GEÇENLERDE televizyonda zapping yaparken birden karşımda Fransa'nın Ankara Büyükelçisi Bernard Garcia.
Başını kaçırdığım konuşmasının bir yerinde ABD'ye çatıyor.
‘‘Yazık’’ diyor... ‘‘1770'lerde Bağımsızlık Savaşı'nda yanındaydık.’’
Mesele Irak nedeniyle ABD ile Fransa ve Almanya arasında kopan fırtına.
Washington, savaşa direnen ‘‘eski kafalı’’ Avrupa'ya zaten kırgın ama Fransa'ya da özellikle öfkeli...
Kopan fırtınadan sonra Amerikan kongre üyeleri kolları sıvamışlar.
‘‘Fransız peynirine boykot.’’
‘‘Yetmez... Fransız şarabına ve suyuna da boykot.’’
‘‘Airbus uçağı almayacağız.’’.
‘‘Bu yıl Paris'teki Havacılık Fuarı'na da katılmayacağız.’’
Fransa kendisi itaatsizlik yaptığı yetmiyormuş gibi, Türkiye'nin NATO'dan yardım almasını engellemek için peşinden Almanya ve Belçika'yı da sürüklemiş.
Cumhuriyetçi senatör John McCain kürsüden kükrüyor: ‘‘Fransa ticari çıkarlarını uluslararası yasaların, dünya barışının ve Batı uygarlığının politik ideallerinin üzerinde tutuyor. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik... Bunları ne çabuk unuttunuz.’’
Senatör McCain, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac'ı geçmişte Irak'a nükleer reaktör satmakla da suçluyor.
İyi ama, İran-Irak Savaşı sırasında, Saddam'ı silahlandıran Washington'un kendisi değil miydi?
Ne çabuk unuttunuz?
Fransa ile ABD arasındaki çekişme yeni değil.
Fransa nicedir, Washington'un dünyanın tek süper gücü olarak ‘‘illa benim dediğim olacak’’ tavrından rahatsız...
Avrupalıların çoğu rahatsız ama bunu en fazla dile getiren Fransa.
ABD'nin kültürel emperyalizmine en fazla ses çıkartan da o.
Fransa'yı ve ABD'yi ‘‘Freud'un divanına’’ yatırdığınız anda bilinçaltından bakın neler çıkıyor...
Fransa Büyükelçi Garcia'nın da dile getirdiği gibi Fransa, ABD'nin ta Bağımsızlık Savaşı'ndan bu yana kendisine borçlu olduğu inancında.
ABD ise Normandiya plajlarına genç Amerikalı askerleri göndermesi nedeniyle Fransa'nın ona ömür boyu minnettar olması gerektiğini düşünüyor.
1944 yılından bu yana Fransa'dan kayıtsız, şartsız bir sadakat bekliyor.
Sadakat bir yana Fransız Cumhurbaşkanları, NATO'ya entegre olmaya karşı çıkan General De Gaulle'den, Reagan'ın telefonlarına çıkmayan Mitterrand'a kadar hepsi Washington ile didişmek için asla fırsatı kaçırmamış.
Rivayet o ki, Mitterrand iktidara geldiğinde, Başkan Reagan o sırada Başkan Yardımcısı olan Baba Bush'u, Fransız hükümetinde kaç tane komünist bakan var diye alelacele Paris'e göndermiş.
Anlayacağınız bugün oğul Bush ile Chirac arasındaki kavga hayli eskilere dayanıyor.
Şimdilerde ise iş öylesine çığrından çıkmış ki, Washington peynirden, şaraptan hıncını çıkarmak peşinde.
Benim de Fransızlara küçük bir önerim var: ABD'ye armağan ettikleri Özgürlük Abidesi’ni derhal geri istesinler.
Saddam'ı Fransız doktorlar tedavi etmiş
İşte ABD Başkanı Bush'u çileden çıkartacak bir haber daha.
Fransa'da yeni piyasaya çıkan‘‘Saddam'ın Irak'ı. Bir portre’’ kitabına göre,Irak lideri 1998 yılında lenf kanserine tutulmuş. Tedavi için Fransa'dan iki doktor getirtmiş. Fransız doktorlar beraberlerinde getirdikleri bazı aletleri çalıştıramamışlar ama neticede Saddam'ı tedavi etmeyi başarmışlar.
İki Fransız gazeteci George Malbrunot ile Christian Chesnot tarafından kaleme alınan kitapta Irak ile Fransa arasındaki ilişkiler de etraflıca anlatılıyor.
Benim Cici Silahım'ın anlattıkları
ABD'yi daha iyi anlamak, özellikle Irak ile ilgili politikasında taşları yerlerine oturtmak için mutlaka halen İstanbul'da gösterimde olan ‘‘Benim Cici Silahım’’ filmini izleyin.
Birçok ödül kazanmış olan bu belgesel, Amerikan toplumunun neden silaha ve öldürmeye meraklı olduğunu araştırırken birden fazla mesaj veriyor.
Mesajlardan bir tanesi de, Amerikalılara sürekli güvensizlik ve korku aşılandığı.
Önceki sabah televizyonda, savaş korkusuyla gaz maskelerine ve marketlerde yiyeceklere saldıran Amerikalıları izlerken bunun ne kadar doğru olduğunu farkettim.