27 Şubat 2008
Çocuklara müdahale etmekle onları desteklemek arasındaki ince çizgi anne baba tarafından daima kollanmalıdır. Çünkü desteklemekten yönlendirmeye doğru geçtiğinizde çocuğunuzun kendi keşiflerini yapmasını, engellemiş olacaksınız. Anne-babaların çocuk yetiştirirken "mükemmel" olma adına telaşları ve sürekli gelişen dış çevre önemli bir karmaşa yaratmakta. Anne-babaların kafası çoğu zaman daha fazla ne yapılmalı ile ilgili olarak oldukça meşgul: Sürekli kitaplar okuyorum, yapmam gereken daha fazla bir şey var mı? Zeka geliştirici oyunlar neler olmalıdır? Çocuğumu yeni açılan kurslardan hangilerine yazdırmalıyım? En erken hangi spora başlamalı?..
Elbette ki doğumdan hemen sonra devreye giren dış çevrenin niteliği ve çocuğa sağlanan uyaranlar zeka ve kişilik gelişimi açısından çok etkilidir. Her çocuğun temel kapasitesi, öğrenme deneyimleriyle etkileşerek gelişir. Dolayısıyla doğumdan itibaren başlayan ve çocukluk dönemini kapsayan yıllar boyunca entelektüel gelişim için çevresel uyaranların önemini yok sayamayız.
Ancak anne babaların çocuklarına uyaran oluştururken bunu aşırı ilgilenme, hatta çocuğu bastırma boyutuna getirmeleri çocuklar için tehlikedir.
Çocuklara müdahale etmekle onları desteklemek arasındaki ince çizgi anne baba tarafından daima kollanmalıdır. Çünkü desteklemekten yönlendirmeye doğru geçtiğinizde çocuğunuzun kendi keşiflerini yapmasını, öğrenme hevesini, problem çözme yeteneklerini engellemiş olacaksınız.
Çocuğunuzun daha zeki olmasını sağlamak için sürekli bir şeyler araştırırken temel sevgi ilişkisini dahi gözden kaçırma riskiniz olabilir. Oysaki ona sevgi ve güven ortamı sağlamanız tüm gelişim için gereken hammaddedir.
Ona hayatı zindan etmeyin
Az sayıda çocuk bir spor ya da sanat faaliyetine çok erken yaşta doğal ve yüksek bir yetenek gösterebilir. Ancak çoğu çocuk için tenis, futbol gibi sporlarda 7 yaşını beklemek gerekir. Jimnastik, yüzme, dans gibi daha genel koordinasyon gereken sporlar da zorlamadan sunulduğunda okul öncesi dönemdeki çocuklar için uygun olabilir. Ancak ilk denemede pek de sevimli olmayan bir durum yaşamışsanız, bu konuda biraz daha beklemeniz gerektiğini unutmayın. Aynı spora sadece birkaç ay ya da bir yıl sonra çok daha farklı deneyimleyebilirsiniz. Açılan her kurs sizin çocuğunuz için çok gerekli ya da eğlenceli olmayabilir. Değişen dünyanın size sunduğu olanaklardan faydalanmanız elbette iyidir. Ancak çocuğunuza bu fırsatları sunarken ona hayatı zindan etmekten de uzak durmalısınız. Seçimlerinizde çocuğunuzun doğası ile işbirliği yapmanız gelişimine gerçek katkı sağlamanıza yardımcı olacaktır.
Yazının Devamını Oku 6 Şubat 2008
Ergenlik dönemi, çocuğunuz için, sizin için olduğundan daha karışık ve anlaşılmazdır. Çatışmayı, büyümenin koşulu olarak kabul etmeye çalışın. 11 yaş civarı, oldukça farklılaşan zihin yapısı ile hem çocuğun hem de anne-babanın yeni uyum stratejileri geliştirmesi gereken önemli bir dönemdir.
Bu döneme kadar, başı-sonu belli, somut bir çerçevede olan düşünceler, yerini sınırsız, çok seçenekli ve önceden kestirilemez soyut düşüncelere bırakır.
Bu dönem çocuğu bir taraftan kendine pek çok soru sorarak içine döner, diğer taraftan kendini dışarıdan gözlemlemeye başlar. Sanki herkesin dikkati onun üzerindedir. Kıyafetinin ince ayrıntıları üzerine saatler geçirebilir.
Daha genişlemiş bir zihinsel bakış açısı ile "idealler" ve "gerçekler" arasında değerlendirmeler başlar. Diğerlerinin evi, arabası, odası, anne-babası daha iyidir. Gelişen bakış açısı ile kişisel karar alma isteği ve becerisi de artar. Bu da sonu gelmez tartışmaların başlaması anlamına gelir. Çıkışlar daha sert ve anidir. Beklenmedik patlamalar sıklaşmaya başlar.
Unutmayın ki bu durum çocuğunuz için, sizin için olduğundan daha karışık ve anlaşılmazdır. Çatışmayı, büyümenin koşulu olarak kabul etmeye çalışın.
Genç adayı çocuğunuzun "ne yaptığı" ile değil "neden yaptığı" ile daha çok ilgilenmeye, yani onu merak etmeye ve anlamaya çalışın.
Tehlikeli sonuçlar söz konusu olduğunda kesin tavır almaktan çekinmeyin, ancak katlanılabilir her durumda bırakın çocuğunuz kendi seçimini yapsın.
Daha önceki yıllarda sanki tükenmeyecek gibi görünen fiziksel enerjinin yerini durağanlığa, yavaşlığa bırakması normaldir. Bu dönem çocuğu için konuşmak ve fikirlerini paylaşmak, fiziksel bir hareketten daha ilginçtir. Bu dönemde anlattıklarının daha fazla dinlenmesine ihtiyacı olduğunu unutmayın.
İdare etmek zor da olsa, bu dönemdeki aktivite düzeyi ve zihinsel işlevlerin iyi beslenme ile de ilgili olduğunu unutmayın. Sağlıklı ve dengeli beslenmesi için çatışmadan önlem almaya çalışın.
Onu dikkatle dinleyin; anlattıkları ile ilgili sorular sorun. Fikirlerine her zaman katılmanız gerekmez, sakince anlamaya çalışın.
Anlattıkları içinde mutlaka duyguyu yakalayın ve ifade edin. Anlaşılmak hissi, bu yaş için en etkili çatışmayı çözme yöntemidir: "Ne kadar incinmiş olduğunu anlıyorum", "Çok kızmışsın, fark ettim" gibi cümleler etkili olur.
Gençliğe aday çocuğunuzun öfke dahil tüm olumsuz duygularını ifade etmesi için fırsat tanıyın. Biz yetişkinleri bile olumsuz duygularımızın dinlenmesi rahatlatır.
Giyiminde, tavırlarında her gün farklı birinin ya da bir tarzın yansımasını görmek, sizi şaşırtmasın. Unutmayın, bütün için önce parçalar gerekir.
Hem kendi kendine olmak hem de sizin ulaşılabilir bir yerlerde olmanız gibi çelişkili talepler sizi şaşırtmasın. Bağımsızlık bu gel-git pratiklerinin sonucunda oluşacaktır.
Ara sıra okuduğu kitapları okumayı, izlediği filmleri izlemeyi ve üzerinde konuşmayı deneyin. Bu aranızda sandığınızdan daha sıcak bir temas oluşturacaktır.
Küçük çatışmalar çocuğunuzun kendi sınırlarını, sizin sınırlarınızı, ahlak-vicdan kurallarını öğrenmesine yardımcı olur. Bundan korkmayın.
Koşulsuz sevginiz altında belli kurallar koymaktan ve bunlara bağlı kalmaktan endişe duymayın. Hálá sizin gücünüzü hissetmek, kendi gücünü kullanmaktan daha iyi gelecektir.
Yazının Devamını Oku 30 Ocak 2008
Toplumun genelinde cinselliğin çocukta olmadığı, ergenlik çağında ortaya çıktığına ilişkin yanlış bir inanç vardır. Yetişkinlerce çocuğa atfedilen bu masumiyetin altında, anne-babanın kendi idealleri ve çocuğu belli bir çerçevede algılamaya ilişkin arzuları yatar.
nne-babalar çocuklarını mükemmel görme eğilimindedir. Çocuğun cinselliği ise bu mükemmelliği bozar. Bu nedenle anne-baba, çocuk cinselliğini yok sayarak çocuklarına atfettikleri mükemmelliği korumaya çalışır. Böylece toplumda çocukta cinselliğin var olmadığına ilişkin yanlış bir kanı oluşmuştur.
Peki çocuk cinselliğinin doğası nedir? Çocuk cinselliğinden bahsederken yetişkin cinselliğine benzer bir olgudan mı söz ederiz? Elbette çocuktaki cinsellik tam anlamıyla bir yetişkin cinselliğine denk düşmez. Çocuk cinselliği haz almaya yönelik, bakım ve sevgi almayı amaçlayan bir cinselliktir.
Çocukta cinsellik doğumla birlikte başlasa da özellikle 3 yaş civarında çocuğun cinselliğe olan ilgisi belirgin biçimde fark edilir. Bu dönemde anne-baba arasında olanları, çocukların nasıl dünyaya geldiğini, karında neler olduğunu, çocukların nasıl doğduğunu, cinsiyetler arası farkları merak ederler. Kısacası çocuk var oluşunu sorgulayan sorular sorar. Bu sorularla neyin suç neyin yasak olduğunu anlamaya çalışır. Böylece çocuk kendi dünyasının sınırlarını çizer. Bu sınırlar çocuğu bir yandan engellerken bir yandan da kendini güvende hissetmesini sağlar.
Ailelerin çocuk cinselliğini tanımayan bir tutum içinde bulunmaları, çocuğun bazı hareketlerini olduğundan daha masum şekilde algılamalarına, dolayısıyla çocuğun gelişimini olumsuz yönde etkilemelerine yol açabilir. Bunlardan en sık rastlananı, çocuğun anne-babası ile birlikte uyumasıdır.
Bazen de çocuk oldukça açık bir cinsellik sergiler. Örneğin, aile çocuğun mastürbasyon yaptığını fark edebilir veya onu arkadaşlarıyla doktorculuk gibi cinsel bir oyun oynarken görebilir. Ailenin bu durumu nasıl ele aldığı, hangi noktaya kadar bu davranışı normal kabul edip hangi noktada yardım alacakları önemli bir yol ayrımıdır.
Ayrıca çocukların cinsel davranışları kadar cinsellikle ilgili soruları da anne-babaları çıkmaza sokabilir. Bu noktada anne-babanın cinselliğe ilişkin kendi tutumlarının farkında olmaları, bu konuyu konuşmaya dair kendi hislerini anlamaları önemlidir.
Çocukların cinsel merakları karşısında anne-baba tutumu
Anne-babalar, çocuğunun cinsellikle ilgili soruları karşısında ne yapacaklarını çoğu kez bilemezler.
Öncelikle cinsellik hakkında diğer konuştuğunuz konularda olduğu gibi doğal ve rahat bir tutum sergilemeniz, onun da bu konuyu "konuşulabilir" bir konu olarak algılamasını sağlar. Ebeveynin ses tonundaki kaygı, çocuğun kendine ve kendi cinselliğine bakış açısını etkileyebilir. Çocuk bunu konuşmanın ayıp veya yasak olduğunu düşünebilir. Çocuğun sorularına hakiki cevaplar verilmeli, çocuğun endişesi gereksiz yere yoğunlaştırılmamalıdır.
Açıklama mutlaka çocuğun yaşına, gelişim seviyesine uygun olmalıdır. Çocuğunuzun ne kadar bilgiye ihtiyaç duyduğuyla ilgili adımları takip edin. Sorduğu kadarını cevaplayın. Cinselliği çocuğun hızında, onun bilmek istediği kadar anlatmak gerekir. Bunu yaparken bir yandan da çocuğun doğasını dikkate almak en önemli noktadır. Her anne-baba, kendi çocuğunun ne kadar bilgiyi taşıyabileceğini bilir. Dolayısıyla aynı yaştaki iki çocuğa bile farklı açıklamalar yapmak gerekebilir. Bu nedenle bir reçeteden bahsedilemez. Ancak hangi yaşta olursa olsun çocuğa anne-baba arasındaki aşk ve sevgi bağını anlatmak gereklidir. Bu, cinselliği mekanik bir olgu olmaktan çıkarıp, cinselliğin duygusal boyutunu vurgulamanızı sağlar.
Kısacası, çocuğun ne kadar bilgiye ihtiyaç duyduğunu ve ne kadarını taşıyabileceğini göz önünde bulundurarak doğru cevapları, duygusal öğeleri de katarak sakin bir biçimde vermek önemlidir.
Konuşmayı kısa tutmak ve sonraki sorular için de çocuğa kapıyı aralık bırakmak önem taşır. Aynı sorular zaman içinde tekrar tekrar gelebilir; bu da gelişimin bir parçasıdır.
Pek çok anne-babanın nihai endişesi, çocuğun yetişkin cinselliğini, cinsel ilişkiyi merak etmesidir. Halbuki bu konuşmaların, çocuğunuz sizi o yöne yönlendirmedikçe illa ki üreme ve cinsel birleşme odaklı olması gerekmez. Çocuğunuzu takip ederek onun nerede durduğunu, neyi öğrenmeye çalıştığını anlamaya uğraşın. Bunun için "Sen nasıl olduğunu düşünüyorsun" diye sorarak onun ne kadar bilgisi olduğuna ilişkin bir ön bilgi edinebilirsiniz. Erken yapılan bir açıklama çocuğu dehşete düşürebileceği gibi, geç kalındığında da yaşıtlarından, etraftan duyduğu yanlış bilgileri kendi fantezisiyle çarpıtarak yanlış teoriler üretebilir çocuk...
Yazının Devamını Oku 23 Ocak 2008
Erken dönemde anne-babaların okuma gelişimine yapacakları en büyük katkı, "okumaya model" olmaktır. Çocukları okumanın eğlenceli olduğuna ikna edebilecek en etkili davranış ebeveyninin kendisinin okur olmasıdır. Toplumda, okuma konusunda "Okumayı erken öğrenen çocuklar üstün yeteneklidir" şeklinde yaygın bir inanç vardır. Oysa ki, erken okuma öğrenmenin her zaman üstün zeka ile ilişkisi olmayabilir. Toplumsal gelişim ve iletişim becerileri konusunda çok ciddi sorunlar yaşamalarına rağmen, okumayı anlamla ilişkilendirmeden öğrenebilen pek çok çocuk olduğunu unutmayalım.
Okumayı mekanik olarak çözmekten daha önemli olan "okuduğunu anlamlandırmak"tır. Erken dönemde çocukların okumaya zorlanması, onların ileride iyi okuyucu olmalarını engelleyebilecek yanlış başlangıçlardan biridir. Çocuklar okumayı, sadece harfleri bir araya getirmek için değil, anlamını çözmek, öğrenmek için istemelidirler. Bu noktada anne-baba ve öğretmenlerin okul öncesinde hedefleri, çocukları "şifre çözmeye" değil "anlam çıkarmaya" odaklanmak olmalıdır.
İyi bir dil yeteneği ve düşünme becerisi oluşmamış çocuklar, okuduklarını anlamada zorlanırlar. Oysa iyi okuma; anlam çıkarma, anlamı düşünce ile birleştirme ve bundan deneyim çıkarma demektir. Erken dönemde okumaya zorlanan çocuklar sadece şifre çözme olarak öğrenip anlam üzerine odaklanamayan, bir süre sonra da bu işten sıkılma riski olan çocuklardır.
Az sayıda çocuk ise gerçekten kendiliğinden okumayı çözmeye motive olurlar. Bu çocuklar kendi kendilerine okumayı sökerler. Bu durumda engel koymak da doğru değildir. Ancak yine de bu çocukları anlamaya yönlendirmek doğru olacaktır.
Erken dönemde anne-babaların okuma gelişimine yapacakları en büyük katkı, "okumaya model" olmaktır. Çocukları okumanın eğlenceli olduğuna ikna edebilecek en etkili davranış ebeveyninin kendisinin okur olmasıdır.
Ayrıca oyun, sohbet, cisimleri iyi yönlendirme, yön bilgisi kazandırma gibi uğraşlar, çocuğu ileride "iyi okuyucu" kılacak en etkili uğraşlardır.
Zengin dil kazanımı, iyi okumayı destekleyen en önemli temeldir. Adını okuduğu nesnenin ne olduğunu bilen çocuklar, okuma ve anlamada daha hızlı ve başarılı olurlar. Çocuğunuza okuduğunuz öyküler, yaptığınız sohbetler, oynadığınız oyunlar, onun dil gelişimini zenginleştirir.
Neler yapmalısınız
İlkokula hazırlık döneminde çocuğunuzun okumayı sökmesi için yönerge vermek yerine, temel dil becerisini ve kavrayışını destekleyin.
Bol resimli kitaplar okuyun. Resimler ve öyküler arasındaki ilişkiden bahsedin, ayrıntılara girmesini sağlayın.
Yukarıdan aşağıya ve soldan sağa doğru okuduğunuzu görmesini sağlayın.
Çocuğunuzun iyi bir dinleyici olmasını sağlamak için ilgisini çeken kitapları, ilgisini canlı tutacak şekilde okuyun.
Okumayı öğrense bile, ona istediği sürece bu şekilde kitap okumaya devam edeceğiniz güvencesini verin.
Kendiniz de iyi bir okuyucu olmaya çalışın.
Okumaya hazır olduklarında harflerle ilgili soru sormaya başlarlar; meraklarını gidermekten çekinmeyin.
İlkokul döneminde çocuğunuz, okumayı sökmede sınıftaki arkadaşlarından daha geride olabilir. Bu nedenle gerginlik ortamı oluşturmaktan uzak durun. Her çocuğun öğrenme hızının farklı olduğunu ve çabuk okuyanların daha zeki oldukları anlamına gelmediğini onunla açıkça paylaşın.
Ona harfleri birleştirmek için baskı yapmak yerine, bol kitap okumaya devam edin. Okumayı öğretmek için değil, iyi okuma alışkanlığını oturtmak için çaba gösterin. Okuduğunuz öyküyü kısaca anlatması için yüreklendirin.
Okumada yaptığı hatalara acele yardım etmeyin; bırakın anlamın bozulduğunu kendisi fark etsin ya da düzeltmek yerine anlam üzerine dikkatini çekin. Sıra ile okumaktan çekinmeyin. Anlamı yakaladıkça hevesi de artacaktır.
Okuma egzersizlerini reddediyorsa
Çocuğunuz okuma egzersizlerini reddediyorsa hemen kendinizi gözden geçirin:
Çok baskı yapıyor olabilir misiniz?
Okumayı sökmesi için gereğinden fazla zaman mı ayırıyorsunuz?
Yüksek beklentiler içinde bir gerginlik ortamı yaratmış olabilir misiniz?
Bilgisayar oyunları ve televizyon gereğinden fazla zamanını alıyor olabilir mi?
Çocuklar her zaman başarılı olmak isterler ve hataları da bilerek yapmazlar. Öğrenme adına oluşturulan gerginlik ortamı beynin işleyişini bozarak durumu daha da güçleştirecektir. Çocuğunuzu başarıya inandırmanın ve yüreklendirmenin öğrenmesine daima katkı sağlayacağını unutmayın.
Satranç şampiyonası başlıyor
Türkiye İş Bankası’nın ana sponsoru olduğu, Türkiye Satranç Federasyonu’nun düzenlediği, "2008 Türkiye Yaş Grupları Satranç Seçme Şampiyonası" 26 Ocak’ta başlıyor. Antalya Limra Otel’de, 26 Ocak-2 Şubat tarihleri arasında gerçekleşecek şampiyonaya, il yarışmalarına katılmış ve yarışmaları tamamlamış 7-18 yaş arası sporcular katılabilecek. Şampiyona sonunda sporcular, aldıkları derecelere göre Dünya ve Avrupa Şampiyonası’nda oynamaya hak kazanacak. Ayrıca her yaş grubunda üst sıralarda yer alan sporcular, Milli Takım havuzuna alınacak. Bilgi için adres: www.tsf.org.tr
Çocuklarınıza şiiri sevdirin
Fatma Küçüktaş’ın "Cıvıl Cıvıl Şiirler" adlı çocuk şiirleri kitabı, Büyülü Fener Yayınları’ndan çıktı. 14 şiirin yer aldığı kitabın çizimleri ise Deniz Üçbaşaran’a ait... Küçüktaş, yalın ve çocuksu anlatımı sayesinde okuyucuları ile şiirlerindeki "kahramanlar" arasında bir köprü kuruyor. Renkler ve çizgiler aracılığıyla şiirlerin daha da anlaşılır kılındığı kitap, çocukların görsel zevkini geliştirmeyi ve onlara şiiri sevdirmeyi amaçlıyor.
Winx Club hayranları İstinye’de buluşacak
Hem hikayeleri, hem de lisanslı ürünleri ile kızların en beğendiği çizgi kahraman olan Winx Club, 25-31 Ocak tarihleri arasında İstinye Park’ta gerçekleşecek birbirinden eğlenceli aktivitelerle hayranlarıyla buluşuyor. Peri makyajı, takı tasarımı ve dans uygulamaları, oynatılacak Winx Playstation oyunları ile çocuklar keyifli bir sömestr geçirebilecekler.
Yazının Devamını Oku 16 Ocak 2008
Oyun, çocuğun dünyasında kendini ifade etmesi, yaratıcı becerilerini geliştirmesi ve iyi vakit geçirmesi kadar, anne-baba ilişkisindeki pek çok çatışmayı çözmek ve bir uzlaşma ortamı yaratmak için en önemli alandır. Çocuklar duygularını yetişkinler gibi anlamlandıramadıkları gibi duyguları hakkında da yetişkinler gibi konuşamazlar. Oyun, çocuğun duygularını, meraklarını ve ihtiyaçlarını ifade edebileceği bir alan sağlar. Gündelik yaşamda çocuk yetişkinlerce kontrol edilen bir dünyaya uyum sağlamak durumundadır. Oyun aynı zamanda çocuğa bu yetişkin dünyasından uzakta, kurallarını kendi koyabildiği ve böylece yaşamı üzerinde bir kontrol duygusu hissedebildiği bir yer açar. Anne-babanın çocuğuyla ilişkisinin önemli bir kısmı oyun aracılığı ile gerçekleşmektedir. Bu yüzden çocuğuyla ilişkisini daha olumlu bir hale getirmek isteyen anne-baba ilk önce çocuğuyla oynadığı oyunu olumlu bir hale getirmelidir.
Oyun, çocuğun dünyasında kendini ifade etmesi, yaratıcı becerilerini geliştirmesi ve iyi vakit geçirmesi kadar, anne-baba ilişkisindeki pek çok çatışmayı çözmek ve bir uzlaşma ortamı yaratmak için en önemli alandır. Oyun oynayarak anne-babalar başka türlü hiçbir yolla olamayacağı kadar çocuklarına yaklaşabilirler ve onları keşfetme fırsatı yakalarlar. Çocuğun sadece bakımı, korunması ve bir takım günlük yaşam hedeflerinin (temizlik, ödev yapma, oda toplama vb) gerçekleştirilmesi yeterli değildir. Oyun da bunlar kadar önemli ve rutinde yer alması gereken bir süreçtir.
Bir çoğumuz çocuklarımızla oyun oynarken hem onlarla güzel vakit geçirmek hem de onlara bir şeyler öğretmek amacı güderiz. Özellikle çocuklarıyla paylaşacak vakti kısıtlı olanlarımız, gün içinde onlara vermek isteyip de veremediğimiz "her şeyi" birlikte oynadığımız oyuna sığdırmaya çalışırız. Örneğin, bir çoğumuz bizimle lego yapmak isteyen oğlumuza "Uçak öyle değil böyle yapılır" ya da evcilik oynamak isteyen kızımıza "Dikkat et, yemeği dökme" gibi müdahaleler yaparız.
Çocuğunuzun yaptığı olumlu davranışları ödüllendirin
Bazen farkında olmadan bu müdahaleler öyle çok olmaya başlar ki, hem çocuğun yaratıcılığını ve girişimciliğini engellemeye hem de ebeveynin onunla olan ilişkisini germeye başlayabilir. Çocuk ebeveyni daha çok öğretici konumda görebilir. Bu da çocuğun ya onunla güç mücadelesine girmesine ya da tamamen pasif bir konuma geçerek boyun eğmesine yol açabilir. Biz her ikisini de istemeyiz.
Çocuğun hem kendisine güvenli hem de sınırlarını bilerek davranması için anne-babanın onunla geçirdiği olumlu bir zamanın olması, yaptıklarının ve söylediklerinin duyulduğunu ve önemsendiğini hissetmesi ve yaptığı olumlu davranışların ödüllendirilmesi gerekmektedir. Çocuk negatif bir davranış gösterdiğinde (zarar verme dışında) ise anne ve babanın bu davranışı görmezden gelmeleri gerekmektedir. Başlangıç olarak günün belirli bir saatinde oynanan oyunda uygulanacak yöntemler zamanla anne ve babanın günlük davranışlarına yansıyacak, çocuklarıyla daha verimli ilişki kurmalarına yardım edecektir. "Özel zaman" olarak da adlandırabileceğimiz bu oyun süresinde anne ya da babanın çocuklarıyla oynarken bazı noktalara dikkat etmeleri önerilmektedir.
Bunlara dikkat
Seçtiğiniz zaman birimi sizi ya da çocuğunuzu başka şeyleri tercih edecek aktivitelerden alı koymayacak şekilde olmalı. Özellikle de başlangıçta örneğin televizyonda sevdiği bir çizgi filme alternatif olmamalı.
Telefonda ya da bir başka şey (arkadaş, komşu, tamirci gibi) tarafından engellenmeyeceğiniz bir zamanda yapılmalı.
Tercihen günün aynı saati olması çocuğunuzun da zamanla kendisini bu saate ayarlamasına neden olur...
Oyunun kontrolünü elinize almayın veya onu yönlendirmeyin.
Soru sormayın ve komut/emir vermeyin: Sorular ancak bir şeyi anlamadığınızda ya da bir şeyi açıklığa kavuşturmak için olmalı. Bu zamanın amacı sizinle birlikte olmanın keyfini sürmek, bir şey öğrenmek değil.
Yeri geldiğince sözel ödül, onay ya da olumlu geribildirimde bulunun. Bunu abartmadan, mütevazı ve uygun bir şekilde yapın. Bunları yaparken belirli/özel olumlu davranışa odaklanın. "Böyle sessizce oynamamız hoşuma gitti", "Bak ne güzel yaptın" gibi sözel onayların yanında yanağından öpmek, saçını okşamak, gülümseme, elleri birbirine çırpmak gibi sözel olmayan onaylamalar da çok değerli olacaktır.
Olumlu davranışlarını beklemeden hemen arkasından onaylayın.
Eğer olumsuz davranışlarda bulunursa önce birkaç dakika başka şeyle ilgilenin. Eğer davranışına devam ederse bu özel zamanın biteceğini söyleyerek uyarın, etkili olmazsa oyunun bittiğini söyleyerek odayı terk edin. Güzel davrandığı zaman yine oynayacağınızı söyleyin.
Zaman zaman biraz daha yapılandırılmış oyunlar da çocuğunuzun farklı yönlerden gelişimine katkıda bulunacaktır. Bu tarz oyunlarda dikkat etmeniz gereken noktalar şöyle özetlenebilir:
- Serbest oyunun arkasından masa başı faaliyetlere geçeceğinizi çocuğunuza önceden bildirebilirsiniz.
- Yapılandırılmış ortam başlangıçta 5 dakika hatta daha az bile olabilir. Önemli olan bir aktiviteyi tamamlayıp (başarması değil) kalkmasıdır.
- Masa başında onun başarılı olduğunu düşündüğünüz bir şeyden başlayın.
- Faaliyetler sözel ve performans (yapma/etme-el becerileri) olarak dönüşümlü olmalı. Örneğin kitap dinlemenin arkasından hamur yapma gibi.
- İlk başlarda en ufak adımları bile destekleyin. Bir gün önce yap-bozların hiçbir paçasını ellemek istemediyse ve bir sonraki gün eline alıp deniyorsa "Ne kadar güzel deniyorsun" gibi.
- Yönergeleriniz kesin ve net olmalı, soru cümleleri barındırmamalı "Yapalım mı?" yerine "Şimdi hayvanlarla oyuna geçiyoruz", "Bir kare yapar mısın?" yerine "Bir kare yap" gibi.
Yazının Devamını Oku 26 Aralık 2007
Yaygın Gelişimsel Bozukluk, otistik özelliklerden birkaçını gösteren çocukları daha kolay tanıyabilmemiz için verilmiş bir isimdir. Bu çocuklar 4 yaşından önce aldıkları erken teşhisle çok hızlı bir şekilde öğrenmeye ve değişmeye açıktırlar.
Bireyselleşmenin altının kalın çizgilerle çizildiği çağımızda nörobilim, insan beyninin sosyallikle beslenen ve yapılanan taraflarını keşfetmekte... Beynimizin sosyal bir organ olması ve yaşam olaylarıyla şekillenmesi, insanlık tarihinin en temel yapıtaşlarından biri...
Peki çocuğumuz arkadaşlarıyla oynamak yerine kendi kendine kalmaktan zevk alıyor, gözlerinize bakmaktan çok hoşlanmıyor hatta çok baktığında kaygılanıyor, uçak ve bebek gibi çoğu çocuğun sevdiği oyuncaklarla ilgilenmiyor, nezaket kurallarını anlamıyor, fiziksel temastan çok hoşlanmıyor, siz odadan çıkarken el sallamıyor, sizin duygularınızı anlamıyor gibi görünüyor, hep aynı oyunu oynamak gibi katı davranış kuralları içine giriyorsa ne düşünmek gerekir?
Toplumun bilinçlenmesiyle, bu tür davranışların çok ağır olduğu durumlarda otizm tanısının araştırılması akıllara kolaylıkla gelmeye başladı. Ancak, yukarıda saydığımız durumların sadece birkaçını gösteren ve kendi içerisinde yavaş da olsa ilerleyen bir çocuk grubu var ki, toplumun bu grup hakkında biraz daha bilinçlenmesi gerek. Bu durum Yaygın Gelişimsel Bozukluk olarak adlandırılır.
Yaygın Gelişimsel Bozukluk, yukarıda sayılan otistik özelliklerden birkaçını gösteren ancak hepsini göstermeyen çocukları daha kolay tanıyabilmemiz için verilmiş bir isimdir. Bu çocuklar 4 yaşından önce aldıkları erken teşhisle çok hızlı bir şekilde öğrenmeye ve değişmeye açıktırlar. Bu sebeple, anne-babaların çocuklarında gördükleri bu özellikleri göz ardı etmemeleri gerekir. Erken yaşta bir uzmandan alacakları teşhis ve başlayacakları özel eğitim programı, çocukların gelişimini çok olumlu etkileyebilir.
Yaygın Gelişimsel Bozukluk için dikkat edilmesi gereken noktalar şöyle sıralanabilir:
n Çocuğunuz ilk kelimesini ancak 2 yaş civarında söylemişse
n 1,5 yaşından önce yürümüyorsa
n Ona gülümsediğinizde size çoğu zaman tepkisiz bakıyorsa
n Bebeğine süt içiriyormuş ya da saçını tarıyormuş gibi hayal gücü gerektiren oyunları oynamıyorsa
n İlgisini çeken bir oyuncağı size göstermiyorsa
n Sizden bir şey isterken parmağıyla işaret etmiyorsa
n Sosyal ilişkilere fazla önem vermiyor ve kendi kendine yaşıyor gibi görünüyorsa bir uzmanla görüşmeniz son derece önemlidir.
Bazı çocukların da dilin gramerini, kelime dağarcığını, cümle yapısını normal zamanda hatta belki daha da erken kavradıklarını, ancak yüz ifadeleri ve vücut dili gibi sözel olmayan iletişimde, empati kurmada, kol ve bacaklarını rahatça kullanmada (örneğin zıplama, koşma gibi) gerilik gösterdiklerini görebiliriz. Böyle bir durumda da yine uzman görüşü almak önemlidir.
Böylesi bir durumda akıllara şu soru gelebilir: "Çocuğum konuşmaya başladı, verdiğim komutları anlıyor, isteklerini çoğu zaman ifade ediyor, zekası iyi gibi hatta bazı konularda (okuma, yazma, rakamlar vs.) yaşıtlarından da iyi durumda, nasıl bir gelişimsel geriliği olabilir ki?" Yüksek IQ’ya sahip, dil gelişimi normale çok yakın ancak sosyalliği, hayal gücü içeren oyunu, başkalarının duygu ve düşüncelerini anlama yeteneği, vücudunu rahatça hareket ettirebilme yeteneği kısıtlı bireylerde otizm skalasına dahil olan "Asperger Sendromu" düşünülebilir. Bu sendroma sahip bireyler, çoğu zaman üstün zekalarına rağmen okul çağına geldiklerinde problemli bir döneme girerler. Kısıtlı empati yetenekleri, karşılarındaki kişinin duygusal ifadelerini doğru okuyamamaları, yoğun kaygıları sebebiyle, öğretmenleri ve arkadaşlarıyla verimli ilişkiler kuramaz ve sosyal kuralları takip etmekte zorlanırlar. Bu durum bazen onların "yaramaz", "söz dinlemez" hatta "anlamıyor" gibi etiketlerle damgalanmalarına sebep olur.
Bir bireyi yanlış etiketlemek, onun kişisel farklılığına saygı duymamayı içerdiği gibi ona ulaşabileceğimiz yardım yollarını da kapatmaktadır. Eğer çocuğunuzda onun akademik ve kişiler arası iletişim gelişimini olumsuz yönde etkileyen bir sosyallik sorunu olduğunu düşünüyorsanız, bir psikiyatrist ve psikologdan yardım almanız çok önemlidir. Doğru teşhis ve müdahalelerle her bireyde olduğu gibi Asperger ve Yaygın Gelişimsel Bozukluğa sahip bireylerde de sosyal ve zihinsel gelişim sağlanabilir.
Yazının Devamını Oku 12 Aralık 2007
Aileden ve evden farklı bir yerde günü geçirmeye başlamak, tanımadığı çocuklarla bir arada olmak, okul çağı çocuklarının ortak kaygılarıdır. Öte yandan bir gruba ait olma, sevme, sevilme, kabul edilme, takdir görme onlar için çok önemlidir. Arkadaşları tarafından sevilen çocuk, okula uyum sürecini daha kolay atlatır. Anne ben bugün okula gitmek istemiyorum", "Çok uykum var, bugün gitmesemmm", "Ne olur sen de benimle gel"... Bazı ebeveynlerin okulun ilk günlerinde çocuklarından duyduğu ortak duygular ve ifadelerdir bunlar. Okula başlama, çocuğun hayatındaki ilk kurumsal deneyimdir. Zorlu ve kaygı dolu bir süreçtir. Çocuk hiç tanımadığı, bilmediği kurallarla dolu bir çevreye ilk adımını atar. Aynı anda anne-babasından ayrılmanın ilk kaygılarıyla da kendi içinde baş etmeye çalışır. Her çocuk ayrılık kaygısını fiziksel ve psikolojik olarak farklı şekillerde yaşayabilir.
Ayrılık kaygısı çocuğun bağlandığı, sevdiği ve güvendiği kişiden ve ortamdan ayrılması nedeniyle oluşur. Çocuk, kendisi okuldayken anne-babasına bir şey olacağı veya terk edileceği kaygısını yaşar. İlk çocukluk döneminde anne ile kurulan güven ilişkisi, çocuğun dünyaya ve diğer insanlara olan bakış açısının temelini oluşturur. Bu ilişkinin kalitesi bu kaygının sürecini de etkiler. Çocuğun bu kaygıyı bir ölçüde yaşaması normaldir.
Okul fobisi, erken bebeklik döneminde özellikle annesi tarafından yeterli sevgi doyumuna ulaşamamış çocuklarda daha çok görülebilir. Göz ardı edilmemesi gereken başka bir durum ise okul fobisinin bazen anne-babalar tarafından çocuğa yansıtılmasıdır. Kaygı anne-babanın dokunuşundan, bakışından çocuğa yansır ve çoğalarak büyür.
Çocuk bir yandan yeni bir ortamın getireceği şeylerden heyecan duyarken, diğer yandan bilinmezliğin getirdiği kaygıyı yaşar. İlk defa kendini güvende hissettiği ailesinden ve evinden farklı bir yerde gününü geçirmeye başlamak, tanımadığı çocuklarla bir arada olmak, çocuğu kaygılandırır. Okula uyum süreci 2-3 haftayı alabilir. Bu sürenin uzaması ve kaygının artması çocuğun derslerindeki başarıyı olumsuz yönde etkileyebilir. Devamlı anne-babasını ve kendi güvenli kalesi olan evini düşünen çocuk, derslerine konsantre olmakta güçlük çeker.
Arkadaş çevresi uyumu kolaylaştırır
Çocuğun okula uyum sürecini etkileyen bir başka etken ise arkadaşlık ilişkileridir. Okul öncesi dönemde anaokulu deneyimi olan çocukların daha kolay arkadaşlık kurabildikleri görülmüştür. Çocuklar için bu yaşta bir gruba ait olma, sevme, sevilme, kabul edilme, takdir görme çok önemlidir. Arkadaşları tarafından sevilen çocuk, okula uyum sürecini daha kolay atlatabilir. Sosyal ortamlara girmede, arkadaş ilişkisi kurmada zorlanan çocukta okul fobisinin daha uzun sürmesi beklenebilir. Çocuk, arkadaş ilişkilerinde aradığı güveni ve aidiyet duygusunu bulamadığı zaman evine ve anne-babasına daha çok ihtiyaç duyacaktır.
Çocukların anneleriyle bebeklik döneminden itibaren kurduğu ilişkiler, çocuğun duygusal gelişimi açısından çok önemlidir. Annenin henüz hamileyken bile çocuğuna olan duygusal yatırımları, çocuğuyla ilgili kaygıları ya da korkuları çocuğun algılarının oluşmasında rol oynayan etmenlerdir. Benzer olarak, annenin çocuğunun okula gitmesi konusundaki düşünceleri de çocuğun okulla ilgili düşüncelerini etkiler. Örneğin, çocuğunun okula başlayacak olması anne için kaygı uyandıran bir durumsa, çocuk da okula başlayacağı için kaygılanacaktır.
Okula gitmeyi reddeden çocuklar bir tür ayrılık kaygısı yaşarlar. Çocuklar okula gitmeyi reddedebilir ya da anne-baba figüründen ayrılma nedeniyle yaşadıkları kaygılar yüzünden okula devam etmekte zorlanabilirler. Öte yandan çok yapışık aile düzenleri, aşırı koruyucu ebeveynleri olan çocuklar da bazen dikkat çekmek için bazen de ayrılma kaygısıyla okula gitmeyi reddedebilirler.
0-4 yaş arası, çocukların beyin gelişimlerinin en aktif olduğu yıllardır. Erken dönemdeki çalışmalar, çocuğun okul başarısında önemli bir rol oynar. Yapılan araştırmalarda da okul öncesi eğitim alan çocukların okula devamlılık isteğinde ve başarısında ciddi bir artış saptanmıştır. Okul öncesi eğitimde önemli olan, çocuğun zihinsel, bedensel ve duygusal olarak hazırlanmasıdır. Yapılan eğitimler çocuğun içindeki potansiyelin kullanılmasını sağlar.
Zihinsel yönden hazır olmayan çocukta kaygı gittikçe artabilir. Çocuğun anne-babasından ayrılma kaygısı performans kaygısı ile birleşince çocuk ciddi şekilde okula gitmeyi reddedebilir.
KAYGI ÇOCUĞA EBEVEYNDEN BULAŞIR
Çocuğunuzun sözel ve sözel olmayan kaygılarını anlayıp, onları rahatlatmaya çalışın. Onun duygularını kabul edin.
Olumlu ve olumsuz duygularını dile getirmesi için çocuğunuza yardımcı olun. Bazen anne-babalar olumsuz şeyler hakkında konuşmanın daha kötü olacağı inancındadırlar, fakat söylenmeyen şeyler ileride daha büyük sorunlara yol açabilir.
Kaygının sizin gözünüzden ona bulaştığını sakın unutmayın. Çocuğunuzun okula rahatça gidebilmesi için önce sizin rahat olmanız gerekmektedir.
Bunun bir ayrılık olmadığını, sadece onun gelişimine katkıda bulunacak bir eğitim süreci olduğunu sık sık anlatın.
Sadece onun yanındayken değil, ayrı yerlerdeyken de onu sevdiğinizi çocuğunuza söyleyin.
Okulun ilk gününde yanında olmanız, daha kolay ve yumuşak bir geçiş süreci sağlayacaktır.
Her günün sonunda okulunun nasıl geçtiği hakkında onunla konuşun.
Çocuğunuzun okula gitmek istemediği günlerde geri adım atmadan, onu okula gitmeye ikna edin.
Çocuğunuz için öğretmeni, sizden sonra güven ilişkisi içine gireceği kişidir. Okul ve öğretmenleriyle sürekli iletişim içinde olmaya özen gösterin.
Çocuğunuzun arkadaş ilişkilerinde daha az müdahaleci olun. Kendi sorunlarıyla başa çıkabilmesi için onu dinleyin ve anladığınızı gösterin.
Yazının Devamını Oku 29 Ağustos 2007
Çocuklar bireysel farklılıklarla doğarlar. Bazı çocukları büyütmek, anne-babadan daha fazla enerji çekerken, bazıları ise daha kolay büyür. Bu gibi durumlarda çocukların neden diğerlerinden farklı olduğu değil, o durumla nasıl başa çıkılacağıyla ilgilenilmesi daha faydalıdır.
Çocukların bazıları, doğuştan itibaren kurallara, sınırlara ve çevresel etkilere daha kolay uyum gösterirken, bazıları ise kurallara ve sınırlara uyum göstermekte güçlük çekerler.
Özel öğrenme güçlüğü gösteren, aşırı hareketli olan çocuklar ebeveynleri zorlayan çocuklardır. Hele ki anne-baba başarı odaklı bireylerse. Bu gibi durumlarda anne-babanın daha enerjik olmaları ve diğer çocuklara oranla daha çok mesai harcamaları gerekmektedir. Özel öğrenme güçlüğü ve aşırı hareketlilik, "kötü ebeveynlikten" kaynaklanmaz. Ancak bu durumla başa çıkabilmek için etkili başa çıkabilme becerilerini geliştirmeleri gerekir.
Her çocuk hareketlidir. Bu hareketlilik doğal karşılanabilir. Fakat özel öğrenme güçlüğü ve aşırı hareketlilik olan çocuklarda bu hareketlilik gözle görülür bir biçimde diğer çocuklardan ayrılır. Yaşıtlarıyla karşılaştırıldığında bu bitmek tükenmeyen hareketlilik aradaki farkın gözle görülür bir şekilde fark edilmesine yardımcı olur.
Bu çocuklarda çoğunlukla öncelik olarak "hiperaktif" olan kısım göze çarpar. Çocuk daha okul gibi bir kurallar zincirinin içinde bulunmadığı için "öğrenme" ile ilgili kısmı daha sonraları ebeveynlerin dikkatini çekmeye başlar. Sınıfta dersi dinlemede zorluk çekerler, ödev yapmak istemezler, sınıf içerisinde yerlerinde oturmakta zorlanır, sürekli ayağa kalkmak isterler. Okuma-yazma kaliteleri diğer yaşıtlarına göre daha zayıf olabilir.
Özel öğrenme güçlüğü ve aşırı hareketliliğin belirtileri aslında yedi yaşından önce görülür fakat fark edilmeyebilir. Okul öncesi dönemde de çocuğun çabuk sıkılması, agresif ve olayların sonuçlarını düşünmeden hareket etmesi belirtiler arasındadır. Hatta çocuk bunun belirtilerini bebeklik döneminden itibaren az uyuma, huysuz olma, çevresel değişikliklere aşırı tepki verme, az yemek yeme ve diğer bebeklerden daha farklı olmak ile gösterebilir. Okul döneminin başlaması ile beraber dikkat eksikliğine aşırı hareketliliğe bağlı olarak öğrenmede sorunlar ortaya çıkabilir. Erkek çocuklarda daha çok "aşırı hareketlilik" kısmı görülürken, kızlarda ise daha çok "özel öğrenme güçlüğü" kısmı görülür.
Anaokuluna giden özel öğrenme güçlüğü ve aşırı hareketliliği olan çocuk, bir aktiviteden diğer bir aktiviteye geçerken güçlük çeker. Bu tarz çocuklar sosyal anlamda da güçlük çekerler. Arkadaşlık kurmada ve bu arkadaşlığı uzun süreli yürütmede zorlanırlar. Oyuncak paylaşımından, grupla yapılan aktivitelerden hoşlanmazlar. Okul öncesi dönemde başka çocukları itip kakma, vurma, ısırma ve bağırma gibi dürtüsel ve saldırgan davranışlar da gösterebilirler.
Okul öncesi belirtiler
Çocuklarda özel öğrenme güçlüğü ve aşırı hareketliliğin belirtileri, okul öncesi dönemde fark edilmeyebilir. Okul öncesi belirtileri şu şekilde sıralayabiliriz:
Elleri, ayakları sürekli kıpır kıpırdır, her yere tırmanır.
Gelişimsel açıdan bazı gecikmeler olabilir. (Geç konuşma, geç yürüme gibi.)
Kelime hazinesinin artışında yavaşlık görülebilir ve karmaşık cümleleri anlamada zorlanabilir.
Duyar fakat dinlemiyor gibidir.
Yön kavramı (sağ, sol, yukarı, aşağı) gelişiminde zorlanabilir.
Kolay organize olamaz.
Sabırsızdır, oyunlarda sırasını bekleyemez ve saldırgan davranışlar gösterebilir.
Kısa süreli dikkat ve konsantrasyon güçlükleri çeker.
Başkalarının konuşmalarını sürekli olarak keser ve bütün bir cümlenin bitmesini bekleyemez.
Olayların sonuçlarını düşünmeden hareket eder.
Bebeklik döneminden itibaren huysuzdur. Uyku ve yemek düzeninde bozukluklar gösterebilir.
Verilen talimatları almada güçlük çeker.
Genellikle dağınıktır ve kuralları sevmez.
Öneriler
Yumuşak geçişler yapabilmesi için önceden günün programını belirtin.
Limitlerinizi iyi belirleyin.
Çocuğunuzu diğer çocuklarla karşılaştırmayın, onu olduğu gibi kabul edin.
Onlarla mutlaka her gün oyun oynayın.
Fiziksel olarak enerjisini boşaltması için ona alan tanıyın.
Verdiğiniz talimatlarda, basit olmaya çalışın.
Çocuğunuzla kaliteli zaman geçirin. Yaptığınız aktiviteleri sonlandırırken onun eğlenmiş olmasına ve kendini başarılı hissetmesine önem verin.
Onu her durumda ve her koşulda sevdiğinizi sözel olarak belirtin ve bunu ona hissettirin.
Aşırı hareketli bir çocukla baş etmek anne-babaların sandığınızdan daha çok enerji ve mesaisini alan bir süreçtir. Bu sebeple kendinize özel zamanlar ve farklı ilgi alanları açmanız, hem sizin hem de çocuğunuz için önemli bir yatırımdır.
Yazının Devamını Oku