Gila Benmayor

Ankara Ankara sesimizi duy

26 Nisan 2002
Türkiye'nin en büyük ekonomik forumu olarak tanımlanan <B>Dünya Türk İşadamları Kurultayı</B>'nın açılışını kaçırmadım. Lütfi Kırdar'a girdiğimde işadamı Sakıp Sabancı'nın etrafı sarılmış bir durumdaydı.

Önceki 3 kurultaya başkanlık yapan iş dünyasının ‘‘gurusu’’ Sabancı'nın konuşmasına ve Devlet Bakanı Karakoyunlu'nun ona verdiği yanıta değinmiyorum. Bununla ilgili haberler sayfalarda. Yalnız şunu söyleyebilirim ki, Sabancı'nın konuşması salondan müthiş bir alkış aldı.

Benim esas değinmek istediğim Avrupa Türk işadamları ve Sanayicileri Derneği Başkanı Başkanı Eşref Ünsal'in sözleri.

Ne dedi Ünsal?

‘‘Avrupa'ya emeğimizi satmaya gittik, yıllar sonra yasalardaki değişikliklerle iş yapma şansını elde ettik. Avrupa'daki Türk işadamlarının henüz 19 yıllık bir geçmişi var. Bugün 75 bin Türk girişimci yaklaşık 400 bin kişiyi istihdam ediyor.’’

Eşref Ünsal
'ın sekiz yıl sonrası, yani 2010 yılı için verdiği rakam ise çarpıcı.

2010 yılında Avrupa‘daki Türk işletmelerinin sayısı 125 bine, bunların çalıştırdığı kişi 1 milyona, ciroları 140 milyar euroya ulaşacak.

Avrupa’daki Türk girişimcilerin cirosu halen 35 milyar euro civarında. Cironun yüzde 17 ila 23'ü, Türkiye'den alımlarla gerçekleşiyor.

İşin püf noktası burada.

Ünsal, ‘‘Yurtdışındaki Türk işadamlarının Türk ekonomisine katkısı önemlidir. Ankara yurtdışındaki Türk işadamlarını teşvik etmelidir. Dünyanın 54 ülkesinden toplanan Türk işadamları bu salonda Başbakanı, Cumhurbaşkanı görmek isterdi. Cumhurbaşkanı'nın görüntüsü ve sesiyle yetinmek zorunda kaldık’’ diyor.

Eşref Ünsal'ın bu sözleri üzerine salonda alkış kopuyor.

Belli ki salondakiler, Ankara'nın kendilerine yeterince kulak vermemesinden şikayetçi.

Oysa yine Ünsal'ın söylediklerine bakılırsa, yurtdışında yaşayan Çinli ve Hintli işadamlarının kendi ülkelerinin ekonomilerine büyük katkıları var. Devletten gerekli desteği aldıkları için genellikle bir yabancıyla birlikte ülkelerinde yatırım yapıyorlar.

Ünsal, Orta Avrupa'da el değiştirmekte olan şirketlerin Türk işadamları tarafından satın alınmasını önerirken, Türk-Amerikan İş Forumu başkanı Orhan Taner de şu çağrıyı yapıyor: ‘‘Holdingler, bankalar, şirketler küçük de olsa New York'ta bir temsilcilik açsınlar. Finans dünyasının kalbinin attığı merkeze yakın olsunlar. Biz her türlü yardımı yapmaya hazırız.’’

TÜSİAD'dan kadın girişimcilere destek

TÜRK İşadamları Kurultayı'na kaç işkadınının katıldığını merak ettim.

Kurultay organizatörlerinin elinde herhangi bir bilgi yoktu.

Görebildiğim kadarıyla salonda 15-20 arasında kadın girişimci ya vardı, ya yoktu.

Sohbet ettiğim başarılı işkadınlarımızdan Zühál Mansfield de geçen kurultayda kadın sayısının pek az olduğunu söyledi.

Şimdi vereceğim haber, kadın girişimcileri ve iş hayatına atılmaya hazırlanan kadınlarımızı yakından ilgilendiriyor.

Kurtsan Eczacılık Şirketi'nin murahhas üyesi Meltem Kurtsan'dan öğrendiğime göre, ‘‘Türk Kadın Girişimcileri Derneği’’ kuruluyor.

Bu yeni oluşum için çalışanlar arasında TÜSİAD'in ‘‘Kadın-Erkek Eşitliği Çalışma Grubu’’, Avrupa Ekonomi Komisyonu'nun ‘‘mükemmel kadın girişimci’’ olarak seçtiği 9 işkadını var.

İlk destek TÜSİAD'dan gelmiş.

Önümüzdeki perşembe günü, yani 2 mayıs günü TÜSİAD'ın konferans salonunda derneğin kuruluşuyla ilgili bir toplantı, bir nevi ‘‘beyin fırtınası’’ yapılıyor.

Derneğin nihai ismi, tüzüğü, üye aidatları bu toplantıda tartışılacak.

Dernek için hummalı bir çalışma içersinde olan Meltem Kurtsan ‘‘Ka-der benzeri bir yapılanmaya gideceğiz. Kadın girişimcileri desteklemek için Türkiye'nin çeşitli illerinde örgütleneceğiz’’ diyor.

TÜSİAD'in desteğini aldıklarını söyleyen Kurtsan, TOBB, İstanbul Ticaret Odası gibi kuruluşların da projeyi desteklemelerini bekliyor.

Proje tutarsa iki yıl içersinde 5. yapılacak olan kurultayda işkadını sayısında bir artış görebiliriz. Umarım.

Amsterdam-Paris trenindeki Konyalı

AVRUPA Türk İşadamları derneği Başkanı Eşref Ünsal, konuşmasının bir bölümünde Avrupa'daki Türk girişimcilerinin en büyük dezavantajının Türk imajı olduğunu söyledi.

Şimdi ben fazla yorum yapmadan geçen hafta başımdan geçen bir olayı aktarmak istiyorum.

Kızımla birlikte Amsterdam-Paris trenindeyiz.

Tren kalkalı birkaç dakika olmuş ki bir anons duyuyoruz.

‘‘Trende Türkçe bilen varsa lütfen 14 numaralı vagona gelsin.’’

Elbet hemen yerimden kalkıp 14 numaralı vagona gittim.

Aklımdan da ‘‘herhalde kaçak bir yolcu’’ düşüncesi geçiyor. Kompartımanda bir Türk yolcunun etrafında toplanmış bir kalabalıkla karşılaşıyorum.

Kondüktör durumu izah ediyor: ‘‘Yolcu hiç bir yabancı diy bilmiyor. Galuiba Fransa'da Rodez'e gitmek istediğini anlatmaya çalışıyor.’’

Yolcunun adı Halim Aydeniz.

Konya'nın Hadim köyünde seracılık yapıyor.

Hollanda'ya akrabalarını ziyarete gelmiş.

15 yıldan beri Fransa'da çalışan bir köylüsü de ‘‘Rodez'e gel. Seni garda karşılarım. Paris'ten trene bineceksin’’ demiş.

Trenin nereden kalktığı, kaçta kalktığı yok. Sadece ‘‘gel’’ demişler, Halim Aydeniz soluğu Paris'e giden trende almış. Kolunda saati bile yok.

Bırakın nasıl gideceği, kompartımanda Rodez'in adını bile duymamışlar.

‘‘Bu ne cesaret’’ diye çıkışıyorum. Paris'in öyle kolay bir yer olmadığını anlatıyorum. Öyle ya, trende türkçe konuşmalan biri olmazsa ne yapacak?

Neticede tren Paris'e vardığında Rodez'e gidecek trenin başka bir gardan kalktığını öğreniyoruz. Halim Aydeniz'i bir taksiye bindirip uğurluyoruz...

İnşallah Rodez'e varmıştır sağ salim.
Yazının Devamını Oku

Fransa Freud'un divanında

21 Nisan 2002
Dünya rekabet avantajları sıralamasında Fransa 25'inci sırada. Ne yazık ki bundan da kötü bir haber, ‘‘Fransız aşığı’’ mitiyle ilgili. Fransız Ulusal Demokratik Araştırmalar Enstitüsü'nün verilerine göre, sevgili değiştirmek konusunda Fransızlar üstünlüğü çoktan Amerikalılar'a kaptırmış. En iddialı başkan adayı bile çare bulamaz.


BİR haftadan beri Fransa'dayım ve başkanlık seçimlerine hazırlanan ülkeyi yakından izliyorum.

Sanırsınız ki, sandık başına giden yol Freud'ün o ünlü divanından geçiyor.

Ulusça içsel yolculuklar, hesaplaşmalar, sorgulamalar, derin analizler.

Temel soru şu: Fransa neden inişte?

Bir zamanlar dünyanın önde gelen güçlerinden biri, neden geriledi?

Globalleşmeye neden ayak uyduramadı?

Nerede hata yaptı?

Zaten aşırı sağcısından komünistine kadar 16 cumhurbaşkanı adayının hepsi de ‘‘Fransa'yı içine düştüğü karanlıktan’’ kurtarma iddiasında.

Bu arada adayların karşılıklı suçlamaları, bol kepçedendi.

Başbakan Lionel Jospin'e bakarsanız, ülkenin bu karanlık görüntüsünün tek sorumlusu, Cumhurbaşkanı Chirac.

Bağımsız aday Chevenement'a göre, hem Chirac hem Jospin suçlu.

Peki gerçek durum ne?

Doğrusu tablonun bir yüzü hiç de hoş değil.

Suç oranında büyük bir patlama yaşandığı doğru.

Geçen gün bizzat yaşadım. Metrodaki bir saldırı yüzünden çalışanlar grevdeydi. Sürekli hat değiştirmek zorunda kaldık.

Paris'te belli saatlerden sonra tek başına metro istasyonlarında dolanmanın pek tekin olmadığını herkes söylüyor.

Başka?

Topluma entegre olamamış 6 ile 8 milyon göçmen, yoksulluk, işsizlik ve devletin hantallığını bu tabloda saymak mümkün.

Genç işadamlarının, bankacıların, bilim adamlarının, futbolcuların kapağı Londra ya da New York'a atmaları boşuna değil.

Şimdi başı hayli belada olan Vivendi Universal'in patronu Jean Marie Messie, ‘‘Fransa bana dar geliyor. Burası küçücük bir ülke oldu’’ diye New York'a yerleşmemiş miydi?

Bir de rakamlar var.

Dünya rekabet avantajları sıralamasında Fransa 25'inci sırada. Ne yazık ki bundan da kötü bir haber, ‘‘Fransız aşığı’’ mitiyle ilgili.

Fransız Ulusal Demokratik Araştırmalar Enstitüsü'nün verilerine göre, sevgili değiştirmek konusunda Fransızlar üstünlüğü çoktan Amerikalılar'a kaptırmış.

İşsizlik, suç oranı hadi neyse de buna en iddialı başkan adayı bile çare bulamaz.
Yazının Devamını Oku

Bay CNN Derviş'i desteklemeye geliyor

19 Nisan 2002
<B>BAY CNN</B> derken, bu televizyon kanalının kurucusu olan <B>Ted Turner</B>'ı ima etmiyorum.<br> İma ettiğim kişi, bir zamanlar Clinton ekibinin en parlak elemanlarından olan, ancak CNN'in ‘‘prima donna’’Christiane Amanpour ile evlenip baba olduktan sonra politikaya veda eden eski Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü James Rubin.

Rubin
‘‘babalığın keyfini çıkarmak istiyorum’’ deyip Beyaz Saray'a veda ettiği halde, karısı Christiane Amanpour Afganistan, Ortadoğu demeden iş peşinde koşmaya devam.

Bay CNN'e bu kadar haksızlık yeter galiba.

Çünkü esasında James Rubin Londra'da Brunswick şirketinin ortaklarından. 30 Nisan tarihinde ‘‘Türkiye Yeni Fırsatlar Ülkesi’’ konferansına katılmak üzere İstanbul'a geliyor.

Rubin ‘‘Türkiye'nin 21. Yüzyılda Stratejik Önemi’’ üzerinde bir konuşma yapacak.

Rubin-Derviş bağlantısına gelince...

Kemal Derviş, Financial Times gazetesinin bünyesindeki The Banker Dergisi'nden ‘‘2001 Yılının En İyi Ekonomi Bakanı’’ ödülünü aldı.

İşte bu ödülü 29 Nisan tarihinde İstanbul'da alacak.

The Banker, ödül sahibine ödülünü daima Londra'da verirken, ilk kez kuralını bozuyor ve İstanbul'a geliyor.

Törenin organizatörü İngiltere'den Websters İletişim adında bir şirket.

Websters aynı zamanda International Herald Tribune Gazetesi'nin konferanslarını düzenliyor. Gazete, Derviş'in ödül törenine paralel olarak İstanbul'da hemen ertesi günü, yani 30 Nisan'da bir konferans düzenlemeyi öneriyor.

Sonuçta, İstanbul iki gün peşpeşe önemli iki toplantıya ev sahipliği yapacak.

‘‘Türkiye Yeni Fırsatlar Ülkesi’’ konferansı Herald Tribune Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni David Ignatius yönetecek.

Daha önce Polonya, Meksika, Brezilya, Hindistan , Avustralya gibi ülkelerde düzenlenmiş olan bu konferansa, Türkiye'deki Shell, HSBC gibi yabancı yatırımcılar katılacak. Buradaki deneyimlerini aktaracaklar.

IMF, her fırsatta Türkiye'ye yabancı yatırımın şart olduğunu söylüyor.

Herald Tribune bunun için İstanbul'da konferans düzenliyor.

Bu kadar gayretten sonra artık yabancılar gelmezse kendileri bilir.

Fransızların derdi vergiyle

BU pazar günü için başkanlık seçimlerine hazırlanan Fransa'dayım birkaç günden beri.

Seçimlere üç gün kaldı ama, Fransızlar'ın neredeyse yüzde 40'ı, 16 cumhurbaşkanı adayından hangisine oy vereceğine karar verememiş.

Elbet en güçlü adaylar Cumhurbaşkanı Jack Chirac ile Başbakan Lionel Jospin.

Her ikisi de kampanyalarını vergi üzerine kurmuşlar.

Çünkü konu, Avrupa'nın en yüksek vergisini ödeyen Fransızları yakından ilgilendiriyor.

Chirac örneğin gelir vergisi altında ezilen orta sınıfın yükünü 5 yıl zarfında üçte bir oranında indirmeyi vaat ediyor.

Cumhurbaşkanı'nın programında 30 milyar Euro'luk bir vergi indirimi söz konusu.

Jospin'in vergi indirimi ise 18 milyar Euro.

Chirac vergi işini çok ciddiye alıyor görünmesine rağmen, Fransızlar bu konuda sosyalist Jospin'e daha fazla güveniyor.

Sohbet ettiğim orta halli Fransızlar, Jospin'in özellikle emlak vergisini indireceğini umut ediyorlar.

Chirac'a güvensizliğin bir nedeni de, göreve geldiği 1995 yılından bu yana servetini yüzde 25 oranında artırmış olması.

Görünen o ki, Chirac Fransızlardan çok kendini düşünmüş.

IMF'yi eleştiren kitap: Büyük Hayal Kırıklığı

FRANSA bu hafta içinde piyasaya çıkan Dünya Bankası eski Baş Ekonomisti Joseph Stiglitz'in ‘‘Büyük Hayal Kırıklığı’’ kitabını konuşuyor.

Clinton'un danışmanı olan, 2001 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Stiglitz'in kitabı ABD'den önce Fransa'da yayınlanıyor.

2000 yılında Dünya Bankası'ndan istifa eden ve halen Columbia Üniversitesi'nde ders veren Stiglitz'e göre IMF bir tür Frankeştayn'a dönüşmüş. ‘‘Keynes çocuğunun neye dönüştüğünü görseydi, kemikleri sızlardı’’ diyor.

IMF'yi herkese tek reçete sunmakla suçlayan Stiglitz bakın kitabında ne diyor:

‘‘IMF müdahale ettiği her krizde komünist ülkelerin kapitalizme geçişlerinde sürekli hatalar yaptı. Çoğunlukla ülkelere bir sömürge valisi gibi davrandı. İnsanların politikalarıyla insanların hayatlarını nasıl etkilediğini hiç dikkate almadı.’’
Yazının Devamını Oku

Ortaklık Konseyi çok iyi izlensin

12 Nisan 2002
<B>TURİZM </B>Şurası'nda gündeme gelecek konulardan bir tanesi de AB normlarına uygun turizm tüketici yasasının hazırlanması. <br> Geçenlerde sohbet ettiğim CPS Danışmanlık Grubu Başkanı Tulû Gümüştekin ‘‘Yeni teknolojiler, on line pazarlama alanlarında AB müktesebatının bir an önce Türkiye'de yürürlüğe girmesi gerekiyor. Aksi takdirde turizm sektörü zorlanabilir’’ diyor.

Gümüştekin ile önümüzdeki salı günü, yani 16 Nisan'da Lüksemburg'da toplanacak Ortaklık Konseyi'ni konuşuyoruz.

Konsey toplantısının siyasi boyutunun yanısıra sektörleri de ilgilendiren teknik boyutunun da olduğunu hatırlatıyor.

Ne yazık ki, sektörler kendilerini ilgilendiren teknik boyutla yeterince izlemiyorlar.

Oysa izleseler, otomotiv sektörü örneğinde olduğu gibi meyvelerini toplayacaklar.

Gümüştekin'e göre, Konseyin çalışmalarını ve aldığı kararları dikkatle izlemesi gereken sektörlerin başında gıda, ilaç, telekomünikasyon, denizcilik gibi sektörler geliyor.

Peki, ya 16 Nisan 41. Ortaklık Konseyi'nin siyasi boyutu?

AB'nin müzakereler konusunda herhangi bir angajmana girmeme kararı aldığı iddiaları?.

Gümüştekin ‘‘Aralık ayındaki Laeken Zirvesi'nde Türkiye ile üyelik müzakerelerinin açılmasını destekleyen ciddi ilerleme sağlanmıştı. Lüksemburg'da bu söylemin devamı ve teyidi bekleniyor’’ diyor.

Turizmde yol ayrımına geldik

2. TURİZM Şurası bugün başlıyor.

Turizm Bakanlığı'nın gönderdiği şura bildirileri tam üç ciltte toplanmış.

Ankara'da üç gün bu bildiriler okunacak, komisyonlar toplanacak, kararlar alınacak.

Turizm Bakanı Mustafa Taşar'a şuranın ne anlama geldiğini soruyorum.

‘‘Şuranın hedefi çevreye duyarlı, sürdürülebilir ve en önemlisi hükümetten hükümete değişmeyecek tutarlı milli bir turizm politikası ortaya koymak. Turizm sektörüne yönelik kısa, orta ve uzun vadeli eylem planlarını netleştirmek’’ diyor.

Şuraya ilk kez cumhurbaşkanı ve başbakan katılacak.

Taşar ‘‘Şura ilk kez cumhurbaşkanı düzeyinde açılıyor. Turizmden anlayan herkesi çağırdık. Bakan, eski bakan, akademisyen, sektörün temsilcileri herkes konuşacak’’ diyor ve ekliyor: ‘‘Turizm artık siyaset üstü bir konuma getirilmelidir. Düşünün ki dünyadaki turizm pastası 500 milyar dolar ve Türkiye bunun ancak 8,5 milyar dolarını alıyor. İyi bir stratejiyle yüzde 10 oranından pay almalıyız bu pastadan.’’

Turizmde 2. Atılım Dönemi'ni başlattıklarını söyleyen Taşar'ın verdiği bilgiye göre, Başbakan'ın başkanlığı altında bir ‘‘Turizm Koordinasyon Kurulu’’ oluşturulmuş. Kurulun esas görevi, devletin çeşitli birimleri arasında koordinasyonu sağlamak.

Bir diğer yeni oluşum da ‘‘Turizm Uygulama Kurulu.’’ Bu kurulun görevi bir anlamda alınan kararların takipçisi olmak.

Yıllardır ilk kez yapılan şura, yeni kurullar, kuşkusuz turizmin ülke ekonomisi için ne kadar önemli bir yer tuttuğunun nihayet anlaşıldığını gösteriyor.

Peki Turizm Yatırımcıları Derneği Başkanı Tavit Köletavitoğlu şuradan ne bekliyor?

‘‘Turizmi geliştirmek, hareketlilik kazandırmak için tanıtım dışında başka önlemleri gündeme getirecek mi? Alt yapı, özel sektöre teşvik, yabancı yatırımlar, arazi arzı gibi beklentilere cevap verecek mi.’’

Tavitoğlu
'nun işaret ettiği diğer önemli bir konu turizm senaryolarının merkezden, yani Ankara'dan yazılmaması. Turizmde artık yerel sivil inisiyatifin sesinin duyulması, bunun için de yerel mevzuatın ortaya çıkması gerek.

Şura bu konulara el atarsa ne álá...

‘‘Yoksa bu günleri arar hale geleceğiz... 2. Turizm atılımı ya iyi yapılacak, ya da bugünkü performansımızın gerisine düşeceğiz’’ diyor Tavitoğlu...

Neticede, turizmde yol ayrımına gelmiş bulunuyoruz.

İstanbul'a Modern Sanat Müzesi

TURİZM Bakanı Mustafa Taşar, konuşmamızda Şura'da İstanbul'a özel bir önem verildiğini söylüyor.

‘‘Hedef İstanbul'a gelen 2,5 milyon turist sayısını 10 milyona çıkartmak’’ diyor.

Turizm Şurası'nın üçüncü cildinde İstanbul ile ilgili çok sayıda bildiri var.

Beni en yakından ilgilendiren bildirilerin bir tanesi de ‘‘İstanbul Modern Sanat Müzesi’’ başlığını taşıyor.

Yıllardan beri İstanbul'da modern bir sanat müzesinin kurulması için mücadele eden Profesör Tomur Atagök'ün turizm şurasında bildirisini okuyacak olması çok sevindirici.

Profesör Atagök'in verdiği rakamlara göre, meselá Paris'teki George Pompidou sanat merkezini yılda 8 milyon kişi ziyaret ediyor. Atagök, modern sanat müzesi için gerekçeler arasında, turizme ekonomik katkının yanısıra AB'ye üye olma aşamasında böyle bir müzenin çağdaş bir toplumun simgesi olduğunu söylüyor.

Doğru.

Düşünün ki, Avrupa'da insanlar artık kendi müzeleriyle yetinmiyorlar, iyi bir sergi olduğu takdirde günü birliğine ya da hafta sonu için sınır ötesi yolculuğu göze alıyorlar. Amsterdam'da, Van Gogh Müzesi'ndeki ‘‘Gauguin-Van Gogh’’ Sergisi için Paris'ten iki günlük turlar düzenlenebiliyor.

Ömer Uluç'un cinleri

SÖZ İstanbul Modern Sanat Müzesi'nden açılmışken, ressam Ömer Uluç'un Atatürk Kültür Merkezi'ndeki sergisini mutlaka gezin diyorum.

Uluç'un A,B,C,D Deniz Cinleri Sergisi 20 Nisan'a kadar açık.

Ömer Uluç'un buradaki 50 resim ve heykellerinden bir bölümü de New York'taki Trans Houdson Galerisi'nde sergilenmişti.
Yazının Devamını Oku

Uçurtmalarını uçursunlar

7 Nisan 2002
DEBORAH<B> </B>Mathis Amerikalı bir yazar.<br><br>Onu geçenlerde<B> </B>Forum İstanbul'un ilk günü öğle yemeği sırasında konuşmacı olarak dinledik. Afrikalı-Amerikalı Mathis, kendi ülkesindeki adaletsizliklerden, siyah-beyaz uçurumundan ve siyahların öfkesinden söz etti.

‘‘Herkese eşit şans tanınmaz ise bu öfkeyi doğurur. Öfke şiddete yolaçar. Türk, Afganistanlı, Amerikalı farketmez, bu insanın doğasıdır’’ dedi.

Ve ekledi: ‘‘Yatıştırılamayan öfke tehlikelidir.’’

İsrail'in barış hareketlerinden Guş Şalom'un başkanı Uri Avnery, Herald Tribune'deki ‘‘Filistin Öfkesi’’ yazısında benzer şeyler söylüyor.

‘‘Öfkesi fokurdayan insan tehlikeli olur. Çünkü öfke talimatlara boyun eğmez. Milyonlarca insanın yüreğindeki öfke bir düğmeye basılarak durdurulamaz. Öfke taştığında ise canlı bomba karşınızdadır.’’

Avnery, kardeşi öldürülen, evi başına yıkılan, çocukları önünde aşağılanan insanın nefretle dolup herşeyi yapabileceğini söylüyor.

İsrailliler’in ise bu öfkeyi, aşağılanmayı bilmediklerini, anlamadıklarını da ilave ediyor. Çünkü İsrail basını Filistin şehirlerinde, köylerinde olup bitenleri ya hiç yazmıyor, ya da sulandırarark yazıyormuş.

Haaretz Gazetesi de tam bu noktaya parmak basıyor. İsrail medyasının son günlerde en karanlık dönemini yaşadığını iddia ediyor. Haberler ya ordu kaynaklarındanmış, ya sansürlüymüş..

İsrailli gazetecilerin duyduklarını araştırma şansları yok.

Şaron ile demokrasinin geldiği durum bu.

Arşivimi karıştırırken, tam bir yıl önce iktidara geldiğinde onunla ilgili yazdığım yazıyı okuyorum. Yazı şöyle bitiyor:

‘‘Üniformasıyla korku salan, politikada ise sadece çıkışlarıyla bilinen bu adam şimdi nasıl barış getirecek merak ediyorum.’’

Hep birlikte gördük barış yerine nasıl savaşın geldiğini.

İsrail basını ancak şimdi onun liderlik yeteneklerini sorguluyor, vizyonsuzluğunu tartışıyor.

Üç gün önce İsrail halkına yönelik konuşması öylesine havada kalmış ki, dinleyenler konuşmanın teknik bir arıza nedeniyle yarıda kesildiğini sanmış.

Haaretz, ‘‘Şaron iddia ettiği gibi gibi lider ise yarım kaldığı izlenimini veren konuşmasını tamamlar, Filistinliler’in bağımsızlık özlemlerinin, intihar saldırılarının şiddetle sona eremeyeceğini kabullenir, teröre ancak yeni kurulacak bir Filistin Devleti'nin son verebileceğini söylerdi. Konuşması savaşa giden bir orduya brifing gibiydi. Kimbilir, belki liderimizin tek bildiği şey de bu’’

74'lük Şaron ile barış olmayacağı ortada.

Peki ya Arafat?

İsrailli tarihçi Tom Segev soruyu şöyle yanıtlıyor: ‘‘Şaron da, Arafat da geçmişlerine takılıp kalmış. Onlar çatışmanın sembolleri, barışın değil.’’

Bu gerçeğin anlaşılması için her iki taraftan onca gencin ölmesi mi gerekirdi?

Beyler artık şapkanızı alın gidin, çocuklar uçurtmalarını uçurtsunlar.


Filin Karnı


HAFTANIN nadir güneşli günlerinden birinde Taksim'deki Fransız Konsolosluğuna uğradım.

Bahçesinde dev bir fil vardı... Filin karnında ise çocuklar. İki metrelik sevimli fili yapanlar Beyoğlu Çocuk ve Gençlik Merkezi bünyesindeki sokak çocukları.

2002 yılının, Fransız yazar Victor Hugo'nun iki yüzüncü doğum günü olması nedeniyle, Fransız Kültür Merkezi çocuklarla bir çalışma yapmayı önermiş. İki sanatçı, Şinasi Güneş ve Christiane Chaponniere ile birlikte çalışan 15 kadar çocuk, bir yanda resim yaparken, diğer yanda fili inşa etmişler.

Fil neyi temsil ediyor diye soracak olursanız...

Victor Hugo'nun ünlü romanı Sefiller'in kahramanlarından Gavroş'un geceleri Bastille Meydanı'nda içine girdiği fil maketini temsil ediyor.

Paris'te artık Gavroş yok. Beyoğlu'nda mendil satan çocuklar var.

Fil aynı fil.


Truva sergisi geliyor


MÜJDEYİ Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü Alpay Pasinli verdi.

Almanya'da 10 ay zarfında 10 milyon kişinin gezdiği ‘‘Düş ve Gerçek Truva’’ Sergisi önümüzdeki aylarda Türkiye'ye geliyor.

Birkaç ay önce ‘‘Truva'yı bize de bekleriz’’ yazısını yazdığımda Pasinli'yi aramış ve serginin buraya geylip gelmeyeceğini sormuştum. Pasinli o dönemde, maddi olanakların elvermediğini ancak sponsor bulunduğu takdirde bunun gerçekleşebileceğini söylemişti.

Şimdi bu muhteşem sergiyi, Yapı Kredi ve Kültür Bakanlığı'nın ortak çalışmasıyla izlemek mümkün olacak.

Pasinli'nin verdiği bilgiye göre, Truva Sergisi büyük bir olasılıkla Yapı Kredi'nin Vedat Nedim Tör Müzesi'nde olacak.

İkinci güzel haber ise sergiye İtalyanların da talip olmaları.

İtalyan Memmo Vakfı, Kültür Bakanlığı'na yaptığı başvuruda, Truva Sergisi'ni Roma'ya istemiş. Yani Truva Sergisi, İstanbul'dan sonra Roma yolcusu.
Yazının Devamını Oku

Olimpiyat pastasından pay için ne bekliyoruz?

5 Nisan 2002
<B>YUNANİSTAN</B>'ın hummalı bir şekilde hazırlanmakta olduğu 2004 Olimpiyat Oyunları'ndan pay almak istiyorsak işkadını <B>Leyla Çağatay Üstel</B>'e kulak vermemiz gerek. Zamanla yarışan komşumuzun Olimpiyat bütçesi 1 milyar 960 milyon euro.

Bir yanda yeni projeler hayata geçirilirken, diğer yanda stadyum, havaalanı, liman, turistik tesislerin elden geçirilmesine çalışılıyor.

Yunanlıların bu arada iki önemli handikapı var: Deprem ve arkeolojik eserler. Meselá, Atina'nın 15 kilometre güneydoğusunda, binicilik merkezinin yapımı sırasında Afrodit'e adanmış 2500 yıllık bir tapınağın kalıntıları çıkmasın mı?

Her neyse geçenlerde ziyarete gelen Leyla Çağatay Üstel, 1 milyar 960 milyon euroluk pastadan Türklerin de pay almasını sağlamak için iki yıldan beri İstanbul-Atina arasında mekik dokuyor.

Danışmanlık ve Turizm Şirketi Paradiana'nın Genel Müdürü olan Üstel, aynı zamanda DEİK Türk-Yunan İş Konseyi'nin Yürütme Kurulu Üyesi ve Turizm Çalışma Grubu Başkanı.

Olimpiyat Oyunları'nın bağlı olduğu Kültür Bakanı Evangelis Venizelos'un yakın dostu. 2004 Olimpiyat Oyunları Genel Sekreteri Constantin Cartalis, Olimpiyat Komitesi İcra Kurulu Üyesi ve ulaşımdan sorumlu Sypros Capralos, yiyecek-içecekten sorumlu Makis Phokas ile birkaç kez biraraya gelmiş.

Yanında kocaman dosyalarla dolaşan Leyla Çağatay Üstel, ‘‘Yunanlılar'ın tekstilden, inşaat malzemesine, gıdadan, hediyelik eşyaya, otel araç gereçlerinden, otel restorasyonuna kadar sayısız alanda desteğe ihtiyaçları var. Avrupalılar iş kapma yarışında’’ diyor.

Üstel'in yaptığı görüşmelerde, 30 bin ila 50 bin yatak açığı olduğu da ortaya çıkıyor. Elbet 2 yıl içerisinde bunu kapatmak mümkün değil.

Venizelos ve Cartalis ile yaptığı görüşmelerde, Türkiye'den Atina yakınlarındaki limanlarda konaklamak üzere 10 bin ila 15 bin kişinin barınabileceği 1000 kadar tekne göndermeyi öneriyor.

İSTANBUL SEÇENEĞİ

Bir diğer seçenek ise insanları bir saatlik uçuş mesafesinde olan İstanbul'da konaklatmak. Leyla Çağatay Üstel, Sydney Olimpiyatlarında böyle bir seçeneğe başvurulduğunu ve Sydney'e 1,5 saatlik uçuş mesafesindeki şehirlerde otellerin kullanıldığını anlatıyor.

‘‘Olimpiyat'ları izlemeye gelenlere pekálá bir İstanbul seçeneği sunulabilir. Hele belirli yarışmaları izleyecek insanlara bu fikir çok cazip gelebilir’’ diyor.

Üstel, Yunanlılar'ın yatak açığını ve bununla ilgili önerilerini Turizm Bakanı Mustafa Taşar'a da iletmiş.

Atina'nın diğer bir sıkıntısı da insan kaynakları. 60 bine yakın gönüllüye ihtiyaç duyuluyor. Üstel, bu konuda da üniversiteli gençlerimizin katkısını önermiş. ‘‘2004 Olimpiyatlarında gönüllü olarak çalışmak hem hoş bir deneyim olabilir, hem de iki ülke arasındaki ilişkileri daha ısıtır’’ diyor.

Türk inşaat ve gıda sektörleri de bu işten önemli para kazanabilir.

Düşünün ki, Olimpiyat süresince 11 milyon 500 bin öğün yemek verilecekmiş.

Üstel'in elinde Olimpiyat ihalelerinin kimlere verildiğine ilişkin bilgiler var.‘‘Özellikle inşaat sektöründe Türk şirketlerin ortaklık yapacağı çok sayıda proje mevcut’’ diye konuşuyor.

Geçenlerde Forum İstanbul'da rastladığım Türk-Yunan İş Konseyi Başkan Yardımcısı Selim Egeli'ye bu muazzam pastadan pay için neler yapıldığını soruyorum. Egeli bu hafta içersinde Atina'da Venizelos ve Cartalis ile biraraya geleceklerini söylüyor.

Peki, vakit daralırken Türk-Yunan İş Konseyi Leyla Çağatay Üstel'in iki yıl içersinde elde ettiği bilgilerden, kurduğu ilişkilerden neden yararlanmıyor?

Konseyin Yürütme Kurulu'nda sekiz erkeğe karşı tek kadın olduğu için mi?


Mudurnu efsanesini canlandıracağız


MUDURNU Tavukçuluk hafta başında iflas ettiğini duyurdu.

Mudurnu Tavukçuluk A.Ş.'nin son altı aydan beri Genel Koordinatörü olan Gürbüz Kaya'ya göre, iflasa rağmen Mudurnu adını işitmeye devam edeceğiz.

En önemlisi Mudurnu'da tavukçuluktan geçimini sağlayan 3 bin üretici yeniden devreye girebilecek.

Bu nasıl olacak?

Kaya ‘‘Mudurnu Lokantaları'nın rehabilitasyon projesini süratle hayata geçireceğiz’’ diyor.

Daha önce bu sütunlarda yer verdiğim gibi, Kaya, Mudurnu Lokantaların yeniden yapılanması için Mudurnu Ekspres İşletmecilik A.Ş.'yi kurmuş. Bir yanda lokantalar elden geçirilecek, diğer yanda ‘‘piliç çevirme’’ noktaları kurulacak. Kaya, ilk noktanın Aksaray'da hizmet vermeye başlayacağını söylüyor. Bunu çiğ piliç satma noktaları izleyecek.

Kaya, ‘‘Mudurnu efsanesini canlandıracağız. Tavukçuluktan geçimini sağlayan ve iflastan ötürü mağdur durumda kalanlara yeni iş alanları açacağız’’ diye konuşuyor.

Peki Mudurnu'nun CIA eski Başkanı James Wolsey tarafından satın alınacağı iddialarına ne diyor?

‘‘İddialar çok anlamsız. Çünkü Mudurnu'nun satışı için ön protokol anlaşması yaptığımız Global İç ve Dış Ticaret'in Wolsey ile direkt bağlantısı yok. Olay şöyle: Wolsey'in yüzde 17 oranında ortaklığı olduğu Crescent İnvestment Şirketi'nin ortaklarından biri de yüzde 5'lik pay ile Global Ticaret.’’


Ruslar'dan ‘Bush’un kalçaları' misillemesi


GÜRBÜZ Kaya ile bir önceki konuşmamda, Amerikalılar'dan Mudurnu'dan tavuk alıp Ruslara satmak için teklif aldığını, ne yazık ki bunu gerçekleştiremediklerini söylemişti.

Proje gerçekleşseydi belki Mudurnu bugün iflas etmek zorunda kalmayacaktı.

Neyse... Önceki günkü Le Monde gazetesinden ABD'nin sattığı tavuklarla ilgili ilginç bir haber. ABD'nin çelik ithalatına sınırlama getirmesine AB'nin yanısıra Ruslar da müthiş öfkelenmiş. Rus gazeteleri ‘‘ Amerikalılar çeliğimizi bloke edip yılda 500 milyon dolar kaybetmemize neden olacaklar. Bisde onlardan tavuk almayıp Washington'u 700 milyon dolar zarara uğratabiliriz’’ önerisinde bulunuyorlarmış.

Ruslar'ın ABD'den ithal edilen tavuklara taktıkları ilginç bir isim var: ‘‘Bush'un kalçaları’’.

İddialara göre, ‘‘Bush'un kalçaları’’na karşı ülkede büyük bir hareket başlamış.
Yazının Devamını Oku

Global köyün Türkleri

31 Mart 2002
Onlar aynı masanın etrafında bir araya gelmişler.<br><br>Orkestra şefi, CEO, işadamı, modacı, bilimadamı, milletvekili ve teknik direktör. Onlar ‘‘Global Köyün Türkleri.’’

Cumhuriyetin 100. yıldönümüne kadar her yıl yapılacak ‘‘Hedef Yarının Kurulması’’ toplantısının birincisinde, Forum İstanbul'da deneyimlerini anlatıyorlar.

Can kulağıyla dinliyoruz.

İngiltere'de iki kez ‘‘yılın modacısı’’ seçilmiş olan Hüseyin Çağlayan.

Kırık türkçesiyle kendisini ifade ederken ne kadar mütevazi.

‘‘Vizyonunuz varsa başarı mutlaka gelir’’ diyor.

Elbet bulunduğu ortamın etkisini de inkar etmiyor.

12 yaşında geldiği İngiltere'de modanın kültürün bir parçası olduğunu ve bu ortamdan yararlandığını anlatıyor.

‘‘Kıbrıs'ta kalsaydım, ya da Türkiye'de yaşasaydım belki şansım bu kadar yaver gitmezdi.’’

Vural Öger Almanya'nın en büyük seyahat acentelerinden birinin sahibi.

Bir turizm devi.

Ne diyor?

‘‘Almanya'da belli faktörleri biraraya getirdiğiniz zaman kimse önünüzü kesemez. Torpil sözcüğünün Almanca karşılığını bilmiyorum.’’

Avrupa Parlamentosu milletvekili Ozan Ceyhun hepsinden heyecanlı, Türkiye'deki meslekdaşlarına serzenişte bulunuyor.

‘‘Almanya'da milletvekili olmak, trafik polisine ‘sen benim kim olduğumu biliyor musun' demek hakkını vermiyor. Takipçilik yok. Meclis salonlarında sosis kızartmak yok. Protokolde yerim generallerin önünde.’’

Depremden sonra ziyaret ettiği Gölcük’te, depremzedeler ‘‘Bizim milletvekillere ulaşamıyoruz. Siz onlarla görüşürseniz durumumuzu anlatın’’ diye ricada bulunmuşlar.

‘‘Almanya'da milletvekili olarak bırakın halkın derdine kulak vermemeyi, e-maillere cevap vermemek bile haddime düşmez’’ diyor.

Dünyanın sayılı iktisatçılarından, Colorado Üniversitesi öğretim görevlilerinden Profesör Naci Mocan'a göre, ABD'deki sistem başarılı olanı mutlaka ödüllendiriyor.

Mocan eğitimin üzerinde ısrarlı duruyor.

‘‘Türkiye'de eğitime ayrılan para kişi başına 75 dolar arttığı takdirde milli gelirde 260 dolarlık bir artış olabilecek.’’

Orkestra Şefi Gürer Aykal, Ankara'da aldığı eğitimi ABD'de pekiştirmiş.

‘‘Başarı için çalışmak çok çalışmak gerek. Heyecanını kaybetmemek. Bu gece konserim var ve karnımda kelebekler uçuşuyor.’’

Dünyanın sayısız şehirlerinde konserler vermiş, ‘‘Maestro, Türkler çok iyi müzisyen’’ iltifatları almış olsa da hayatının en zor sınavını burada, Nemrut Dağı'nda vermiş. Çünkü gelenler ilk kez bir klasik müzik konseri dinlemeye gelen yerel halkmış.

‘‘Gece ısının 15 derece düştüğünü bildiklerinden sırtlarında battaniyeleriyle geldiler. Vivaldi'yı sessiz dinlediler.’’

Konser sonrası gazeteciler bir köylüye sormuşlar ‘‘Dayı ne anladın bu müzikten’’ diye. Cevap şöyle ‘‘Ulvi sesler duyduk.’’

Gürer Aykal ‘‘Eminim Vivaldi hiçbir dinleyicisiyle böyle ilişki kurmamıştır’’ diyor.

Global Köyün Türkleri'ne kulak vermek eşsiz bir deneyimdi.


Chirac'ın foyası ortaya çıktı


Fransa'da başkanlık seçimlerine hazırlanan Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın programını sunduğu kitapçıktaki resmin sırrı çözüldü.

Kitapçığın kapağında, bronzlaşmış teni, gülümseyen yüzüyle Fransızların ellerini sıkan Chirac meğer yedi yıl önceki Chirac'mış.

Fransızların sürekli yaşından söz etmelerinden canı sıkılmış olacak ki, 1995 yılında yeni başkan seçildiği günlerde çekilen daha genç bir resmini kullanmakta beis görmemiş.


Sigarayı bırakın onlar süt içsin


Sütün faydalarını biliyorum elbet ama bir bardaktan sağlanan kalsiyumun 12 porsiyon ıspanağa bedel olduğunu öğrenmek için meğer Diyarbakır'a gitmek gerekiyormuş.

Aileden sorumlu Devlet Bakanı Hasan Gemici ile birlikte Fatin İlköğretim Okulu geziyoruz. Bakanın himayesindeki ‘‘okul sütü’’ programını yerinde göreceğiz.

2. sınıf çocuklarına küçük karton kutulardaki sütler dağıtılıyor.

Bakan soruyor: ‘‘Süt ne işe yarar?’’

Parmaklar havada, cevaplar hazır.

‘‘Süt kemiklerimizi güçlendirir.’’

‘‘Büyümemizi sağlar.’’

Diyarbakır'ın kavruk çocukları büyüme telaşında.

İşte bu yüzden süt kutuları aceleyle kafalara dikiliyor. İlk bitiren yüzünde geniş bir gülümseme, boş kutuyu bakanın önüne bırakıyor.

Bakan Gemici'nin ‘‘okul sütü’’ projesine göre bu yıl 1 milyon öğrenciye süt dağıtılacak. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Teşvik Fonu'nun geliştirdiği projenin maliyeti 14.7 trilyon lira.

Bakan önümüzdeki yıl bu programdan iki milyon çocuğun yararlanmasını istiyor. Bunun için toplumun desteğine ihtiyacı var.

Şöyle bir hesap yapıyor: ‘‘Bir çocuğun bir aylık süt masrafı 3 milyon 600 lira. Yani iki yabancı paket sigara parası.’’

Sigara içenler de, içmeyenler de gelin birlikte Gemici'yi destekleyelim.
Yazının Devamını Oku

Biz zaten Avrupa'yız

29 Mart 2002
<B>TÜRKİYE</B>'nin önüne Cumhuriyet'in<B> </B>100. yıldönümünü yani 2023 yılını hedef koyan, iki günlük <B>Forum İstanbul </B>toplantılarıyla ilgili hemen hemen her şey yazıldı, çizildi galiba.<br> Bir iki şey ilave etmek istiyorum.

İlk gün sabahtan akşama, ikinci gün ise ancak öğleye kadar izleyebildiğim Forum İstanbul'da, Türkiye'nin hem geçmişine, hem geleceğine yolculuklar son derece keyifli.

Çocukluğunun bir bölümünü İstanbul'da geçiren İngiliz asıllı araştırmacı, yazar Andrew Mango, kendi deneyimlerini de aktararak Türkiye'nin nasıl bir değişimden geçtiğini anlatıyor.

Aynı zamanda rehberlik yapan 75'lik Mango, zamanında Anadolu'yu adım adım gezmiş. ‘‘O zaman gezdiğim ve şimdi gördüğüm Anadolu şehirleri arasında dağlar kadar fark var’’ diyor.

Türkiye'nin Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana önemli bir yol katettiğini, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris de vurguluyor: ‘‘21. yüzyılın başında Türkiye hiç kuşku yok ki geçen yüzyıla göre, daha sağlam bir yerde, daha güçlü’’ diyor.

Parris'ten bir gün sonra konuşan Harvard Üniversitesi'nden Profesör Benjamin Friedman da benzer şeyler söylüyor. Amerikan deneyimi gibi bir ‘‘Türkiye deneyimi’’nden söz edildiğini söylüyor.

Sözü buraya getirmek istiyorum: Türkiye'ye dışardan bakınca Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana epey yol aldığımız daha bariz bir şekilde görülüyor.

Yani Forum İstanbul'un yabancı katılımcılarından geleceğimize yönelik iyimser bir elektrik aldığımızı rahatlıkla söyleyebilirim.

Bu bir.

İkinci önemli mesaj: Ne olursa olsun yerimizin AB'nin yanında.

Parris de açıkça söylüyor bunu: ‘‘Dostunuz ABD, aileniz Avrupa Birliği.’’

2023 hedefleri, yani istikrarlı büyüme, hukuksal ve idari altyapının çağdaşlaştırılması, fırsat eşitliği AB vizyonuyla örtüşüyor.

Harvard Üniversitesi'nden Profesör Dani Rodrik, bakın AB vizyonunu küreselleşmeyle nasıl bağdaştırıyor.

‘‘Türkiye globalleşmenin neresinde’’ sorusunu ortaya atarken yanıtını da kendisi veriyor: ‘‘Kanımca yanyana iki tip küreselleşme ortaya çıkacak. Vahşi küreselleşme ve uygarlaşmış küreselleşme. Türkiye uygar bir küreselleşme istiyorsa tek yol AB ile bütünleşmesidir.’’

Forum İstanbul
'un önemli bir bölümünde tartışılan AB ile ilgili, en hoş görüşlerden birini de Öger Holding Yönetim Kurulu Başkanı işadamı Vural Öger'den duyuyorum.

Öger, aynı panelde yer aldığı Fatih Terim'e dönüp ‘‘Maçlarda Avrupa, Avrupa duy sesimizi diye bağırmaya gerek yok. Çünkü zaten biz Avrupa'yız.’’

Ecevit'i kim yanlış yönlendiriyor?

FORUM İstanbul toplantılarının ikinci gününe katılan Başbakan Bülent Ecevit, ekonomideki son durumu özetlerken yabancı sermayeye de değiniyor.

‘‘Yabancı yatırımcının 40 kapı çalmasını engelleyeceğiz’’ diyen Ecevit konuşmasında 9 Ocak'ta çıkarttıkları yasayı özellikle vurguluyor:‘‘Endüstri Bölgeleri Yasası.’’

Ancak, Ecevit'in konuşmasından sonra sohbet ettiğim bazı yetkililer, Başbakanının sadece ‘‘Endüstri Bölgeleri Yasası’’ndan söz etmesinden son derece rahatsız.

‘‘Başbakan yabancı yatırım konusunda yanlış yönlendiriliyor. Dünya Bankası, Hazine ve özel sektör bu yasaya özellikle karşı. Hükümetin yabancı sermayeyi çekmek için reform çalışmaları devam ederken, bu yasanın sürekli vurgulanması dikkat çekecek kadar tuhaf bir durum. Neredeyse bir komplo’’ sözlerini işitiyorum.

9 Ocak'ta çoğu milletvekillerinin itirazlarına rağmen onaylanan yasa kulislerde dolaşan haberlere göre Başbakanlık'ta hazırlanmış. İddialara bakılırsa, yasanın arkasındaki kişi Hüsamettin Özkan.

Peki bu yasa neyi sağlayacak.

‘‘Endüstri Bölgeleri Yasası'yla yatırımcıya arazi tahsis edilmesi kolaylaşacak.’’

Bu duyduklarım, Ankara'da yabancı sermayeyi çekmek için sürdürülen çalışmaların karanlık yüzü.

Daha aydınlık yüzüne gelince. Yabancı yatırımın yolunu açmak için 1,5 yıldan beri sürdürülen çalışmalar 18 Temmuz'da meyvesini veriyor.

O tarihte İstanbul veya Ankara'da Bill Gates düzeyinde büyük patronların katılacağı ‘‘Yatırımcı Konseyi’’ toplanıyor. Toplantının başkanlığını da Dünya Bankası Başkanı James Wolfensohn yapıyor.

Ecevit bari bu müjdeyi verseydi.

Sütünüzü içtiniz mi?

24 saat içerisinde, İstanbul'da 2023'e sanal bir yolculuğa çıkıp ardından Diyarbakır'da Fatih İlköğretim Okulu'nda ‘Okul Sütü’ projesini görmek müthiş bir duygu. 2023 hedefi, uzun soluklu bir koşuysa, ‘Okul Sütü’ meyvelerini bir kaç yıl içerisinde alabileceğimiz bir proje. Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin himayesinde Sosyal Yardımlaşma ve Teşvik Fonuyla geliştirilen, ‘Okul Sütü’ programının sponsoru, İzmir'de karton ambalaj fabrikası olan İsveç Tetra Pak şirketi. Amaç bu öğretim yılında 1 milyon çocuğa her gün süt içirmek. Küçük bir parantez Türkiye'de süt tüketimi kişi başına 24 litre. Avrupa'da 94 litre.

Program şimdilik dört ilde, İstanbul, İzmir, Ankara, Diyarbakır'da 969 okulu kapsayacak. Gemici'nin hedefi önümüzdeki yıl öğrenci sayısını 2 milyona çıkartmak.

Hatta bunun için, ‘Süt Havuzu’ diye de geniş kapsamlı bir proje tasarlıyor. ‘Okul Sütü’ programının çeşitli boyutları var. Program uygulandığından beri devamsızlıkta düşüş kaydedilmiş. Aileler beslenme saatini kaçırmak istemiyorlar. Süt hayvancılığı canlanmış. Çünkü 1 milyon çocuğa 250 bin litre süt gerekiyor.

Tetra Pak'a gelince, Genel Müdür Jan Hildingstam benzer bir projeyi daha önce Pakistan'da desteklemiş. ‘‘Şirketimiz Türkiye'deki projeye ilelebet sponsorluk yapabilir’’ diyor.
Yazının Devamını Oku