18 Ocak 2011
YILIN son günlerinde meclisten çıkan “yenilenebilir enerji” yasasını ne zamandır merak ediyordum.
Hani şu rüzgara, güneşe, jeotermale yatırım yapacakların dört gözle bekledikleri yasa.
“Yenilenebilir enerji” yasasından bir “Truva Atı” çıktığını ve yasanın milli parklara, sit alanlarına hidroelektrik santrallere izin verdiğini genç meslektaşımız Serkan Ocak dile getirmişti.
Çevrecileri ayağa kaldıran bu madde bir yana yasanın “yenilenebilir enerjiyi” ne kadar teşvik ettiğini bir bilene sorayım dedim.
Boğaziçi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Gürkan Kumbaroğlu’na danıştım.
Birkaç yıl önce “Türkiye Küresel İklim Değişiminin Neresinde” Raporunu kaleme almış olan Kumbaroğlu üniversiteden bir yıllık izin almış.
Yazının Devamını Oku 
16 Ocak 2011
TÜSİAD, 40. yıldönümünde yine kadını masaya yatırdı. Tam 10 yıl önce “Kadın-Erkek Eşitliğine Doğru Yürüyüş” Raporunu yayınlamış olan TÜSİAD önceki gün çalışma hayatında kadını masaya yatıran bir panel ve çarpıcı bir filmle karşımızdaydı.
Film derneğin Kadın-Erkek Eşitliği Çalışma Grubu Başkanı Nur Ger ve ekibi tarafından hazırlanmış.
Filmin kısaltılmış versiyonları 8 Mart’a kadar Anadolu’da çeşitli televizyon kanallarında gösterilecek.
TÜSİAD’ın bu girişimi, Dünya Ekonomik Forumu’nun her yıl Türkiye’yi son sıralara yerleştiren “Cinsiyet Uçurumu Raporu”nun nihayet ciddiye alındığının kanıtı.
Zira, iş yaşamında yüzde 24’lük, siyasette ise yüzde 9’luk oran bizi yıllardır sonunculuklara mahkûm eden nedenlerin başında geliyor.
TÜSİAD’ın iki çalışması arasında 10 yıl var.
Kadın istihdamında bir arpa boy gitmediğimiz gibi, gerilere düşmüşüz.
Nedeni basit:
Kadın istihdamını arttırmak ancak yasal düzenlemelerle, teşviklerle mümkün.
Siyasi irade olmazsa olmaz koşul.
SİYASİ PARTİLER YARARLANABİLİR
Bunun örneklerini, hangi ülkenin ne yaptığını ortaya koyan bir kitap var artık elimizin altında.
TÜSİAD’ın panelistleri arasında olan İTÜ öğretim görevlilerinden Doç. İpek İlkaracan’ın “İş ve Aile Yaşamını Uzlaştırma Politikaları” kıymetli bir rehber.
Seçim yaklaşırken, kadına yönelik politikalar oluşturmak isteyen siyasi partiler için özellikle.
Umarım bu çalışmadan yararlanan partiler olur.
İpek İlkkaracan, “Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği”nin katkısıyla gerçekleştirmiş kitabını.
Kitapta, kadın istihdamını arttırmayı başaran yedi ülkeyi mercek altına almış.
Dördü gelişmiş, üçü ise gelişmekte olan ülkeler.
Bu ülkelerin tümü esnek çalışma saatler gibi düzenlemeler yaparak, yaşlı ve çocuk bakım yükünü hafifleterek kadının çalışmasını sağlamış.
Örneğin İspanya’da kadının işgücüne katılımı 1976 yılında yüzde 30’un altında.
2008 yılı sonunda yüzde 50’nin üzerinde.
Ne yapmış İspanya?
Babalara “babalık izni” getirmiş, annelere “vergi indirimi, esnek çalışma saatleri uygulamış, devlet okullarında kreş sayısını arttırmış.
GÜNEY KORE VE MEKSİKA ÖRNEKLERİ
İspanya’nın aldığı önlemler bunlarla sınırlı değil elbette benim daha fazla detaya girmeye yerim müsait değil.
Güney Kore, 2000 yılından itibaren çocuk ve yaşlı bakımı için kamu yatırımlarını önemli ölçüde arttırmış.
Kreşlerdeki çocukların sayısı 1990’lu yıllara göre 20 kat artmış.
Yaşlı bakımı, hamilelik izni, esnek çalışma saatleri gibi önlemlerle Güney Kore’de kadınların iş gücüne katılım oranı yüzde 58.
Kimi alanlarda model gördüğümüz Uzakdoğu’nun bu geleneksel toplumu bizden fersah fersah ileri bir durumda.
4-5 yaşlarındaki çocukların ana okul öncesi eğitim sorununu yüzde yüz çözen Meksika’da ise çalışan kadın oranı yüzde 47.
Bakalım bu örneklerden yola çıkarak kadın seçmenlerine vaatlerde bulunacak bir siyasi parti görebilecek miyiz?
Zorlu ‘kreş’, Özyeğin ‘üst yönetimde kadın’ diyor
TÜSİAD üyeleri arasında gerçekleştirilen ankette çalışan kadın oranı yüzde 35 çıkmış.
Üst kademelerdeki kadın oranı ise yüzde 43.
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, “Bu oranlar yeterli değil. Anketleri periodik olarak tekrarlayacağız” diyor.
Önceki gün izlediğimiz filmde çarpıcı kareler var.
Cam temizlemek için hayatını neredeyse tehlikeye atan temizlikçi kadın...
Sosyal güvencesi bile yoktur.
Sabahtan akşama tarlada ömür tüketen kadın...
Emeğinin karşılığını asla almamıştır.
Filmde erkeklerin ağzından, kadını güçlendirecek, çalışma hayatına atılmasını sağlayacak bazı somut önlemlere kulak veriyoruz.
Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Zorlu, “Kreş imkanları gerek özel girişimlerle, gerek kamu ve belediyeler tarafından yaygınlaşmalıdır” diyor.
SANCAK’TAN KOTA TALEBİ
Hüsnü Özyeğin, “Şirketlerin tepe noktalarında ve orta kademelerinde daha çok kadın” talep ediyor.
Ethem Sancak, “Hiç gocunmadan ister kota deyin, ister pozitif ayrımcılık kadının yönetime katılması gerek” diyor ve kotaya karşı çıkan Başbakan Erdoğan ile ters düşüyor.
Eski Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, “Meclis’te kadın temsili en az yüzde 30 olmalıdır” diye konuşuyor.
Oyuncu Kenan İmirzalıoğlu, kadının emeğinin karşılığını almasını istiyor ve sosyal güvenceye vurgu yapıyor.
Ali Sabancı en net olanı.
“Sadece erkeklerin egemen olduğu 36 milyonluk bir ülkede mi yaşamak istiyorsun. Yahut özgüvenli kadınların yetiştiği 72 milyonluk bir ülkede mi” diye soruyor.
Erkeklerin ağzından kadınlar için çözümler sunmak güzel ancak benim bizzat TÜSİAD’dan daha somut çözümler beklentim var.
Örneğin şirketlerinde kadın kotasını uygulasın.
İş yerlerinde kreş uygulamasını yaygınlaştırsın.
Yazının Devamını Oku 
14 Ocak 2011
HAKAN Kıran, dünya kültür varlıklarının koruyucu meleği UNESCO’nun “Süleymaniye’nin siluetini bozuyor” gerekçesiyle yapımına itiraz ettiği “Haliç Metro Köprüsü”nün mimarı.
Köprüye itiraz sadece Unesco değil.
Yeni yeni sesini duyuran SOS İstanbul, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı gibi çeşitli sivil toplum kuruluşları, bilim insanları, tarihçiler de karşı çıkıyorlar.
En son Harvard Üniversitesi’nden ünlü tarihçi Profesör Dr. Cemal Kafadar Cumhurbaşkanlığı 2010 Sanat ve Kültür Ödülü’nü alırken köprünün İstanbul’un tarihi dokusuna zarar vereceğini dile getirdi.
Bir yazımda Kafadar’ın İstanbul için haklı kaygılarına değinince Hakan Kıran aradı.
Yazının Devamını Oku 
11 Ocak 2011
KARS’ın heykellerden yana hiç şansı yok.
AKP’li Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, koltuğu eski belediye başkanı Naif Alibeyoğlu’ndan devraldıktan sonra tam dört heykeli depoya kaldırmıştı.
Daha önce yazmış olduğum için biliyorum.
Belediye binasının girişindeki iki kadın heykeli, şehrin meydanındaki kadın heykeli ve nihayet Kars’ın sembolü olan kaz heykeli.
Bunların hepsi yerlerinden sökülüp bir kenara atıldı.
Kars
Yazının Devamını Oku 
9 Ocak 2011
RENAULT’daki casusluk olayını günlerden beri ilgiyle izliyorum. Dört aydır süren araştırmalar sonucu ortaya çıkartılan casusluğun Fransa’yı karıştırmasının nedeni şu:
Olayın tam göbeğinde “elektrikli otomobil” var.
“Elektrikli otomobil” denince akan sular duruyor.
Zira Fransa kendisini “elektrikli otomobil”in öncüsü olarak görüyor.
2011 yılında 750 milyon Euro ile en kapsamlı kamu yatırımını “elektrikli otomobile” yapmayı planlıyor.
Casusluk olayının patlak vermesinden beri ortalıkta dolaşan iddialara bakılırsa, Renault’nun üst düzey üç yöneticisi çaldıkları bilgileri Çinlilere vermiş.
Dün bir açıklama yapan Renault Genel Müdürü Patrick Pelata, “Fransa uluslararası bir şebekenin kurbanı” diye sızlanmış.
Nissan ile birlikte “elektrikli otomobile” şimdiye kadar 4 milyar Euro yatırmış olan, yıllardan beri araştırmalarını sürdüren Renault’cular sızlanmakta haklılar elbette.
Daha önce Çin’i işaret eden Sanayi Bakanı Eric Bresson dün bu konuda pek ketum davranmış.
16 MİLYAR EURO’LUK ANLAŞMA
Bresson’un geri adım atmış olması doğal.
Çünkü işin ucunda Fransa ile Çin arasında 102 Airbus uçağının satışı dahil geçen kasım ayında imzalanmış 16 milyar Euro’luk bir ticari anlaşma var.
Çin Cumhurbaşkanı Hu Cintao’nun Paris ziyareti sırasında imzalanmış böyle bir anlaşmayı tehlikeye atmak Sarkozy iktidarının asla işine gelmez.
Renault da, hükümet de şimdilik açıkça “casusluğun arkasında Çin var” demese de sanayi casusluğunda uzman kişiler Çin konusunda hemfikir.
Çin, “elektrikli otomobil” de en iddialı ülkelerden biri.
Hatta bazı çevreler Çin’e büyük şehirlerinde “elektrikli otomobili” zorunlu kılacak ilk ülke gözüyle bakıyorlar.
Çin bu arada bu araçları oldukça ucuza mal etmeyi de başarmış.
Daha geçenlerde Shenzhen Elektrikli Otomobil Fuarı’nda görücüye çıkan Smart ya da Twingo benzeri elektrikli otomobillerin piyasaya 2 bin ile 3 bin Euro arasında sürülmesi bekleniyor.
Karşılaştırma yapmak gerekirse, Renault’nun yıl ortasında satışa sunmayı planladığı Bursa üretimi Fluence’ın fiyatı ise 21 bin Euro civarında.
ETME BULMA DÜNYASI
Yalnız Çin’in çok ucuza mal ettiği araçların küçük bir sorunu var.
Elektrikli araçlarının pillerini lityumdan değil kurşundan imal ediyor.
Dolayısıyla son derece zararlı.
Çin’in Fransa’dan örneğin pillerle ilgili bir teknolojiyi sızdırmak istemesi akla pek yakın geliyor.
Pelata, dünkü açıklamasında pil dahil elektrikli otomobillerle ilgili hiçbir stratejik bilginin dışarı sızmadığını vurgulamış olsa dahi benim kuşkum var.
Renault’daki casusluk olayının başka bir boyutu şu:
Fransa, Rusya ve Çin’den sonra sanayi casusluğuna en fazla başvuran üçüncü ülke.
Norveç’te Wikileaks belgelerini yayınlayan Aftenposten Gazetesi’ne göre, bir Alman sanayici “Fransa teknoloji hırsızlığında “kötülüklerin anası” durumunda. Almanya da bunu biliyor” demiş.
Berlin’deki Amerikan elçiliği tarafından kaleme alınan bir belgede ise “Fransa’nın sanayi casusluğunda Almanya’ya verdiği zarar Rusya ve Çin’in verdiği zarardan daha fazla” iddiası var.
Etme, bulma dünyası dedikleri işte bu olsa gerek.
Yazının Devamını Oku 
7 Ocak 2011
SANKİ sihirli bir değnek dokunmuş ve Türkiye’nin “kadın sorunu” birden herkesin aklına gelivermiş.
Önceki gün, CHP kadın örgütlerinden sorumlu ve Genel Başkan Yardımcısı Gülsün Bilgehan’ın daveti ve Parti Meclisinin yeni üyeleri KAGİDER eski Başkanı Gülseren Onanç, akademisyen Profesör Binnaz Toprak ve Türkiye Kadınlar Birliği Başkanı Avukat Sema Kendirci’nin katılımıyla CHP’nin kadın politikalarıyla ilgili toplantıdaydık.
Önümüzdeki hafta Kadın ve Aileden sorumlu Devlet Bakanı Sema Aliye Kavaf’ın kadın yazarlara yönelik bir daveti var.
Yine önümüzdeki hafta TÜSİAD “Çalışma Hayatında Kadın” konferansını düzenliyor.
Bildiğim kadarıyla TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu da mart ayında kadın-erkek eşikliğiyle ilgili uluslar arası bir konferansa hazırlanıyor.
Yazının Devamını Oku
4 Ocak 2011
2010 yılını öğrenci protestolarıyla kapattık.
Yılın son günlerinden en çarpıcı fotograf karelerinden biri, Başbakan Erdoğan’ın Dolmbahçe’de rektörler buluşmasını protesto eden öğrencilerin polis tekmeleri altında kıvranmalarıydı.
İstanbul Üniversitesinin polise, öğrencileri sınırsız arama yetkisi vermesi de protestolara yol açtı.
Tam yılbaşı öncesi televizyonda İstanbul Üniversitesi önünde gösteri yapan öğrencilere kulak verdim.
“Üniversiteleri yarı açık cezaevi haline getirmek istiyorlar. Temel haklarımız ihlal ediliyor. Bedenlerimizin, çantalarımızın ellenmesini istemiyoruz” diye tepki gösteriyorlardı.
Yazının Devamını Oku 
2 Ocak 2011
USULDENDİR, yeni yıla girerken hep büyük laflar edilir. Hele bu yeni yıl 21. yüzyılın ikinci on yılının başlangıcı ise.
Dün takvim 1.1.2011’i gösterirken, gazetelerde daha çok Wikileaks, Facebook, Twitter gibi şeylere atıfta bulunarak yine büyük değişimlerden, dönüşümlerden söz edildi.
Facebook gibi bir fenomenin dünyada büyük fırtınalar estirdiği doğru.
Mark Zuckerberg’i “Yılın Adamı” ilan eden Time Dergisi’ne göre, 2012 yılında Facebook kullanıcılarının 1 milyarı bulacağını tahmin ediliyor.
İyi de dünya nüfusu 2011 yılı ortalarında 7 milyarı bulacak.
Demek ki, geriye kalan 6 milyar Facebook’tan habersiz hayatlarını sürdürmeye devam edecek.
Değişim derken benim basit
kriterim şu:
Sokağımın köşesinde yıllardır çiçek satan Zeynep’in hayatı ne kadar değişecek?
Henüz otuzuna bile gelmemişken dört çocuk sahibi olan, cezaevine düşen kardeşinin de üç çocuğunu himayesine alarak 9 kişiye, 20 metrekarelik konteyner bir evde bakan Zeynep’in hayatı 2011 yılında bir yıl öncesine göre daha iyi olacak mı?
DAHA ÇEVRECİ BİR TÜRKİYE
Konteyner evinde henüz su akmadığını da not edin.
Çiçek sattığında ekmeği, çayı var.
Yoksa yok.
Hadi Zeynep’i bir yana bırakın.
Zar zor okula gönderdiği çocuklarından hiç olmazsa biri örneğin Facebook ile tanışabilecek mi?
Pek sanmıyorum.
2010’un son günlerindeki bazı işaretlerden yola çıkarak benim çok daha mütevazı bir iddiam var.
2011 yılında hem dünya, hem Türkiye daha çok “çevreci” olacak.
Türkiye’den başlarsak yılı şahane iki çevre haberiyle kapattık.
Kastamonu’daki Loç Vadisindeki hidroelektrik santralı (HES) Kastamonu İl İdaresi tarafından mühürlendi.
Vadide HES’in yapılmaması için aylardır gösteri yapanlar, nöbet tutanlar nihayet amaçlarına ulaştılar.
Yılın son günü çevreciler arasındaki e-posta trafiğinde santraldeki mührün fotografı ön plandaydı.
Doğa Derneği başta çevreciler birbirlerini kutluyordu.
DENİZİ KURUTANLARI BELGELEYELİM
İkinci haber ise Çanakkale’de bir gecede 25 ton sardalya avlanmasıyla ilgiliydi.
Başlık şöyle verilmişti:
“İnsaf, bir gecede denizi kuruttu.”
Bu başlık bize denizlerimizdeki balıkların hızla tükenmesine yol açan bilinçsiz balıkçılığa karşı medya duyarlılığının giderek artmakta olduğunu gösteriyor.
Bunda “Lüferime Dokunma” kampanyasını yürüten Defne Koryürek ile “Seninki kaç cm” kampanyasıyla
dikkat çeken Greenpeace’in katkıları büyük.
2010 yılında Allianoi’yi kurtaramadık ama 2011’de HES’lerin doğayı mahvetmelerine karşı birleşenlerin sesleri daha güçlü çıkacak.
Balık kampanyaları yaygınlaşacak.
Avrupalılar ise çevreye en fazla zarar veren şeylerin başında gelen naylon poşetleri hayatlarından çıkarmak için önemli adımlar atarak girdiler 2011 yılına.
Avrupa’da en fazla naylon torba tüketiminin olduğu İtalya naylon poşet kullanımını yasakladı.
İtalyanlar bundan böyle doğada çözünebilen, kağıt ve kumaş poşetler kullanacaklar.
Fransa ise naylon poşetlere ek vergi kararını yürürlüğe sokmaya hazırlanıyor.
Ya vergiyi ödersin ya da naylon poşetten vazgeçersin.
Küçük adımlar ama yeryüzünün geleceği için önemli.
Yazının Devamını Oku 