Doğuş Otomotiv'in sponsorluğunda, Anadolu yollarına düşen Fazıl Say sahnede.
500 kişilik salon, üniversiteli, liseli gençlerle tıka basa dolu.
Üstelik yer bulamayanlar sahnenin bir köşesinde yere çökmüş.
Mavi balıkçı kazaklı ve blucinli Fazıl Say önce çalıyor ardından öğrencilerin sorularını yanıtlıyor.
Yudum yudum veriyor müziğini...
Aklımda kaldığı kadarıyla Mozart, Claude Debussy, Gershwin, AşıkVeysel'den parçalar seçiyor.
Kimi zaman aynı parçanın değişik versiyonlarını çalıyor.
Mozart'ın Türk Marşı, anneannemin Nişantaşı'ndaki evinde, neşelendiği ya da hüzünlendiğinde çöktüğü şamdanlı piyanosundan dinlediğim Türk Marşı’ndan ne farklı.
Fazıl Say çalmaya başlamadan káh besteciyle ilgili bilgi veriyor, káh eserle.
Mozart'ın eserlerinde daima bir öykü anlattığını, Gershwin'in neşeli müziğinin ardında esasında hüzün olduğunu izah ediyor.
Dinleyicilerini hiç sıkmadan, fazla didaktik olmadan.
FazılSay'ın dört yaşında ilk müzik öğretmeni Mithat Fenmen.
Birkaç yıl küçük öğrencisine hiç nota öğretmemiş.
Doğaçlamaya alıştırmış. ‘‘Bugün sokakta ne duydun, dikkatini ne çekti piyanoda anlat.’’
Fazıl Say Gaziantep Üniversitesi AKM salonunda bu yöntemi de kullanıyor.
Salondaki öğrencilere ‘‘siz bir tema verin, ne olursa olsun ben çalayım’’ diyor.
İstenilen ilk tema korku...
İyice kulak veriyorum.
Fazıl Say'ın piyanosundan çıkan ilk sesler cılız mı cılız, giderek yoğunlaşıyor. Zirvede yürek atışı gibi
Kuvayi Milliye, Osmanlı, ölümsüzlük...
Doğaçlamalar peşpeşe geliyor.
Aşk'ı çalarken, gözümün önüne gelen nedense bir balkondan aşağıya dökülen binlerce beyaz çiçek.
Diğer bir tema ‘‘Fazıl Say'ın hayata bakışı.’’
Bu notalardan beynime yansıyan ise ne biliyor musunuz?
İçinde çok kırılgan bir şeyin olduğu zırhlı bir tank...
Fazıl Say, bir tarafıyla gerçek bir idealist.
Klasik müziğin Türkiye'nin her tarafında dinlenmesini sevilmesini istiyor. Bunun için neler yapılabileceğini sorguluyor..
Anadolu yollarındaki turnesinin meyvelerini vereceğine inanıyor.
‘‘Mutlaka tutacak’’ diyor.
Müziğini, haziran ayındaki İstanbul Müzik Festivali'nde Gaziosmanpaşa, Avcılar, Ümraniye ve Polonezköy gecekondu mahallelerine götürmeyi tasarlıyor.
Biletler bir ya da iki milyona satılacak.
Yeter ki oralarda oturanlar da klasik müzikle tanışsın.
20. yüzyılın en büyük sanat tarihçilerinden ve eleştirmenlerinden Herbert Read'in şöyle bir tespiti var: ‘‘Sanatçı topluma dayanır, tonunu, hızını, şiddetini üyesi bulunduğu toplumdan alır.’’
Fazıl Say'ın beslendiği toplumun bazı eksiklerini görmesi, bunları eleştirmesi geçenlerde nasıl bir gürültü kopardı gördük.
Oysa haklıydı.
Neden müzikte kaliteyi yüksetmeyelim?
Fazıl Say, yurtdışında sanırım 10 kadar ödül almış.
Türkiye'de ilk ödülünü, geçenlerde Gaziantep yolculuğuna çıkmadan aldığını öğrenmiş.
‘‘Nazım’’ çalışmasıyla Sanat Kurumu'nun Özel Jüri Ödülü’nü.
‘‘Türkiye'deki ilk ödülüm’’ diyor.
Belli ki hafif buruk.
Yazık ki, Gaziantep konseri sonrası gencecik, heyecanlı konservatuvar öğrencilerinin ‘‘Fazıl Say bir deha. Türk halk ezgilerinden yola çıkarak, evrenseli yakalayıp Mozart'ı da geçer’’ dediklerini duymadı.