzde 10’u da kaçak.
Bu arada yanlış anlaşılmasın, 56 milyonun hepsi elbet Akdeniz’in yoksul yakasından değil...
BARSELONA SÜRECİ FİYASKO
Her neyse ‘Barcelona Süreci’ne dönersek, 10 yıl önce start alan sürecin ana fikri, Akdeniz’in iki yakasındaki işbirliğinin, yoksul güneye demokrasi, istikrar ve ekonomik büyüme getirmesi.
Dolayısıyla göçün önlenmesi.
Peki 1995’te başlatılan süreç başarılı olmuş mu?
Kesinlikle hayır...
Araya 2. intifada, 11 Eylül, Irak Savaşı ve başka tatsız olayların girmesiyle büyük oranda sekteye uğramış.
Hatta komaya girmiş.
Marsilya’da bir anlamda günah çıkartılıyor.
Sürecin neden başarısız olduğu sorgulanıyor.
Güneydekiler diyor ki: ‘Biz yardım istemiyoruz. İşbirliği istiyoruz.’
Kuzeydekiler diyor ki: ‘İşbirliğine hazırız. Yeter ki somut taleplerle gelin.’
Sürecin canlandırılması için bir başka toplantı da önümüzdeki kasım ayında Barcelona’da.
Oraya devlet başkanlarının katılmaları da bekleniyor.
Bakalım bundan sonra şu meşhur ‘Barcelona Süreci’ canlanacak mı?
Canlanmasa da kendi bilir.
Zira Marsilya dönüşü elime aldığım Figaro Gazetesi’nde okuduğuma göre, milyonlarca yıl sonra zaten Afrika Avrupa’ya öyle bir yanaşacak ki, Akdeniz bir göle dönüşecek.