24 Mart 2002
ABD Başkan Yardımcısı <B>Cheney</B>'nin Ankara ziyaretini günlerce konuştuk. Irak konusunda verdiği mesaj iyimser miydi?
Yoksa yanlış mı anlaşılmıştı? Afganistan'daki rolümüzün karşılığı ne olacaktı?
Bizim Cheney'in gezisi münasebetiyle günlerdir tartıştığımız, ABD'nin Irak, Afganistan, Ortadoğu politikasını Avrupa kaygıyla izliyor.
Evet... Başta Fransa olmak üzere Avrupa, ABD'nin bu ‘‘dediği dedik’’politikasından son derece rahatsız.
Fransızlar ABD'ye ‘‘süpergüç’’ yerine ‘‘hipergüç’’ adını takmışlar.
Çağdaş tarihte benzerine rastlanmayacak bir askeri üstünlüğe sahip ABD, Bush yönetiminin iş başına geçmesiyle birlikte dünya haritasını yeniden çizmeye ve çıkarlarına göre davranmaya kesinlikle kararlı görünüyor.
Bu her alanda böyle.
Pentagon daha geçenlerde nükleer silahları yeniden programa alacaklarını açıklamadı mı? Binbir zahmetle imzalanan o anti-nükleer antlaşmalar bir anda anlamsızlaşmadı mı?
Dünyayı en fazla kirleten ülke olduğu halde çevrenin korunmasıyla ilgili Kyoto protokolünü de sanayicisini korumak maksadıyla imzalamadığını biliyoruz.
Bush, Kyoto'yu imzalamasını rica eden Avrupalı liderlere şöyle demiş: ‘‘ABD'nin çıkarlarına aykırı olduğu için imzalamam. Büyük miktarda enerji tüketimi bizim yaşam tarzımızın bir parçası ve Amerikan yaşam tarzı kutsaldır...’’
Buyrun buna ne diyeceksiniz?...
Tüm dünyanın geleceği söz konusu iken, ‘‘Amerikan yaşam tarzının kutsal olduğunu’’ söyleyen bir başkana kim söz geçirebilir?
Bu arada küçük bir parantez. ABD'nin çıkarlarıyla, sayın başkanın çıkarları da bir yerde kesişiyor galiba.
Çünkü Wall Street Gazetesi'nin iddiasına göre, Başkan Bush'un iki hafta önce ithal çelik ürünlerinde gümrük bedelini yüzde 30 oranında arttırmasının nedeni, çelik üreten Pennsylvania, West Virginia gibi eyaletlerde Cumhuriyetçi oyları arttırmakmış.
Fransız Nouvel Observateur dergisine bakılırsa, Washington yeniden biçimlendirmeye giriştiği dünya düzeninde şöyle bir görev dağılımı yapmış: ‘‘Biz savaşıyoruz, BM besliyor, Avrupa da yeniden yapılandırıyor.’’
Dergiye göre, halen Afganistan'da aynen bu formül uygulanıyor.
Amerikalılar bir bilimkurgu savaşı sürdürürken, Avrupalılara pirinç torbalarını taşımak ve mayınları temizlemek işi düşüyor.
Savaşan bir ülke ne yapar?
Elbet savunma bütçesini arttırır.
ABD'nin önümüzdeki yıl için savunma bütçesi 379 milyar dolar.
Bu rakam, Çin, Japonya, Rusya dahil dünyanın önde gelen savunma harcamalarını yapan 15 ülkenin toplam bütçelerinin de üzerinde.
Böylesine bir dengesizlik çağdaş tarihte ilk kez oluyormuş.
Tablo böyle iken, Cheney tartışmaları ne kadar anlamsızlaşıyor değil mi?
Bin Ladin'in yoğurdu
Amerikalıların galiba artık aramaktan vazgeçtikleri, Afganistan dağlarında kayıp Usame Bin Ladin'in dört karısından bir tanesi geçenlerde Londra'da yayınlanan El Mecelle dergisine konuşmuş.
Adının baş harflarını A. S diye veren kadının nerede, ne zaman konuştuğu belli değil. Kadının anlattıklarına göre, Bin Ladin'in karılarından ikisi Kandahar, biri Kabil, dördüncüsü de Tora Bora dağlarındaymış.
Usame Bin Ladin, A.S'yi ziyarete geldiğinde, eve geç gelip saatlerce yatağında yalnız uzanırmış. Karısı kendisiyle konuşmaya kalkıştığı takdirde öfkelenir, soru sorulmasını istemezmiş. En fazla da ekmeği, balı, hurmayı ve yoğurdu severmiş.
Kadın sesi okyanusta damla
Bir yanda 379 milyar dolarlık bir savunma bütçesi, diğer yanda dünya barışı için çırpınan kadınlar.
Kadınların barışı konuştukları toplantıların bir tanesi de haftasonunda İstanbul'da, tarihi Pera Palas Oteli'nde ‘‘Kadınlar, Barış ve Güvenlik’’ başlığı altında yapıldı.
Ka-Der'in işbirliğiyle Uluslararası Demokrasi Enstitüsü'nün düzenlediği toplantının konuşmacıları Güney Doğu Avrupalı kadın parlamenterlerdi.
Toplantının açılış konuşmasını yapan Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in, barışın sağlanmasında kadının işlevi üzerinde dururken bakın ne dedi:
‘‘Kadın hayatı kendi bünyesinde geliştiriyor, büyütüyor ve hayata katıyor. Bu yüzden hayatı koruma içgüdüsüne sahip. Çocuğunu daha iyi, barışçı bir ortamda büyütmek kadının öncelikli hedefi.’’
Kadınların ‘‘hayatı koruma içgüdülerinin’’ barışa katkısını sağlamanın bir yolu da siyasetten geçiyor. Afganistan'a asker göndermek, Irak'a müdahale gibi kararları erkekler aldığına göre, parlamentolarda ‘‘hayatı koruma içgüdüsüyle’’ onların karşılarında yer almak şart.
Hele Türkiye'de...
Çünkü görebildiğim kadarıyla, İstanbul'daki konferansa katılan 12 ülke arasında, yüzde 4.2 ile Türkiye kadın parlamenter oranı en düşük ülke. Bulgaristan'da bu oran yüzde 26.2.
ABD ile ilgili yukarıda çizdiğim tabloya bakınca kadınların sesleri şimdilik okyanusta bir damla gibi görünüyor.
Ama inanıyorum ki ‘‘şimdilik.’’
Yazının Devamını Oku 
22 Mart 2002
<B>İSTANBUL</B> ve Çanakkale boğazlarından yılda yaklaşık 50 bin gemi geçiyor.<br> İstanbul'un üzerinde Demokles'in Kılıcı gibi sallanan deniz kazalarını hadi şimdilik bir yana bıkalım...
Peki bu gemilerin sıvı ve katı atıkları ne olacak?
Atıkları Marmara'nın sularına bırakmak gemi kaptanlarının insafına kalmış.
Vicdanlı kaptan ne yapıyor?
Ya Türkiye Denizcilik İşletmeleri'nin atık arıtma tesislerine yanaşıyor ya da işletmelere bağlı iki taşeron gemiye atıklarını boşaltıyor.
Doğal olarak 50 bin gemiye sadece bunlar hizmet veremeyeceği için devreye kaçak hizmet sunan şirketler de giriyor.
Bunların aldıkları sıvı atıkları ne yaptıkları ise meçhul.
Denetim olmadığı için tekrar denize dökmeleri işten bile değil...
Şimdi sıkı durun esas habere geçiyorum.
Türkiye'nin elinde, hem atık toplayan, hem atıkları ayrıştıran ve geriye kazandıran dünyadaki 5 ekolojik gemiden bir tanesi var... Ama ne yazık ki bundan gerektiği gibi yararlanamıyor.
Geminin adı BSEC Marmara-1. (BSEC, Karadeniz Ekonomik İşbirliği anlamında.)
Ukrayna Çevrecilik Akademisi profesörlerinden İgor Reşetnikov tarafından tasarlanan gemi 1998 yılından beri İzmit'te.
Belediye Başkanı Sefa Sirmen'in girişimiyle İzmit'e getirilen gemi, halen ‘‘İzmit Atık ve Atıkları Arıtma, Yakma ve Değerlendirme Anonim Şirketi) kısa adıyla İzaydaş tarafından işletiliyor.
Geminin arıtma kapasitesi günde 500 ton.
Peki kapasitesini kullanıyor mu?
Hayır...
Profesör İgor Reşetnikov, ‘‘Ne yazık ki, kapasitemizin çok altında çalışıyoruz. Düşünün ki BSEC Marmara-1 Ege, Karadeniz ve Akdeniz'in tek ekolojik gemisi ama İzmit'e demirli olduğu için işlevini tam olarak yerine getiremiyor’’ diyor. Projesine öylesine gönül vermiş ki, geminin peşinden Türkiye'ye gelmiş buraya yerleşmiş.
Mesele esasında basit. İzmit, Boğaz trafiğinden hayli uzakta. Yani geminin tam kapasitesini kullanması ve para kazanması için İstanbul'a getirttilmesi gerek.
Marmara Boğazlar ve Belediyeler Birliği'nin Genel Sekreteri Fikret Toksöz, ‘‘Gemi İstanbul için son derece yararlı keşke elimizde onun gibi birkaç gemi olsaydı’’ diyor.
Profesör Reşetnikov, derdini anlatmak için Vali Erol Çakır ile de görüşmüş.
Vali Çakır, geminin Ahırkapı açıklarına getirilmesine sıcak bakmış ve bu konuda Çevre Bakanlığı İl Müdürlüğü'nden bir rapor istemiş.
Görüşme kasım ayında gerçekleşmiş... Henüz bir gelişme yok.
Çevre Müdürlüğü ne diyor?
VALİ Erol Çakır'ın BSEC Marmara-1'in İstanbul'a getirtilmesi için rapor istediği İl Çevre Müdürü Yavuz Çengel telefonda önce ‘‘bu gemiye ayrıcalık tanıyamalız’’ diyor.
Ayrıcalık tanıyamayız dediği dünyadaki 5 ekolojik gemiden biri.
Parantez açalım: Diğerleri Hollanda, Finlandiya, Almanya ve Japonya'ya ait.
Ayrıca kime karşı ayrıcalık onu da anlamış değilim. Çünkü yukarıda değindiğim gibi atık toplama işinin büyük bir kısmını zaten korsan çalışan gemiler yapıyor.BSEC Marmara-1'in en büyük özelliği de atıkları işlemesi. Türkiye'de bu işi bir tek o yapıyor, bir de Türkiye Denizcilik İşletmeleri.
Çengel karşı karşıya konuştuğumuzda, ‘‘Geminin İstanbul'da çalışması için yasal engel yok’’ diyor. Geminin lisansı var, Türk bayrağı çekilmiş.
Çengel'e göre ‘‘ortam oluşamadığı için İstanbul'da çalışamıyor.’’
Ortamın oluşması ne demek?
Çengel şöyle izah ediyor: ‘‘Atıkların toplanması için uluslararası standartlarda bir kontrol mekanizması oluşturmak gerek. Bunun üzerinde çalışıyoruz.’’
Çengel'in sözünü ettiği kontrol mekanizması ne zaman devreye girer bilemem. Bu arada Marmara'nın suları gelişigüzel toplanan atıklar nedeniyle sürekli kirleniyor. BSEC Marmara-1 ise İzmit'te ‘‘iş’’ bekliyor.
Çengel'den öğrendiğime göre, denizle ilgili kararlarda Valilikten, Belediyelere, sahil güvenlikten, liman ve gümrük yetkililerine kadar 10 kurum söz sahibiymiş.
Sanıyorum işte bu yüzden göz göre göre, hem Marmara Denizi'ni, hem müthiş para kaybediyoruz.
Çünkü yine Çengel'in dediğine göre, Boğazlardan geçen gemilerden atık toplama, sintine temizleme, atıkları işleme gibi işlemlerden yılda 50 trilyon kazanabilirmişiz...
Armani İstanbul'a geliyor
GEÇTİĞİMİZ yıl İstanbul'da 1.5 milyon dolarlık yatırımla, mutfak ve banyoların sergilendiği Moda Bagno mağazasını açan Yunanlı işadamı Nikos Varveris ikinci dükkanını açmaya hazırlanıyor.
Varveris'in ortağı ise ünlü modacı Giorgio Armani.
Armani'nin ev dekorasyonuyla ilgili tasarımlarının satıldığı Armani Casa'nın İstanbul şubesi önümüzdeki pazartesi günü hizmete girecek.
İstanbul'daki Armani Casa 300 metrekarelik bir alana yayılıyor ve 700 bin dolara malolmuş. Benzerlerine Milano, Paris, New York, Los Angeles ve Atina'da rastlamak mümkün.
Küçük bir sürpriz: Varveris, Armani Casa'nin açılışı için ünlü modacının İstanbul'a gelmesini bekliyor.
Yazının Devamını Oku 
17 Mart 2002
Masmavi bir gökyüzünün altında önce karlı dağlar, ardından boz tepeler. Boz renkli olmasalar kendinizi çölde sanacaksınız.
En önde de, ılık havaya asla kanmayarak kıymetli tomurcuklarını kendilerine saklayan üç çıplak ağaç.
Dönüp, dönüp bu fotoğrafa bakıyorum.
Ermenistan'a dört günlük gezi sırasında üç makara film çekmişim.
7. yüzyıldan kalma Horvirap Kilisesi'ndeki düğün, Vernisaj Pazarı'nda satıcılar, meyhanede dans edenlerden ziyade Ermenistan aklımda üç çıplak ağaçlı resim olarak kalmış.
Öylesine kurak, öylesine yoksul.
Ermenistan'a gezinin amacı Ermeni kadınlarla birlikte 8 Mart'ı kutlamaktı.
Gerçekten de dört günün büyük bir bölümünü bizi ağırlayan Kafkas Kadın Diyaloğu Birliği'nin düzenlediği toplantılarla geçiriyoruz.
Gazeteci, işkadını ve STK temsilcilerinden oluşan küçük grubumuz içtenlikle ağırlanıyor.
İlişkiler sıcak olmasına sıcak ama ‘‘omuzlarımızda tarihi sorunlar yükü’’ pek sık hatırlatılıyor.
Peki ‘‘tarihi sorunları’’ bir kenara itip birlikte geleceğe bakmak mümkün mü?
Dört günlük izlenimlerimi sorarsanız bu iş zor.
Zor çünkü sokaktaki halk değil ama Ermeni aydınların kafasında tarihi hesaplaşmanın gerekliliği iyice yer etmiş.
‘‘Geçmişteki olayları tarihçileri bırakalım’’ dediğimizde cevap şöyle: ‘‘Tarihte olup bitenleri asla tartışmayız.’’
Erivan Devlet Üniversitesi Türkoloji Bölümü Başkanı Aleksander Safaryan Ortaçağ Türk edebiyatı uzmanı.
Mevlána, Yunus Emre hakkında kitaplar yazmış.
Grubumuz üniversitenin köhne amfisinde toplandığında kürsüye çıkıyor ve ‘‘Geçmişi yargılamadan ileriye gidemeyiz. Türkiye'nin ahlaksal bir sorumluluğu var’’ diyor.
Oysa Ermenistan'ın en kutsal yeri Ecmiadzin'de Gayane Kilisesi'nde karşılaştığımız Azeri kökenli papaz ne kadar farklı düşünüyor.
Bizi tek tek sevgiyle kucaklayıp, kutsayan papaz Gurgen Aşuryan ‘‘Siyaseti bir yana bırakalım, damarlarımızda akan kan bir, halklarımız dost. Barış siz kadınlar sayesinde olacak çünkü siz hayat verdiğiniz için hayatın ne kadar kıymetli olduğunu biliyorsunuz’’ diyor.
Ya meyhanede karşılaştığımız dermatolog Vladimir Adamyan.
Adapazarı depreminden sonra Türkiye'ye gelip, çalışmış.
Kabına sığamayan cinsten. Üç, dört saat boyunca hiç yorulmadan dansediyor. Arada bir gelip, birimizi dansa kaldırıyor. Ayrılırken teker teker öpüyor.
Ermenistan'ın bugünkü nüfusu sadece 1 milyon 700 bin.
Bağımsızlığını ilan ettiği 1991 yılından bu yana 2 milyon kişi yurtdışında çalışmak için ülkeyi terketmiş. Türkiye'de 40 ila 50 bin Ermeni'nin olduğu söyleniyor.
Kalanların pek çoğu da, had safhadaki işsizlik nedeniyle ya kendi mesleğinin dışında birşeyler yapıyor ya da ek işler.
Mesela Vernisaj Pazarı'nda kurumuş çiçeklerden tablo yapan Hermine esas mesleğini sorduğumda ‘‘makine mühendisi’’ diyor.
Erivan Havaalanı'nda Abhazya'dan gelen mimozalarla karşılanıyoruz.
Orada bir komşu var uzakta...
Camara: Türkiye'nin AB'ye alınmaması trajedi olur
TÜSİAD, Barselona Zirvesi sırasında İspanya Başbakanı Aznar'a AB üyeliği için baskı yaparken, İstanbul'da GYİAD önceki gün İspanya'nın Türkiye Büyükelçisi Manuel de la Camara'yı ağırladı.
Feriye Lokantası'ndaki öğle yemeğinde dinlediğimiz Manuel de la Camara, Madrid'in Türkiye'nin üyeliği için büyük çaba harcadığını belirterek ‘‘Türkiye'nin üyeliğe alınmaması büyük bir trajedi olur’’ diyor.
Avrupa'nın AB'ye üye olmuş, istikrarlı, ekonomisi güçlü bir Türkiye'den büyük çıkar sağlayacağını belirten İspanyol elçisi, ‘‘Üyeliği başardığınız takdirde ödülü çok büyük’’ demeyi de ihmal etmiyor.
Daha sonra kendi ülkesinin AB serüvenini anlatan elçi, İspanya'nın 17 ila 18 yıl içersinde büyük bir değişimden geçtiğini söylüylor ve ‘‘Türk halkının bu değişime hazır olduğuna inanıyorum’’ diyor.
AB üyeliğinin hükümranlık hakkıyla nasıl bağdaşabileceği sorusu üzerine ‘‘Hükümranlık göreceli bir olgu. Meselá tüm kararlar Washington'dan çıkıyor ama ABD başkanını biz seçmiyoruz’’ cevabını veriyor.
Udi Hrant'ın 100. doğum yılı
Ermenistan'a gezimizin sponsorlarından olan Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi, bestekar Udi Hrant'ın 100'üncü doğum yılı nedeniyle 23 Mart günü Boğaziçi'nde bir konser düzenliyor. Lalezar Grubuyla richard Hagopian'ın Klasik Türk Musikisi Konseri, saat 20'de Boğaziçi Üniversitesi Kültür Merkezi Büyük salonu'nda. İlgilenenlere duyurulur.
Yazının Devamını Oku 
15 Mart 2002
<B>BENİM</B> gibi zeytinyağı tutkunu iseniz, son zamanlarda market raflarında Tariş markasının ne kadar çoğaldığını ve çeşitlendiğini mutlaka farketmişsinizdir.<br> Nitekim elimdeki verilere göre, Tariş zeytinyağının Türkiye genelinde marketlerdeki payı, eylül ayında yüzde 19.9'dan aralık ayında yüzde 28.9'a fırlamış.
87 yıllık bir geçmişi olan Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliği'nin gözle görülür atılımının hikayesini dinlemek için dün İzmir yollarına düştük.
Tariş 1915'te kurulmuş. Bugün 100 bine yakın Egeli üretici ortağı var.
Kooperatif 2000 yılında özerkbir yapıya kavuşunca yeniden yapılanma projesini hayata geçiriyor.
Projenin başını Zeytin ve Zeytinyağı Birliği çekiyor.
Günümüzde atılım demek, pazarlama teknikleri demek elbet.
İşte bu yüzden bir yıl önce Tariş Zeytin A.Ş. kuruluyor ve başına Genel Müdür FatihCenikli ile birlikte profesyonel bir ekip getiriliyor.
Kooperatiflerin de kárlı ticari yapılara dönüşebileceğini kanıtlamak Tariş Zeytin A.Ş.'e düşüyor.
Tariş Zeytin A.Ş.'nin öncelikli hedefi iç piyasayı canlandırmak ama vizyonu Türkiye ile sınırlı değil.
Mesela zeytinyağını daha birkaç yıl önce keşfeden Japonya'ya geçtiğimiz günlerde önemli bir sevkiyat yapılmış.
Suşiyi dünyaya sevdiren Japonların, Akdeniz mutfağı ve dolayısıyla zeytinyağıyla tanışmasında Tariş'in de önemli katkısı olacak kuşkusuz.
Tariş ürünleri ayrıca Norveç, Rusya, Güney Afrika'ya gönderilmiş. Tariş GenelMüdürü Cahit Çetin dün "Tariş'in bir kara delik olmadığını,Türk çiftçisinin dünyaya açılabiliceğini gösterdik" diyor.
Tariş, dünya markası olma yolunda internetin nimetlerinden de faydalanıyor.
Web sitesi www.tariszeytin.com.tr hem Türkçe, hem İngilizce hizmet veriyor.
Bu adresteki sanal mağazada, şişeleme, tasarım gibi farklılıklarıyla öne çıkan ürünler doğrudan tüketiciye pazarlanıyor.
Tariş Zeytin A.Ş., ayrıca bayilerle iletişimi de sanal ortamda sağlayabiliyor.
Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın ‘‘Zeytinyağı Araştırma Raporu’’na göre, zeytinyağında dünyadaki payımız yüzde 7.2.
İspanya, İtalya, Yunanistan'dan sonra dördüncüyüz.
Kimi zaman Tunus'tan sonra beşinci sıraya düşüyoruz.
Sıralamanın değişmesi için tek umut, üretim teknolojisini de modernleştiren Tariş'in bu atılımının uzun soluklu olması gibi görünüyor.
Hasan Tahsin'in kurşunu kadar önemli
TARİŞ Yönetim Kurulu Başkanı Cahit Çetin'e Tarişbank'ın akıbetini soruyoruz. Çetin, ‘‘Tarişbank'ın kurulması en az Hasan Tahsin'in kurşunu kadar önemlidir’’ diyor.
1913'te Osmanlı fermanıyla, çiftçiyi tüccar kredisinden kurtarmak için kurulan banka 9 Temmuz 2001'de fona devredilmiş. Son durum şöyle: BDDK, bankanın sermaye arttırmasını istiyor. Ancak, IMF programı çerçevesinde birliklerin sermaye aktarmaları mümkün değil. Yani, Tarişbank, BDDK ile Hazine arasında sıkışıp kalmış.
Peki Çözüm ne? Çetin, ‘‘Bir kültür mirası olan bankayı cami avlusuna bırakacak değiliz'' diyor.
Ortaya atılan çözümlerden biri bankaya ortak bulunması. Hollanda Rabbobank bir ara bankayla ilgilenmiş. Tariş'in önerisi ise ciroları 2.5 katrilyonu bulan Türkiye'deki 16 birliğin işlemlerini Tarişbank üzerinden geçirmeleri.
Bizim İzmir'de olduğumuz saatlerde Tariş Genel Müdürü Ayhan Özer Ankara'da bunları görüşüyordu.
Silk and Cashmere markası İsviçre'de
8 Mart'ın üzerinden tam bir hafta geçmiş olsa da, editörüm Vahap Munyar ‘‘Yine bir kadın hikayesi mi’’ diye bir kaşını yukarı kaldırsa da işkadını Ayşen Zamanpur'ın yeni bir başarısına değinmek istiyorum.
Ayşen Zamanpur, Silk and Cashmere markasını üreten Fabeks Dış Ticaret Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı.
Kaşmiri Türkiye'ye tanıtan markanın arkasındaki kadın.
Zamanpur, İsviçre'de üçüncü dükkanını açma heyecanı içersinde.
‘‘Dokuz yıldan beri İsviçre'deyiz. Silk and Cashmere markası artık tanındı. Bu yüzden bu ay sonunda üçüncü mağazamızı açıyoruz’’ diyor.
Daha önce Boğaziçi Üniversitesi, Uluslararası Girişimci Yarışması. NTV, Milli Produktivite Merkezi. Dünya Gazetesi, Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu'ndan ‘‘başarılı girişimci’’ ödülü alan Zamanpur, en son Rotary Klübünden aynı ödülü almış.
Merak ediyorsanız, Ayşen Zamanpur'un başarısının sırlarından bir tanesi de internet.
1997 yılından beri internet üzerinden satış yapan Silk and Cashmere'e Ekvator'dan Singapur'a hediye siparişi geliyormuş.
Yazının Devamını Oku 
10 Mart 2002
<B>FRANSA </B>ne zamandır başkanlık seçimleriyle yatıp kalkıyor. Seçimler iki turda yapılıyor. İlk tur 21 Nisan'da, ikincisi 5 Mayıs'ta.
En güçlü iki aday, tahmin edebileceğiniz gibi Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile Başbakan Lionel Jospin.
Okuduklarıma bakılırsa Fransız seçmen durumdan hiç hoşnut değil.
Bizim de yakından bildiğimiz şu meşhur ‘‘neden etrafta başka lider yok’’ sıkıntısı yakalarına yapışmış.
Kamuoyu yoklamalarında kimi zaman Chirac önde, kimi zaman Jospin.
Aralarında üç, dört puanlık bir fark var.
Jospin daha mahçup.
Seçim alanında nutuk atmaktansa, görüşlerini ‘‘Cevap Verme Zamanı’’ adındaki kitabında açıklıyor.
Kitap seçim kampanyasının en kızıştığı bir sırada piyasada.
Türkiye'de de best-seller olan ‘‘Aşkın Ömrü Üç yıldır’’ kitabının yazarı Frederic Beigbeder her iki adaya da ateş püskürüyor.
‘‘Fransa, seçmenlerin halen iktidarda olan iki politikacı arasında seçim yapmak zorunda olduğu dünyadaki tek demokratik ülke’’ diyor.
Hafızamı yokluyorum. Gerçekten öyle mi?
Yazar, 1995 yılında Chirac'a oy vermiş.
‘‘Toplumsal çatlak ile ilgileneceğini vaad eden bir sahtekára oyumu kaptırdım. Artık ona asla güvenmem.’’
Peki Beigbeder'in o pek kıymetli oyu kime gidecek?
Sıkı durun... Yazar olarak, para üzerine kurulu reklam dünyasını anlattığı ‘‘3.900 TL’’ kitabıyla ünlenen Frederic Beigbeder'in oyu, ‘‘Robin Hood'un son temsilcisi’’ diye tanımladığı Komünist Partisi lideri Robert Hue'ya.
Nedeni şöyle açıklıyor: ‘‘Şu tuhaf sakallı adam hálá insanın her türlü politikanın merkezine oturtulmasına inanıyor.’’
‘‘Üstelik Fransız Komünist Partisi, Stalin konusunda günah çıkarttı, öz eleştiri yaptı’’ diyen yazar ‘‘Bana gülünç bir ütopist gözüyle bakabilirsiniz olarak tanımlayabilirsiniz ama oyumu komünist Hue'ye vereceğim..’’
Beigbeder'in sözleri nedense aklıma, Habertürk'te izlediğim ODTÜ'lü gençlerle ilgili programı getirdi.
Hani şu üniversitedeki Mcdonald's'a kepenk indirtmekle övünen, Kemal Derviş'in konuşmasını kesen o TKP'li gençler.
Küba'daki sistemi savunurken zaman, zaman abartmış olabilirler ama onlar henüz 20 yaşlarında gencecik, idealist insanlar...
Ayrıca tutarlı bulduğum görüşlerinin pek çoğuna da katılıyorum.
Benim esas takıldığım, gençlerin karşısında ‘‘sizi gidi komünistler’’ diye tempo tutan, neyi, neden savunduğu anlaşılmayan Habertürk ekibiydi...
Avrupalı kadın parlamenterler İstabul'a geliyor
İSTANBUL önümüzdeki 22-23 Mart günleri önemli bir toplantıya ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.
Merkezi Strasburg'da olan Uluslararası Demokrasi Enstitüsü ve KADER'in (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği) Pera Palas'ta ortaklaşa düzenledikleri toplantı Güney Avrupalı kadın parlamenterleri biraraya getirecek.
Toplantının konusu ‘‘Çatışmaların Önlenmesinde ve Çözümünde Kadınların Rolü’
Dünyada halen süregelmekte olan çatışmalara pek de uzak bir noktada olmayan İstanbul'daki toplantı umarım verimli geçer.
Karayalçın, Gonzalez'ten esinlenmiş
İŞADAMI Şarık Tara'nın yemekli fikir toplantılarının önceki geceki konuğu eski Ankara Belediye Başkanı, eski SHP Genel başkanı ve eski Başbakan yardımcısı Murat Karayalçın'dı.
Konuşmasında solda yeni bir parti kuracağının işaretini veren Karayalçın, Avrupa Birliği vizyonuna da değiniyor.
AB konusunda, eski İspanya Başbakanı Felipe Gonzalez'ın 21. Sosyalist Enternasyonel'de sunduğu raporu kendilerine örnek aldıklarını söylüyor.
Gonzalez, bu raporda, AB'yi küreselleşmenin bir enstrümanı olarak değil koruyucu kalkanı olarak gördüğünü söylemiş. İkinci önemli nokta, ulus devletin yetkilerinin önemli bölümünü yerel yönetimlere devretmesi gerektiğinin üzerinde durmuş. ‘‘İyi yönetişim’’ sürecinin ancak bu durumda ortaya çıktığını vurgulamış.
Karayalçın, ‘‘AB vizyonumuz, Gonzalez'ın sözünü ettiğim raporu doğrultusunda’’ diyor.
Yazının Devamını Oku 
8 Mart 2002
<B>AVRUPA</B> Parlamentosu'nun Ermeni raporunu benimsemesinden sonra Ankara ile Erivan arasında ortaya çıkan yeni gerginliği bu kez kadınlar yumuşatacak.<br> Çünkü bugün İstanbul'dan Erivan'a yola çıkan bir grup Türk kadını, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü Ermeni kadınlarla birlikte kutlayacak.
Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi tarafından organize edilen geziye kimler katılıyor?
İş kadınları, aralarında benim de olduğum gazeteciler, STK temsilcileri.
Programda, mecliste Ermeni kadın milletvekilleriyle tanışma, Erivan Devlet Üniversitesi'nde öğretim görevileriyle ve Ermeni Kadınlar Birliği ile sohbet var.
Amaç elbet, iki ülke arasında diyaloğa doğru bir adım daha atmak.
Zaten Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi'nin, Türkiye ve Avrasya koordinatörü Şule Kılıçaslan gönderdiği davet mektubunda bakın ne diyor:
‘‘Biz genç Türk kadınları, 8 Mart'ı Ermenistan'daki dostlarımızla kutlayarak, kendimiz ve çocuklarımız için daha yaşanabilir bir dünya yaratmak ve bölgede barış istediğimizi kanıtlamak istiyoruz.’’
Ancak gezinin ilginç bir boyutu daha var.
Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi'nin Erivan'daki eş başkanı Arsen Gazaryan, geziye katılan Türk iş kadınlarına Ermenistan'daki iş olanakları için bazı randevular ayarlamış.
Geçen yıl İstanbul'da sohbet fırsatı bulduğum Gazaryan, iki ülke arasında ticari ilişkilerin geleceğiyle ilgili hayli ümitli. Sınır açıldığı takdirde, Ermenistan ile Türkiye arasındaki ticaret potansiyelinin 1 milyarı bulabileceğini söylemişti.
Türk kadınları grubunda olan İstanbul Ticaret Odası, Dış İlişkiler Temsilcisi Özlenen Sezer, kuşkusuz iş ilişkileriyle en fazla ilgilenen kişi. Çünkü duyduğumuza göre, İTO Başkanı Mehmet Yıldırım önümüzdeki aylarda Erivan'da bir fuar tasarlıyormuş.
Dice Kayek ile DuPont işbirliği
BİRİ modanın yüreğinin attığı Paris'te artık adını kabul ettirmiş bir modaevi, diğeri bilim devi ve modada vazgeçilmez hale gelen ‘‘lycra’’nın mucidi.
İstanbul'da bugün başlayan iki günlük tekstil fuarı İTSE'de ikisinin işbirliği damgası atıyor.
İTSE'nin sponsoru bilim devi DuPont, fuarda ‘‘trend alanlarını’’ belirleyecek olan ise Dice Kayek Modaevi.
Dice Kayek'in kurucularından Ayşe Ege ve DuPont Tekstil'in Pazarlama Müdürü Ebru Pirinçcioğlu ile sohbet ediyoruz. DuPont'nun lycra, tactel, supplex gibi ürünlerinin modada ne kadar önemli olduğunu öğreniyoruz.
DuPont, 2002 yılı için 170 milyon dolarlık araştırma bütçesiyle tekstil sanayinde bir numara.
Bu yüzden de moda dünyasıyla yakından ilgili.
Paris'teki Fashion Week'te Hüseyin Çağlayan, Atıl Kutoğlu gibi modacılarımızın sponsoru.
Ayşe Ege, Fashion Week'e yaklaşık sekiz yıldan beri katıldıklarını anlatıyor.
Yirmi dakikalık gösteri için aylardan beri hazırlandıklarını söylüyor.
İnanılmaz bütçelerden söz ediyor.
Meselá, Chanel'in bu moda haftasındaki gösteri için ayırdığı para tam bir milyon dolar.
Fransız hükümetinin modacılarına sağladığı destek ise ayrı bir konu.
Peki yıllardan beri kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, Japonya'dan sonra Şanghay'da da bir dükkan açmayı başaran Dice Kayek'in durumu ne?
İTKİB'in (İstanbul Tekstil ve Konfeksiyoncular Birliği) iki, üç yıldan beri devam eden sponsorluğu pek yakında bitmek üzere.
Ayşe Ege'ye moda dünyasında artık pek sık rastlanan ‘‘evliliği’’ düşünüp düşünmediklerini soruyorum.
‘‘Neden olmasın’’ diyor.
Yakın bir tarihte Dice Kayek İtalyanlarla evlenirse hiç şaşmam.
Ankara'nın ihmali bakın nelere yol açtı
MADEM bugün 8 Mart madem konuya kadın ve modayla girdik, öyle devam edelim.
Paris'te, her sergisi büyük gürültü kopartan bir ‘‘Moda ve Kostüm Müzesi’’, Galliera Müzesi var.
Duyduğuma göre, Paris'te birkaç yıl önce yapılan Kanuni Sergisi'nden pek etkilenen müzenin üç kadın yöneticisi, 2003 yılı sonu için ‘‘17. yüzyıldan günümüze Türk kostümleri’’ sergisi için kolları sıvıyorlar. Önce Ankara'ya resmi makamlara başvuruyorlar.
Ardından İstanbul'a gelip müze müze geziyorlar, dört gün boyunca çeşitli temaslarda bulunuyorlar ama ne yazık ki elleri boş Paris'e dönüyorlar.
Müzenin yöneticilerinden Sylvie Glaser-Chuard ile telefonla konuşuyorum.
‘‘Bu serginin mutlaka yapılmasını istiyoruz. Ama şimdilik ertelemek zorunda kaldık. Çünkü Türkiye'de kostüm uzmanlarıyla temas kuramadık ne yazık ki’’ diyor.
Kostümlerin çoğu zaten müzelerde değil, özel koleksiyonlardaymış.
Tanıtımımız için milyonlarca dolar harcadığımız dönemde böyle bir serginin bize nasıl büyük bir katkısı olacağını tasavvur ediyor musunuz?
Uzman bulunamadı diye böyle bir fırsatı kaçırmak yazık değil mi?
Yazının Devamını Oku 
3 Mart 2002
Birkaç günden beri cesur yürek<B> </B>İngrid Betancourt'a takılmamın nedeni belki<B> </B>Vivet Kanetti'nin bir solukta okunan, feminist manifesto niteliğindeki ‘‘Koş Süreyya Koş’’<B> </B>kitabı, belki birkaç gün sonra 8 Mart'ı kutlayacak olmamız. Kim İngrid Betancourt?
Öncelikle şunu belirteyim ki, Kolombiya'da değişim uğruna giriştiği mücadelede tüm erkek politikacıları yaya bırakmış olan bir siyasetçi.
Mayıs ayında Kolombiya'da yapılacak başkanlık seçimlerinin dört adayından biri. Önce milletvekili, sonra senatör seçilmiş.
Ayrıca ülkesinde her türlü kirlenmeye karşı bayrak açmış olan ‘‘Oksijen’’ Partisi'nin kurucusu.
Onunla ilk kez, bizzat kaleme aldığı ‘‘Yüreğimdeki Öfke’’ kitabıyla tanışıyorum.
Türkçe'ye çevrilmiş olan ‘‘Yüreğimdeki Öfke’’, İngrid Betancourt'un ikinci kitabı. İlki ‘‘Bilseydim’’ de, Kolombiya'nin eski cumhurbaşkanı Samper'in seçim kampanyasına nasıl kirli para bulaştığını araştırıyor.
40 yaşlarındaki İngrid Betancourt'un yaşamının büyük bir bölümü, babasının diplomatik kariyeri nedeniyle Paris'te geçmiş.
Evlerini sıkça ziyaret eden şair Pablo Neruda'dan, romancı Gabriel Garcia Marquez'den hep Kolombiya'yı dinlemiş.
Günün birinde ülkesine geri döndüğünde politikaya atılıyor.
Kolombiya, 38 yıldan beri iç şavaşla boğuşuyor.
Bir yanda kokain mafyası, diğer yanda gerilla grupları.
İngrid Betancourt mücadelede kararlı, ‘‘Yüreğimdeki Öfke’’ yoz politikacılara, kokain baronlarına açtığı savaşın hikayesi.
Suikast girişimleri, tehditler nedeniyle iki küçük çocuğundan ayrı kalması, hiçbir şey gözünü korkutmuyor.
Her konuşmasında ülkesindeki yoz düzeni eleştiriyor.
Kitabının son paragrafı şöyle: ‘‘Vardığım bu aşamada beni de öldürecekler mi? Benim ölümle ilişkim, ip cambazının ölümle ilişkisiyle aynı düzeyde: İkimiz de tehlikeli bir iş yapıyoruz, riskleri hesaplıyoruz, ama mükemmele varma aşkı korkunun üstesinden geliyor. Yaşamayı tutkuyla seviyorum, ölmek istemiyorum.
Kolombiya için yaptığım her şey, burada yaşlanmak mutluluğuna sahip olmak içindir. Burada bütün sevdiklerim için mutsuzluk korkusu duymadan yaşama hakkını kazanmak içindir.’’
Hayır... İngrid Betancourt henüz öldürülmedi.
Hafta başında, uyuşturucu kaçakçılığına bulaşmakla suçladığı, ülkenin önde gelen gerilla grubu Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri tarafından kaçırıldı.
Seçim kampanyasındaki yardımcısı Clara Rojas ile birlikte gerillaların elindeki San Vicente del Caguan yolunda arabasının önü kesildi.
Bir hafta geçti.
İngrid Betancourt'dan henüz bir haber yok.
1998 yılında reform sözüyle başkanlığını desteklediği, ancak sonradan diğerleri gibi ‘‘kof’’ çıkan Cumhurbaşkanı Andes Pastrana ne dedi?
‘‘Onu gerillaların burunlarının dibine gitmemesi için uyarmıştık.’’
UMBERTO ECO
Anılarım 1000 yıllık
20 yıl önce dünyada ‘‘Gülün Adı’’ romanıyla fırtınalar estiren Ortaçağ uzmanı, romancı Umberto Eco, Avrupa'da bugünlerde piyasaya çıkan ‘‘Baudolino’’ kitabıyla gündemde. Le Figaro'ya demecinde ‘‘O kadar çok anım var ki, sanki 1000 yaşındayım’’ diyor. Röportajın en fazla hoşuma giden bölümü yaşlılıkla ilgili sözleri: ‘‘Yaşlanmak, giderek daha fazla belirsiz görüşlere sahip olmaktır. Bugün üniversitede ders verirken 40 yaşımda olduğumdan daha fazla zorlanıyorum. Bu bilgelikten mi, yoksa damarlarımdan mı doğrusu bilmiyorum.’’
Yazının Devamını Oku 
1 Mart 2002
<B>YILAN </B>hikayesine dönen Ankara-İstanbul hızlı tren projesinde nihayet mutlu sona varıldı.<br> Ecevit, hafta başında ağırladığı İspanyol Savunma Bakanı Federico Trillo Figuero'ya, projeye ayrılan düşük faizli İspanyol kredisinin Hazine Müsteşarı Faik Öztrak tarafından onaylandığını iletti.
430 milyon Euro'luk (400 milyon dolar) İspanyol kredisiyle ilgili aylar önce görüştüğüm Hazine Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdürü Ersen Ekren kredinin sekiz projeye bölüştürüldüğünü ve hızlı trene yeterli miktarda para kalmadığını söylemişti.
O halde İspanyollar ek kredi mi verdi?
Soruyu İspanyol Elçi Manuel de la Camara yanıtlıyor: ‘‘Hayır ek kredi verilmedi. Sadece Hazine ile imzalanan yeni protokolde bazı teknik düzenlemeler yapıldı.’’
Zaten Hazine'nin internet sitesine girdiğinizde de yeni protokolde kredi miktarının aynı olduğunu görüyorsunuz: 200 milyon doları uygun koşullu hükümet kredisiyle, 200 milyon doları ihracat kredisinden oluşan toplam 400 milyon dolar.
Hazine ile pürüz halledildiğine göre proje ne zaman start alacak?
Elçi Manuel de la Camara, eylül diyor, ama görüşüne başvurduğum TCDD Genel Müdürü Vedat Bilgin daha iyimser. ‘‘Eylülden önce de başlayabilir’’ diyor.
Proje, Ankara-İstanbul tren hattının rehabilitasyonu.
İspanyol kredisi 570 km civarındaki hattın üçte ikisini karşılıyor.
Vedat Bilgin'in verdiği bilgiye göre, rehabilitasyonu yapılacak kısım en keskin virajların olduğu kısım. Rehabilitasyon, trenin daha fazla sürat yapmasını sağlayacak ve ilk aşamada Ankara-İstanbul 3,5-4 saatte inecek.
Peki yolun geri kalan bölümü?
TCDD bunun ihalesini iki aşamada yapmayı planlıyormuş.
Bu aşamalarda Rusların da devreye girmeleri söz konusuymuş.
Şöyle ki: Rus Eximbank'ın Türk Eximbank'a 380 milyon dolarlık bir borcu var. Ruslar önce bu borcu doğal gaz olarak ödemek talebinde bulunmuş. Ancak bizden olumsuz yanıt gelince bu kez ‘‘demiryolu olarak ödeyelim’’ demişler.
Vedat Bilgin, ‘‘Ruslar devreye girdikleri takdirde bu paranın büyük bir bölümüyle tünel yapacaklar’’ diyor.
Ankara-İstanbul tren hattında işler kızışıyor anlayacağınız.
Taşar: Göbeğimle değil beynimle çalışıyorum
TURİZM Bakanı Mustafa Taşar ile önceki gün, Lütfi Kırdar Salonu'nda yapılan ‘‘Dış Tanıtımda Yeni Hedefler, Stratejiler’’ toplantısında karşılaşıyoruz.
O gün Fatih Altaylı, ‘‘İnternetteki Türkiye’’ yazısında hem siteyi, hem de ana sayfada Taşar'ın ‘‘bıyıklı’’ ve ‘‘göbekli’’ resmini eleştirmiş.
Taşar ‘‘Ben göbeğimle değil beynimle çalışıyorum’’ diyor. ‘‘Bak, 2001'de uluslararası seyahatler yüzde 1.3 oranında gerilirken, Türkiye'ye gelen turist sayısında yüzde 12.4'lük artış olmuş.’’
Taşar, Ankara'da temaslarda bulunan Amerikan heyetinin, 1992'de kesilen turizm teşviklerine yeniden start verilmesi önerisine de takılmış.
‘‘Bakanlığa geldiğim 10 aydan beri her fırsatta turizm teşviklerini gündeme getiriyorum. Sesimizi duyurmak için Amerikalıları yanımıza alıp mı basın toplantısı yapalım’’ diye soruyor.
Lütfi Kırdar'daki toplantının gündemine dönersek Taşar, hedeflerle ilgili ‘‘Tüm zamanların rekorunu kıracağız’’ diyor.
Hedef 14 milyon turist ve 10 milyon dolar gelir.
Dış tanıtım her zamankinden daha erken başlamış ve Turizm Bakanlığı'nın yeni stratejisine göre 12 ay boyuna devam edecek.
İki yıldan beri Avrupa'nın önde gelen ülkelerinde tanıtımı üstlenmiş olan Dream Design Factory DDF'in hem posterleri, hem 40 saniyelik filmi son derece başarılı.
Taşar, 11 Eylül saldırısından sonra, Turizm Bakanlığı'nın devreye soktuğu ‘‘Kriz Kampanyası’’nı da tanıtıyor. Bu kampanyanın diğer bir adı da ‘‘Akdeniz Kampanyası’’.
Hedefi, Türkiye'nin krizlerin yaşandığı coğrafyanın dışında, bir Akdeniz ülkesi olarak da varolduğu mesajını vermek.
‘‘Gülümseyin Akdeniz'desiniz’’ sloganı, İspanya, Yunanistan için geçerli olduğu gibi pekálá Türkiye için de geçerli olabilir.
Akıllıca bir kampanya, ama ABD Irak'a saldırırsa ne kadar yararlı olur işte onu bilemem.
Dünya Bankası'na el koymuşuz
SÖZ ‘‘Akdenizliliğimiz’’den açılmışken, hem birkaç günden beri TÜSİAD'ın bayramda yaptığı İspanya gezisini yazan Meral Tamer, hem geziye katılan TÜSİAD Yönetim Kurulu üyesi Lütfi Yenel bu kavramın üzerinde önemle duruyor.
Lütfi Yenel , telefon sohbetimizde gezi izlenimlerini aktarırken, ‘‘Dikkatimi çekti İspanya Akdenizliliğe özel bir önem veriyor’’ diyor.
İspanya'nın Akdeniz havzasında işbirliği konusunda öncülüğü hafızam yanıltmıyorsa 1995 yılına kadar uzanıyor.
O yıl Barselona'da yapılan Avrupa-Akdeniz Zirvesi'nde, Akdeniz'de 2010 yılından itibaren Serbest Ticaret Bölgesi oluşturulması hedefi konmuştu.
Her neyse, Akdeniz'de işbirliğini pekiştirecek bir habere dün ajansları tararken rastladım.
Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi, oluşturulması planlanan Avrupa-Akdeniz Bankası'yla ilgili şöyle diyor: ‘‘Kuzey ile güney birlikte çalışmalı. Avrupa Akdeniz Bankası'na, Avrupa Yatırım Bankası, AB üyeleri, diğer Avrupa ülkeleri ve güney Akdeniz ülkeleri katkıda bulunacak. Bu yeni banka bölgede asla Dünya Bankası ve Afrika Bankası'yla rekabete girişmeyecek.’’
Ve şöyle ekliyor: ‘‘Zaten Dünya Bankası sadece bir tek ülkeye Türkiye'ye yoğunlaşmış durumda. Diğer ülkelerde hiçbir varlık göstermiyor.’’
Yazının Devamını Oku 