Evet, iyilik yapılan kişi nankör ise ve o iyiliğe layık değilse, cibilliyetinin gereğini yapacak, velinimetine mutlaka kötülüğü dokunacaktır.
Nankörlüğün, ikiyüzlülüğün, kandırmanın, acımasızlığın, vefasızlığın ve davasına ihanetin daniskası siyasette yaşanır.
Siyasette, kimileri tırnaklarıyla kazıyarak, yoğun emek harcayarak bir yerlere gelir. Kimileri de hasbelkader, birilerinin itmesiyle, telkin ve tavsiyesiyle siyasette yer bulur.
Bunlardan birincilere lokomotif, diğerleri vagon hükmündedir. Türkiye gibi, lider endeksli siyasetin cari olduğu ülkelerde halk, lidere ve liderin işaret ettiği kişilere oy verir.
Bundan dolayıdır ki bizdeki siyasi partiler, liderleriyle bütünleşmiştir. Lider, o siyasi hareketin önündeki meşale gibidir, yol göstericidir, ufuk açıcıdır, önderdir.
AK Parti denilince, akla Sayın Erdoğan gelir; onun çalışkanlığı, üstün gayreti, devlet ve milletine olan sevdası gelir. AK Parti’nin sürükleyicisi odur, millet ona bakarak AK Parti’ye o verir.
Ali Babacan’a yaşının çok genç olmasından ötürü Meclis’te ‘Bebecan’ denir ve kimse tarafından sevilmezdi. Gülmeyen yüzü, asosyal oluşu, içten pazarlıklı duruşu ve güven vermeyen tavrı buna sebepti.
Sayın
Yedi düvel, dünya çapındaki bu başarılarını, ne yazık ki içimizdeki aymazların gaflet ve hatta ihanetleri yüzünden elde ettiler.
Başta Selanik ve İstanbul olmak üzere, Devlet-i Aliye’nin çeşitli beldelerinde ‘Mason’ dernekleri kurdular ve içimizdeki satılık ruhluları bu kurumlara üye yaptılar. Masonluğu tanıtırken, bunların siyasetten uzak kurumlar olduklarını ısrarla vurgulamalarına rağmen, gerçekte mahut kurumlar siyasetin tam ortasındaydılar.
Bu kurumlara aldıkları askerler vasıtasıyla, askeriyeyi de politikaya karıştırdılar.
O gün de tıpkı bugünkü gibi propaganda yapılıyor ve baştaki Sultan 2. Abdülhamid Han devrilirse her şeyin süt liman olacağı vadediliyordu. Masonların yönetiminde olduğu İttihat ve Terakki Partisi, orduyla el ele vererek Padişah’ı tahtından indirdiler ve onun yerine kukla birini (M. Reşat) sözde padişah yaptılar. Memleketin idaresini ele geçiren İttihat ve Terakki Partili paşalar, düşmana tek kurşun atmadan, şehit kanlarıyla yoğrulmuş vatan topraklarını teslim ettiler. Bundan dolayıdır ki, Balkan Savaşı’nın gerçek adı ve hatta yakın Türkiye tarihindeki savaşların gerçek adı ‘ihanetler tarihi’dir.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra; bütün bu acı tecrübelerin ardından, yeni rejimde (Cumhuriyet), siyaset yapmak isteyen askerlerden üniformalarını çıkarmaları istendi.
Böylece, askeriye ile siyaset birbirinden ayrılmış oldu. O dönemde devlet ve özel sektör, bağımsızlığımızı taçlandırmak için kalkınma hamlelerine girişti. Düşünün; Türkiye daha o günlerde uçak, silah, bomba ve mühimmat fabrikaları kurup işletirken, 1945’ten sonra (İnönü devri), tüm bu fabrikalar, sahipleriyle birlikte patlattırılarak imha edildi.
İmal edilen uçaklar yere gömülüp (Kayseri) üzerlerine beton döküldü.
İnönü’
2023 seçimleriyle birlikte, o da yolun sonuna geldiğini biliyor. Bundan dolayıdır ki kurduğu 6’lı masanın cumhurbaşkanı adayı olması, kendi siyasi hayati için bir zorunluluktur.
Hatta aday olması da kâfi değil, aday olup seçimi kazanmak mecburiyeti var. Aksi halde, siyasi hayattan silinip gidecek.
Aynı durum, mahut masanın İYİ Parti dışındakile üyeleri için de söz konusudur. Kökleri olmayan bu nevzuhur partiler, 2023 seçimlerinde boylarının ölçülerini aldıktan sonra, hayatlarını ancak tabela partileri olarak sürdürebilirler.
Muhalefetteki siyasi partilerin bu denli açmazlarını gören Meral Akşener, meydanın kendine kalacağını umarak büyük oynuyor ve bu yüzden de Kılıçdaroğlu’nun dışındaki bir adayda ısrar ediyor.
Böylece bir taşla iki kuş vurmak istiyor; cumhurbaşkanlığı seçimleri kaybedilse bile, İYİ Parti olarak ana muhalefetin yerini almak istiyor.
O da biliyor ki çığırından çıkarılmış bu CHP’den ve Kılıçdaroğlu’ndan, bundan böyle ne köy olur ne kasaba.
6’lı masanın nevzuhur partilerinin halkta bir karşılıkları yok, bunu kendileri de görüyor ve biliyorlar. Meclis’e girebilmeleri ancak, CHP veya İYİ Parti’nin saflarında (bu partilerin milletvekili seçim listelerinde) yer almalarıyla mümkün.
Diğer bir deyişle mahut
Bu korku; her biri ayrı ayrı kifayetsiz muhteris kumkuması olan muhalefet parti liderlerinin akıllarını ise, büsbütün örttü ve bunun sonucunda da, ne yapıp edecekleri konusunda nereye savrulduklarını, savrulacaklarını kendileri bile bilmez oldu.
Onlara ve özellikle dışarıdaki işbirlikçilerine göre, Erdoğan diktatörmüş ve ondan bir an önce kurtulmak elzemmiş.
Bunu koro halinde ifade ederlerken, ‘sirkatin’ söylüyorlar; zira söz söyledikleri kişinin aynasında kendilerini görüyorlar! Sözde, bir diktatörü fazla gören bu zihniyet, gerçekte 6’lı, 7’li diktatörlük sisteminin peşinde yırtınıyor.
Üstelik bu yapmak istedikleri sivil ‘cunta’yla darbe suçu işlediklerinin farkında değiller!
Kahrolası darbelerin, demokrat olması gereken siyasilerimizin ruhlarında açmış olduğu rahneleri (gedik) görüyor musunuz? Sivil generaller olarak (adeta SSCB’deki Politbüro), cumhurbaşkanlığı makamının üzerinde ‘konsey’ oluşturarak, yapması gerekenleri kendisine dikte edeceklerini dillendiriyorlar.
Bu dillendirmeyi yaparlarken, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu unutuyorlar.
Masanın 6’lı kesimi, istediği kadar gelin-güvey olsun; kanuni ve kanun dışı ve hatta Anayasa dışı olarak aldıkları ve alacakları kararların hiçbir kıymeti yoktur.
Onların bu denli bir acziyet içindeki hallerini en iyi bilen ve onlarla kedinin fareyle oynaması gibi oynayan ve bu cümleden olarak, pazarlıkta elini güçlendirmek için aday çıkaracaklarını ortaya atan HDP’dir.
Homo economicus (ekonomik insan-sadece şahsi çıkarını düşünen, egoist) denilerek, insan, yalnızca tek kanatlı kuş yapıldı ve insanlıktan çıkarıldı.
İnsanın, yalnızca maddesiyle (beden) gelişmesi için çaba harcandı. Bunun yanında, insanı insan yapan insani değerler ihmal edildi. Dini eğitim ya yasaklandı ya da din karşıtı eğitim yapılarak, din ‘afyon’ addedildi.
Oysa insan, ruh ve bedenden yaratılmıştı; bunlardan yalnızca birini ihya ederseniz, diğerini köreltirsiniz. Bedenin ihmali maddi ölüme sebep olur, insanın ruhunu ihmal ederseniz manasını öldürürsünüz.
İnsanın mutluluğu ruh ve beden bir bütün halinde ihya edilmesiyle mümkündür.
Günümüz insanı manasızdır, dini ve ahlaki değerlerden yoksundur. Ruhundaki bu denli açlığı da, bedeni iştahını artırarak gidermeye çalışmış; sapkın ve obez olmuştur.
Manasını yitiren insan sevgisiz ve merhametsiz olmuştur; fıtratındaki sevgiyi kendi nefsine odaklayarak egoist-bencil olmuştur.
Bu yüzden; artık birlikte bir ömür sürdürmek için evlenilmiyor, adeta boşanmak için evleniliyor. Eşlerin birbirlerini ve hatta çocuklarına karşı sevgileri saman alevi gibi olmuş.
Öyle ki birçok insan, eşinden, çoluk çocuğundan ayrı, köpeğiyle yaşamayı tercih ediyor.
O gün de içerideki aymazlar, gafiller ve dışarıdaki düşmanlar el ele idi, bugün de.
O gün, düşman, içimizdeki gafilleri Masonluk teşkilatına alıp devşirdi ve kendi ülkeleri aleyhinde kullanışlı hale getirdi. Bugün de ülkemizin ışıltılı beyinlerini ‘eğitim’ kamuflajı altında, FETÖ vasıtasıyla devşirerek kendi devleti ve milleti aleyhinde kullandı.
O gün, dışarıdaki düşmanın içimizden satın aldığı gazete ve gazeteciler ve envaiçeşit tezviratları (yalan ve iftiralar) vardı, bugün de.
O gün de Sultan’dan kurtulmak için düşmanın kapısına gidilip ülkeleri şikâyet ediliyor ve onlardan medet umuluyordu, bugün de.
O günün Mason olan paşaları, şehit kanıyla alınmış vatan topraklarını savaşmadan, bazen tek kurşun atmadan düşmana teslim etti. Bugünün devşirmeleri de (FETÖ), kendi uçaklarımızla halkımızı, Meclis’imizi, Polis Özel Harekât Merkezi’ni ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni bombaladılar.
O gün Sultan 2. Abdülhamid Han’ı uyduruk bir fetva ile alaşağı ettiler ve bunun sevinciyle, Londra’dan dönen İngiliz sefirini Sirkeci Garı’nda coşkuyla karşıladılar. İngiliz sefirinin arabasındaki atları çözüp, onların yerlerini kendileri geçip Tepebaşı’ndaki Sefarethane’ye kadar çekip taşıdılar.
Çok değil, yalnızca on yılda (1908-1918) koca imparatorluğu yer ile yeksan ettiler.
Sevinç çığlıkları içinde arabasına koşuldukları o İngiliz, ülkelerini paramparça edip bunları yüzüstü bıraktı.
Bu konuda hâlâ siyasiler suçlanıyor; şu siyasi şu kadar yardım yaptı, şu siyasi ise daha çok yaptı, şu siyasi de ülkenin kadrolarını onlara teslim etti, şu şu siyasiler onlarla beraber yürüdü vb.
Biliyor musunuz, bunların hepsi boş laf; bizi cambaza baktırmaktan başka bir mana ifade etmiyor.
Zira FETÖ, 1960’lı yıllardan başlayarak, hücre faaliyetleri ile her alana (asker ve sivil) nüfuz ederek, bürokrasiyi zaten ele geçirmişti. Bunu da her alanda kadrolar yetiştirerek başarmışlardı.
Gelen iktidarlara ise, zaten YETİŞTİRİLMİŞ ve HAZIR KITALAR halinde bekleyen kişileri atamak kalıyordu. Dikkat ediniz, o vakitler 12 bin hâkim ve savcının 5-6 bini bunlardandı. Ne denli organize olmuş bir çete olduğunu görüyor musunuz?
Hemen her kurum ve kuruluşun köşe başlarını (özellikle İstihbarat ve insan kaynakları şubeleri) tutmuşlar, kuş uçurtmuyorlardı. Bunların hepsinin sicilleri dört dörtlük yani terfi etmemeleri için hiçbir sebep yok! (sicil amirleri de kendileri!)
En ufak bir araştırmada veya soruşturmada, araştıran veya soruşturanların başına gelmeyen kalmıyor. Daha da önemlisi ‘Hikmet-i devlet’ denilerek (Bunlar sözde derin devletin himayesinde ya) üzerlerine gidilemiyordu.
Siyasetçi, bürokratın verdiği bilgiye ve önüne konan dosyaya göre atama yapar.
Süleyman Demirel
Masadakilerden 4’ü, yalnızca konu mankeni olarak arzı endam etmektedirler. Zira halkta en ufak bir karşılıkları yoktur.
Bu durumu kendileri de bildiği için, masadaki iki partinin (CHP, İYİ) kuyruklarına takılmaktan başkaca çareleri yoktur. Bu dört partinin liderlerinin bile Meclis’e girebilmeleri için, ya CHP’ye ya da İYİ Parti’ye ‘kene’ gibi yapışmak mecburiyetleri vardır.
Bundan dolayıdır ki, bu ‘küsurat’ parti liderleri, masanın dağılmaması için dua etmekte ve kendilerine ne dikte edilirse kabul etmek mecburiyetindeler.
Varlığını CHP’ye ya da İYİ Parti’ye borçlu olan (Zira onlar olmadan yok hükmündeler) siyasi oluşumların, kendilerine faydaları yokken, millete vaat ettiklerinin bir manası olabilir mi?
Başbakanlık ve bakanlık yapmış bu kişilerin düştükleri şu acıklı duruma bakar mısınız? Tayyip Erdoğan kini, insanı nasıl da dipsiz çukurlara itiyor? Doğrusu çok ibretlik bir tablo!
Masanın görünmeyen asıl sahibi HDP’dir; zira HDP olmadan, bunların adım atabilmelerinin imkân ve ihtimali yoktur. HDP, varlık kıymetini biliyor ve bunların ayağına gelip yalvarmalarını bekliyor.
İYİ Parti, HDP’ye yalvarır mı diye sormayın; zira HDP sözcüsünün Meclis’te, İYİ Parti sıralarına dönüp ‘Bu koltuklara bizim sayemizde oturduğunuzu unutmayın!’ ihtarını hatırlayın!
Akılları sıra, bu masa,