Her işte olduğu gibi, siyasette de niyet çok önemlidir. Yani siyasetin ‘niçin’ yapıldığı mihenk taşıdır.
Vekâlet almak isteyen herkes, siyaseti millete hizmet için yapacağını vadeder lakin realitede kazın ayağı öyle değildir. Malum, ameller niyetlere göre değerlendirilir, her işte olduğu gibi siyasette de iyi niyet esastır.
Bir siyasi parti listelerinden seçime giren kişi, o siyasi partinin görüşlerini benimsediğini, bunlarla millete daha iyi hizmet yapılabileceğini iddia eder. Bu görüşleri savunarak seçilir.
Dolayısıyla her bir milletvekili, partisinin ilkelerini benimseyen ve bu uğurda siyaset yapan bir dava insanıdır.
Malum bir de siyasetin fırıldakları var; bu tipler için, vatandan, milletten ve partiden önce kendi nefisleri söz konusudur. Bu kişilerin milletvekilliği için veremeyecekleri ödün yoktur.
Zira bu tipler, milletvekilliğini ‘desinler’ diye ve çoğu kez de menfaati için (ihale ve iş takibi vb.) yapmaktadır.
Bu tipleri, bugün bu partide, yarın bir başka partide görmek mümkündür.
Davalarını bozuk para gibi harcayan bu tipler incelendiğinde, bunların
Cumhuriyet tarihi boyunca, onun ağzından çıkan sorumsuz ve kışkırtıcı sözler kimsenin ağzından çıkmadı.
Şu sözlere bakar mısınız? ‘Ben Aleviyim’, ‘AK Parti bütün Kürtleri terörist görüyor!’
Bu denli ayrımcı, kışkırtıcı, bölücü ve ötekileştirici lafları etmekle ne yapmak istiyor?
Bir kere; Kılıçdaroğlu’nun Aleviliği kendisini ilgilendirir, başkaca da hiç kimseyi ilgilendirmez. Öyle ya, herhangi birinin Aleviliğinden veya Sünniliğinden kime ne?
Aynı sözü, tersinden, başka bir partili (söz gelimi AK Partili) ‘Ben Sünniyim’ deseydi, gökkubbeyi başına yıkmazlar mıydı? Onun ne dinciliği (!) kalırdı, ne dini-mezhebi siyasete alet etmesi ve dolayısıyla laikliğe aykırı davrandı diye yerden yere vurulmaz mıydı?
Sayın Bahçeli’nin çok yerinde tespitiyle: ‘Kılıçdaroğlu’nun, küresel emperyalizmin dayatma, tembih ve telkinleriyle kimlik siyasetine dönüş yapması, etnik ve mezhebi hassasiyetleri çok tehlikeli şekilde kaşıyarak kanatma hevesine düşmesi vahim bir sorumsuzluk örneğidir.’
Ayrıca, ortaya çıkarmak ve lanse etmek istediği böyle bir özelliğini şimdiye kadar neden sakladı? Cumhurbaşkanlığına aday olunca mı Aleviliği aklına geldi?
Kılıçdaroğlu
Zira gün geçtikçe, her türlü olumsuzluklar (kıtlık, ahlaksızlık, doğal felaketler, güvensizlik (terör), huzursuzluk, kaos, salgınlar vb.) artarak devam edecektir.
İnsanlık tarihi boyunca, en büyük sıkıntıyı sevgili Peygamberimiz çekmiştir. Müşrikler (en yakınları da olsa, kendisine ve tebliğ ettiği dine inanmayanlar) tarafından her türlü baskı, dayatma ve zulme maruz bırakılmıştır.
Bir avuç ashabıyla müşriklerin boykotuna muhatap olmuştu. Bu durum yetmemiş gibi hakkında ölüm fermanı çıkardılar; o da imanı ve umudu dışında her şeyini bırakarak, doğup büyüdüğü yurdu terk etmek zorunda kalmıştı (Hicret).
Hicri 10 yılında (M.519), beşer planında amcası Ebu Talib’i, biricik eşi, annemiz Hazreti Hatice’yi, büyük oğlu Kasım’ı ve ardından küçük oğlu Abdullah’ı kaybeder. Müşriklerin boykotu da bu yıl uygulamaya koyulur.
Yürekleri dağlayan bu denli acıların yaşandığı yıl, İslam tarihinde ‘Senetül-hüzün’ (hüzün yılı) diye anılır.
Geçirmekte olduğumuz bu son yıllarımız da hüzünle dolu. Pandemi, yangınlar, seller, art arda depremler, maruz bırakıldığımız ambargolar, enflasyon ve en son yaşadığımız ‘asrın felaketi’ olan, 11 ilimizdeki şiddetli depremler yüreklerimizi dağladı.
İşte bu denli kederli günlerimizde bir Ramazan-ı Şerif Bayramı’nı da ‘Hüzünlü Bayram’ olarak idrak ediyoruz.
Bundan dolayıdır ki ramazanın feyz ve bereketlerinin ruhumuza yansıması da ister istemez buruk bir sevinçle oluyor.
Zira ömürleri boyu CHP’de siyaset yapanlar, dönüştürülmüş CHP’de kendilerine yer bulamadıkları gibi, bu haliyle de partilerini tanıyamadıklarını söylüyorlar.
Millet İttifakı olarak, diğer partilerle ortak liste belirlemesi ise bu denli tanınmazlığa tüy dikti!
CHP milletvekili listelerini görenler, seçimlerde eski ve şaibeli AK Partililerle (FETÖ yardakçılarıyla), malum AK Partililerin yarışacağını görürler.
Burada olan, CHP’li seçmene oldu. Ya iddia edildiği gibi, gidip ‘tıpış tıpış’ oy kullanacaklar ya da sonradan ellerim kırılsaydı da vermeseydim dememek için sandığın semtine bile uğramayacaklar.
Her şeye rağmen, sandığa gidecek bir kısım CHP’li seçmen de oylarını ya Memleket Partisi’ne ya da TİP’e vereceklerdir. Zira aradıkları adayları, bu partilerin listelerinde göreceklerdir.
Büyük hayallerle meydan yerine atılan Ali Babacan’ın DEVA Partisi ile Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi, tam da söyledikleri gibi, siyasette stratejik derinliklerini sergiliyorlar!
Hem de öylesine derin ki, mahut partilerin liderlerinin listelerde esamisi okunmuyor. Bu liderler, milletin terazisi olan sandıktan neden kaçıyorlar acaba?
Hani millet, onları kahir ekseriyetle iktidara taşıyacaktı?
Tıpkı, benzersiz bir ibadet addedilen ve; ‘...Oruç benim içindir, mükafatını da ben vereceğim’ buyurulan Ramazan gibi; Kadir gecesindeki hayır, bereket ve ihsanların çokluğu da (misilsizliği) cenab-ı Hakk’a aittir; kadrinin ölçüsünü ancak o bilir, o takdir eder, mükâfatını o verir.
Zira dünyanın zulmeti, bu gecenin (Kadir) nuruyla (Kuran-ı kerimin bu gece inmesiyle) aydınlanmıştır. Ezelde takdir edilen ve birbirlerinin özlem ve hasretiyle yanıp tutuşan iki Nur (zinnureyn) (Sevgili Peygamberimiz (aleyhisselam) ve Kuran-ı Kerim), bu gecede kavuşmuş; zifiri karanlıkta kalan ve susuzluktan şerhe şerha olan âlem nura ve suya gark olmuştur.
Allahü teala Fetih Suresi’nde, sevgili Peygamberine şöyle buyurur (mealen): ‘Senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetsin diye...’ Müslim’deki bir hadis-i şerifte sevgili Peygamberimiz (aleyhisselam) şöyle buyurur: ‘Kim Kadir Gecesi’ni ayakta geçirirse...’, ‘Kim, iman ederek ve Allahü tealadan umarak, o geceye ulaşırsa, onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır.’
Böyle bir kişinin de sadece mubah işlerde tasarrufta bulunabileceğini, İbn Arabi hazretleri açıklıyor. Zira kadri ve değeri üstün olan böyle bir insan; Allahü tealanın taşkınlıktan hoşnut olmadığını bilir ve hal ve hareketinde ilahi hududa riayet eder.
Allahü tealanın kudretinin tecellilerinden birisi de zıtları bir arada yaratması, bulundurmasıdır. Nitekim ‘Varlıkların en yoksulu, bir muhtaca muhtaç olan kimsedir. Öyleyse, insandan yoksulu yoktur, çünkü Allah’ı, insandan daha iyi bilen kimse yoktur (yoksunluk ve izzet çelişkisi). Bu bilginin sebebi ise, insanın yaratılışındaki toplayıcılık, aklı ve kendisini bilmesidir’ diyor İbn Arabi Hazretleri.
Allahü teala Hazret-i Musa’ya indirdiği Tevrat’ta şöyle buyurur: ‘Ey Ademoğlu! Seni kendim için, eşyayı senin için yarattım. Benden dolayı yarattığım şeyi (kendini) eşyaya kurban etme!’
Allahü tealayı bilmek, ona ibadet etmek (onun emirlerini üstün bilip onları yerine getirmek ve onun mahlûkatına şefkatli olmak) ve ona yaklaşmak için yaratılan insanın hali bugün nicedir?
Bir kısmı hiç bilmiyor, merak da etmiyor, dolasıyla tanımıyor; diğer bir kısmı ise, biliyor ve tanıyor görünse de, ona, onun bildirdiği yol ve yordamla değil, kendince uydurduğu bir yolla gittiğini iddia ediyor.
Kibir, benlik (enaniyet), büyüklük taslamak her iyiliğe, her ne çeşit iyilik varsa hepsine manidir. Kibir, ahlaki zafiyetlerin içindekilerin en kötüsüdür.
Ve maalesef bu hastalık, en çok da siyaset sahnesinde görülmektedir. Zira orası, kelimenin tam anlamıyla ‘ölüm’ arenasıdır. Baba oğlu, evlat babayı, gözlerini kırpmadan öldürürler de gözleri hiçbir şeyi görmez. Birebir yaşadığım için yakından biliyorum. Seçilmeden önceki milletvekili adayı hali ile seçildikten sonraki milletvekili halini görseniz şaşarsınız. Seçildikten sonra, çoğu milletvekilinin ayakları yerden kesilir, havada yürüyorlar zannedersiniz.
Hele bir de; partinin veya partileri adına Meclis’in yönetiminde görev almışlarsa havada yürümek yerine uçuyorlardır. Artık onları tutabilene aşk olsun!
Sözümüz, elbette kendini bilenler için değildir. Kibir hastalığı, aşağıdan yukarıya doğru katlanarak büyür ve en tepedeki liderde en tehlikeli hale dönüşür.
Bu tip liderlerde, en yakınlarını bile görememe körlüğü oluşur (lider körlüğü).
Benliğini, kibir (enaniyet) kaplayan lider, ‘Ben yaptım, oldu!’ der. Oysa olan sadece oldu gibi gözükenden ibarettir ve hak ve hakikat namına bir şey olduğu yoktur.
Liderlerin evlatlarını seçme şansları yoktur lakin kadrolarını seçmek ve onların sorumluluğunu taşımak mevkiindedirler.
Lidere endeksli bir siyasi partiler kanunumuz var. Bundan dolayı da
Bugün aynı adlandırmayı kimlere yapacağımızı şaşırmış durumdayız. Zira dün ak dediğine bugün kara diyen, dün yücelttiklerini bugün yerin dibine batıran, dün düşman belleyip, bellettikleriyle bugün sarmaş dolaş olan yığınla insanın karşısında ne diyeceğimizi, doğrusu biz de bilemez olduk!
Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Temel Karamollaoğlu ve Ahmet Özal, liderlerinin veya babalarının sayesinde ikbal sahibi oldular. Bu kişilerin murisleri olan Erdoğan, Erbakan ve Turgut Özal’ın ömürleri CHP zihniyeti ile mücadeleyle geçti.
Bu kişiler de daha düne kadar, kendilerini, aynı zihniyetin karşısına dikilmiş cengâverler olarak tanıttılar. Milletimiz de kendilerini böyle tanıdı. Öyle tanıdığı için de oy verip baş tacı yaptı.
Bugünkü savruldukları yere bakınca, hemen hepsinin birer hayırsız mirasyedi olduklarını görüyoruz.
Karamollaoğlu ile Özal, biri merhum liderine, bir diğeri de merhum babasına mezarda adeta ‘kan terletiyorlar’!
Liderlerinin veya babalarının bir ömür boyu mücadele ettiği CHP’yi iktidara taşımak ve onun liderini cumhurbaşkanı yapabilmek için yırtınıyorlar.
Sinek ufak da olsa mide bulandırır kabilinden, şu Ahmet Özal’a bakar mısınız? Kurduğu partiyle yüzde 25 oy alacağını iddia edebiliyor lakin cumhurbaşkanlığı adaylığı için ancak 1300 oy toplayabildi.
Toplayabildiği 1300 oyla da, boyuna posuna bakmadan ve de utanıp arlanmadan
Siyasi parti liderlerine verilen ya da kendiliklerinden edindikleri rollere bakınca, tam bir maskeli balo oynandığı kesin!
Malum 14 Mayıs 2023 seçimleri, Türkiye için bir dönüm noktası ve bundan dolayı da bir beka seçimi. Başta ABD olmak üzere tüm emperyalist ülkelerin gözleri, pardon, ‘karanlık elleri’ Türkiye’de yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinde.
ABD Başkanı (bunak) Biden’ın; ‘Erdoğan’a bedel ödetmeliyiz. Muhalefeti desteklemeliyiz’ demesi, gerçeği tüm hakikati ile gözler önüne sermiyor mu? Bu sözlerle ABD diyor ki, Erdoğan yüzünden Türkiye elimizden çıktı; bağımsızlık yönünde hızla yol alıyor; bir beş sene daha böyle giderse, Türkiye’yi biz dahil kimse tutamaz; ne yapıp edip Erdoğan’ın önü kesilmelidir.
Kurdurulan 7’li masada dağıtılan rollere bakar mısınız?
Saadet Partisi’ne, Kemal Kılıçdaroğlu’nu ‘mücahit’ belletme; ayakkabılarıyla seccadeye basan fotoğraf verse de bu durumun karşı tarafın bir oyunu olduğunu gösterme görevi verilmiş.
Kılıçdaroğlu’nu, sözde dindarlara ‘kanka’ gösterebilmek için, onu, oruç tutmasa da iftarlarına davet ediyor; birlikte oruç açıyor (nasıl oluyorsa?) ve onu kürsüye davet edip, sözde, ayetli-hadisli konuşturuyorlar.
O da kürsüye çıkıp; “Erbakan’ın dediği gibi, ‘Hak geldi, batıl zail olacak’” vurgusuyla, başta Karamollaoğlu olmak üzere tüm Saadet Partililerin alkışlarını topladı.
Kılıçdaroğlu