23 Temmuz 2008
Yaşıtlarıyla problemler yaşayan çocuklar, yalnızlık duygularına kapılabilirler. Bu tarz bir soyutlama içerisine giren çocuk, giderek daha az sosyal etkileşime girer ve bu da uygun sosyal becerileri öğrenmesi için fırsat yakalamasını engeller. Sosyal becerilerin öğretilmesinde sorumluluk ise ilk olarak anne-babaya düşmektedir.
Çocukların sosyal ve duygusal gelişim süreçlerinde arkadaşlık ilişkileri çok önemlidir. İyi bir arkadaşlık ilişkisinde çocuklar işbirliği, paylaşım, sorun çözme gibi birçok sosyal beceri edinirler. Aynı zamanda, bir gruba ait olma duygusu ve empati, yani başkalarının duygu ve düşüncelerini anlayabilme, arkadaşlık ilişkilerinden güçlenen duygu ve becerilerdendir.
Bazı çocuklar yapısal özellikleri nedeniyle arkadaş edinmekte ve arkadaşlık ilişkilerini devam ettirmekte zorluk çekerler. Örneğin, yapıları gereği aşırı hareketli, dürtü kontrolü ve dikkat sorunları olan çocuklar, ani tepkiler verirler, empati ve problem çözme becerileri zayıftır ve hareketlerinin sonuçlarını değerlendirmekte güçlük çekerler. Bu çocukların oyun becerileri az gelişmiş olduğu için sıra beklemekte, arkadaşlarının önerilerini kabul etmekte, istediklerini dayatmaktansa bir fikir önermekte ve işbirliği yapmakta zorluk çekerler. Yoğun dürtüleri nedeniyle sosyal ortamda kendilerinden beklenen uygun davranışları yerine getiremezler.
Onların davranışları beraber ya da tek başına oyun oynamaya çalışan çocuklar için de sıkıntı verici olabilir, ani iniş ve çıkışları diğer çocukları kendilerinden uzaklaştırabilir. Dolayısıyla, onları dışlayıp yalnız bırakarak tepki gösterebilirler.
Yaşıtlarıyla bu tür problemler yaşayan çocuklar yalnızlık duygularına kapılabilir ve özgüvenleri zedelenebilir. Kendileri ve arkadaş edinme becerileriyle ilgili olumsuz algıları, yaşıtlarının yorumlarına aşırı hassasiyet duymalarına neden olabilir ve sarsılan özgüvenleri yeni tanıştıkları yaşıtlarına yaklaşmalarını zorlaştırır.
Bu tarz bir soyutlama içerisine giren çocuk giderek daha az sosyal etkileşime girer ki bu da uygun sosyal becerileri öğrenmesi için fırsat yakalamasını engeller. Araştırmalar bu kısır döngünün, çocuklukta arkadaş ortamlarında soyutlanma veya yaşıtlar tarafından dışlanmanın; ergenlik ve yetişkinlik döneminde ise ileri yaşlarda görülen okul ve iş başarısızlığı, depresyon gibi davranışsal ve duygusal problemlerin habercisi olduklarını göstermiştir.
Elbette anne-babaların, arkadaş edinmeleri için okulda veya oyun parkında, uygun sosyal davranışlar göstermeleri adına çocuklarına müdahale etmeleri mümkün değildir. Ama sosyal becerilerin öğretilmesinde sorumluluk ilk olarak anne-babaya düşer. Dolayısıyla, bu becerilerin ilk öğrenildiği ve uygulandığı ortam da ev ortamıdır. Uygun davranışlar öğrenildikten sonra ise anne-babanın yeni görevi, yeni bir arkadaş ile karşılaştığında veya okulda sınıf arkadaşlarıyla çalışırken bu sosyal becerileri uygulaması adına çocuklarını cesaretlendirmektir.
Sosyal becerilerini geliştirmek için
Çocuğunuzla birebir oyun oynadığınız zamanlarda, yeni bir gruba girerken ve yeni insanlarla tanışırken uygun olan davranışları örnek gösterin. Bu davranışları tekrar etmesi için ona fırsat verin. Gün boyunca çocuğunuzun paylaşma, sıra bekleme, iltifat etme gibi arkadaş ilişkilerinde etkili sosyal becerilerini belirleyin ve bu becerileri gösterdiği için onu övün.
Çocuğunuza kendini tanıtma, karşısındaki konuşurken onu dinleme, söz alma, fikir önerme, teşekkür etme, özür dileme veya bir başkasına oyuna davet etme gibi konuşma becerilerini birlikte oynadığınız zamanlarda veya kuklaları konuşturarak öğretin.
Çocuğunuzu sınıf arkadaşlarını eve davet etmesi için cesaretlendirin. İlk buluşmayı kısa ve zevkli tutmaya özen gösterin. Bu buluşmalar sırasında çocukların zevk aldıkları ve onların sosyal becerilerini gösterecekleri takım sporları, maket veya kurabiye yapımı gibi işbirliği gerektiren aktiviteler düzenleyin. Çocuğunuzu, sosyal becerilerini artıracak, aynı zamanda yaşıtlarıyla etkileşime geçmesini sağlayacak yaz kampları, spor veya sanat kursları gibi aktivitelere yönlendirin.
Yazının Devamını Oku 25 Haziran 2008
Çocuğunuz ile yatmak yerine sevdiği bir oyuncak, bebek, hayvan ya da özel bir battaniye gibi bir geçiş objesiyle uyumasını sağlamak çocuğunuzun uyku zamanı sizden ayrılmasını daha kolay kabul etmesine yardımcı olur. Her çocuğun yatağa gitme saati, uyumadan önce tercih ettiği etkinlik(ler), uyurken rahat ettiği pozisyon ve kıyafet, uyuduğu odadaki ışık ve ses seviyesi, tek başına veya anne-babayla uyuma alışkanlığı gibi uyku öncesi ve uykuya dair farklı davranışları vardır. Çocuğunuz ve siz uykuyla ilgili birlikte geliştirdiğiniz bu davranış örgüsünden hoşnutsanız, çocuğunuz rahatça uykuya dalıyor ve gece sık sık uyanmıyorsa, uykusunu yeterince alıyor ve gün içinde davranışları tatmin edici ise şimdilik her şey yolundadır. Fakat çocuğunuzun uyku düzenini değerlendirirken şu anki uyku zamanı alışkanlıklarının uzun vadeli sonuçlarını düşünmek yararlı olacaktır.
Uyku zamanı alışkanlıkları, çocuğunuzun yatmaya hazırlanırken ve uykuya dalarken sahip olduğu alışkanlıklardır. Bebeklik döneminde, bebeğin altını değiştirip uykuya dalana kadar onu kucakta tutmak veya emzirirken uyutup sonra yatağına koymak zaten bebeğin kesintisiz uyumasını beklemediğimiz ilk aylarda yaygın bir davranıştır. Fakat yaklaşık 3 aydan itibaren sağlıklı bebekler gecenin büyük bir bölümünü uyuyarak geçirirler. Eğer bebeğinizin uyku düzeni 5-6 ay civarında hálá oturmadıysa, sallanmadan veya emmeden uykuya dalamıyorsa, gece içinde uyandığı zaman kendi başına uykuya dalması problem olacaktır. Bu durumda, uykuya dalmak için emme ya da sallanma gibi uyku zamanı alışkanlıklarının gözden geçirilmesi gerekebilir.
Birçok anne-babanın uykuya geçişi sağlamak için çocuk uyuyana kadar sallamak, emzirmek, kucağında tutmak, okşamak kadar kendi yataklarında yatırıp sonra kendi yatağına aktarmak veya yatağının yanında yatıp o uyuduktan sonra ayrılmak gibi çeşitli alışkanlıkları vardır. Fakat bu gibi alışkanlıklar, çocuğun kaygı duymadan anne-babadan ayrılmayı öğrenmesini ve kendisini bağımsız bir birey olarak algılama sürecini zorlaştırır.
Çocuklar ilk uykuya geçerken onlara sunulmuş olan koşulları gece boyu her uyandıklarında tekrar talep ederler. Gece uyanmak uykunun doğal seyri içinde normaldir. Ancak uyandıktan sonra tekrar uykuya dönememek sorun yaratır.
Ona sevdiği bir oyuncağı sunun
Çocuğunuz ile yatmak yerine sevdiği bir oyuncak, bebek, hayvan ya da özel bir battaniye gibi bir geçiş objesiyle uyumasını sağlamak çocuğunuzun uyku zamanı sizden ayrılmasını daha kolay kabul etmesine yardımcı olur. Çocuğunuz uyuduğu zaman siz kendi yatağınıza geçseniz bile, geçiş objesi gece boyu onun yanında kalacaktır. Dolayısıyla gece uyandığında tekrar uykuya geçmek için size ihtiyaç duymaz, çünkü onu rahatlatan ve güven veren bir objeye sahiptir. Ayrıca, çocuğunuzun nerede uyursa uyusun geçiş objesini her zaman yanında tutacağını bilmesi ona kendi hayatı üzerinde küçük de olsa bir kontrole sahip olduğu hissini verir. Çocuklar genelde geçiş objelerini erken çocukluk dönemlerinde seçer ve 6-8 yaşlarına kadar kullanabilirler. Çocuğunuzun bir geçiş objesine ihtiyacı olduğunu düşünüyorsanız, ona yararı olabileceğini düşündüğünüz sevdiği bir oyuncağı sunabilirsiniz. Fakat siz uygun gördüğünüz için buna bağlanmasını bekleyemezsiniz, yani son karar her zaman onun olmalıdır. Yine de unutmamanız gereken önemli bir nokta, eğer uyku zamanı siz bir geçiş objesi gibi davranmaya devam ederseniz (beslemek, okşamak, sallamak vs...), çocuğunuz ihtiyacı olmadığı için geçiş objesini hiçbir zaman kabul etmeyecektir.
Anne-babaların uykuyla ilgili bilmeleri gereken en önemli bilgilerden biri uykunun da bir çeşit ayrılık olduğudur. Uyku zamanı özellikle küçük çocuklar için günün en zor saatleridir. Dolayısıyla, çocuğunuz tek başına yatağına göndermek onun için endişe verici olabileceği gibi, sizin için de günün en keyifli geçebilecek anlarından mahrum kalmak demek olabilir. Eğer uyku zamanı siz ve çocuğunuz için hoş olmayan ve her gece mücadele gerektiren bir zaman dilimiyse uykudan önce çocuğunuzla 10-30 dakika arası gerçekleştirebileceğiniz ortak bir etkinlik günün bu saatini kolaylaştırabilir. Bu, hikáye okuma, sakin bir oyun, ertesi güne dair planların konuşulması gibi çocuğunuzla sizin için özel herhangi bir etkinlik olabilir. Eğer çocuğunuz isterse, geçiş objesini de uyku öncesi gerçekleştirdiğiniz bu programınıza dahil edebilirsiniz. Oyuncak bebeğinin de okuduğunuz hikáyeyi dinlemesi veya sevdiği müziği dinlerken battaniyesinin yanında olması uykuya geçişi kolaylaştırabilir.
Çocuğunuzu bilinçlendirin
Uyku öncesi heyecanlı veya ürkütücü hikáyelerden ya da güreşmek, dövüşmek gibi çocuğuzun uyku öncesi hareketlendirecek ve uykuya geçişini zorlaştıracak etkinliklerden uzak durmanızda yarar vardır. Ayrıca, televizyon izlemek yan yana izlense bile, kaliteli bir etkileşim olmadığından birlikte zevk alarak yaptığınız bir etkinliğin yerini tutmaz.
Çocuğunuzun uyku öncesi beraber geçireceğiniz sürenin tam olarak ne kadar olduğunu bilmesini sağlayın ve anlaştığınız süreyi aşmayın. Örneğin, ona bir kitap okuyorsanız, 5 dakikanız ya da 3-4 sayfanız kaldığı gibi ufak hatırlatmalar belirsizliğin neden olabileceği tartışmalar veya hayal kırıklıklarını önleyebilir.
Yazının Devamını Oku 18 Haziran 2008
Derslerdeki başarısızlığının kaynağı ister akademik ister gelişimsel olsun, çocuğunuz ister ilkokulda ister lisede olsun, elbette düşük notların olduğu bir karneyi alıp kabullenmenin kolay bir yolu yoktur. Fakat anne-babanın karne konuşmasını yapmadan önce, çocuklarının derslerindeki başarısızlığını tamamen içlerine sindirdiklerinden emin olmaları gerekir.
İlk ve orta dereceli okulların büyük kısmı 2007-2008 eğitim ve öğretim yılını geçtiğimiz cuma günü tamamladı, bir kısmı ise 1 hafta sonra tatile girecek. Ülkemizde okulların kapanmasıyla tatile giren yaklaşık 15 milyon çocuk ve genç, ister okul öncesi ister lise öğrencisi olsun, karne telaşı yaşıyor. Elbette karnesini sevinç ve gururla alan öğrencilerimizin yanında, sene içinde derslerinde problem yaşamış ve karne dönemini buruk hatta sancılı geçiren çocuklarımız da var. Unutmamak gerekir ki, özellikle akademik başarısı düşük çocukların karnelerinin ev içinde ele alınması, hem çocuk hem de anne-baba için oldukça zorlayıcı olabilir.
Yıl içinde birçok anne-baba, okul tarafından çocuklarının derslerinin gidişatından, başarılarından ve eksiklerinden haberdar edilirler. Okul ve ebeveyn arasındaki bu iletişimin yıl sonunda da gerçekleşmesi ve anne-babaların sorunlu dersler hakkında öğretmenlerle kapsamlı görüşmeler ve işbirliği yapmaları çok önemlidir. Anne-baba çocuğun başarısız olduğu dersler ve bunların nedenleriyle ilgili tam anlamıyla bilgi sahibi olmalıdır. Böylece bu konuyu en uygun şekilde ele almak ve ilişkiyi bozmadan yardım edebilmek mümkün olacaktır.
Çocuğunuzla konuşmadan önce bu soruların cevaplarını öğrenin:
Sorun akademik mi gelişimsel mi?
Bazı çocuklar zeki olmalarına rağmen gelişimsel bazı güçlükler nedeniyle akademik çalışmaların gerisinde kalabilirler. İleriye gitmeleri için önce yaşıtlarının performansını yakalamaları gerekir. Eğer çocuğunuzun herhangi bir derste başarısız olmasına neden olabilecek gelişimsel bir problemden şüpheleniyorsanız, okul ile işbirliği içinde bir uzmandan yardım alın.
Çocuğununuzun problemli dersiyle ilgili okulun bir planı var mı?
Çocuğunuzun herhangi bir dersindeki başarısızlığının akademik olduğuna kanaat getirdiyseniz, bu ders ile ilgili eksiklerini gidermesinde okulun ne gibi bir katkısı veya önerisi olabilir araştırın (ek kurslar, özel ders, tavsiye edilen kitaplar ve diğer kaynaklar)...
Bir sonraki sene veya ileriki akademik hayatında başarılı olabilmesi için, çocuğunuzu evde nasıl desteklemelisiniz?
Bazen eğitim hayatında kendi katkısının yarattığı etkiyi fark eden çocuklar, geride kalmaktan çok başarabilmenin verdiği tatmini yaşarlar. Anne-baba olarak bu tatmini çocuğunuza şu soruları sormaya başlayarak tattırabilirsiniz: "Çocuğunuzun özellikle üstünde durması gereken bir konu var mı?", "Okumasını geliştirmesinde yardımcı olabilecek oyunlar ya da projeler nelerdir?"
Derslerdeki başarısızlığının kaynağı ister akademik ister gelişimsel olsun, çocuğunuz ister ilkokulda ister lisede olsun, elbette düşük notların olduğu bir karneyi alıp kabullenmenin kolay bir yolu yoktur. Fakat anne-babanın karne konuşmasını yapmadan önce çocuklarının derslerindeki başarısızlığını tamamen içlerine sindirdiklerinden emin olmaları gerekir. Anne-baba kendi içlerindeki öfkeyi, üzüntüyü veya hayal kırıklığını yüzleşip halledemezlerse, çocukla konuşma sırasında "Bu senin suçun!", "Eğer dikkatini verseydin ve çalışsaydın karnende bu kırık(lar) olmazdı!", "Sana söylemiştim çalışmazsan derslerinden kötü notlar alırsın diye!" gibi sözler sarf edebilirler.
Başarısızlığın nedenlerini konuşurken, çocuğunuza şiddet göstermeden "Ne yapsaydı daha başarılı olabilirdi?" sorusuna birlikte cevap arayın. Elbette kendisi dışındaki diğer faktörleri de düşünün. Nedenleri bulmanız birlikte çözüme ulaşmanızı da kolaylaştıracaktır.
Özetle, çocuklarının karnelerine yorum yapmadan önce, anne-baba mutlaka sakin ve yargılamayan bir tutum takınmalıdır.
Yazının Devamını Oku 11 Haziran 2008
Günümüzde çocukların büyük çoğunluğu birden fazla dil öğrenerek büyümekte. Bir ülkeden diğerine göç, turizm, yurtdışında eğitim, farklı uluslardan gelen insanların evliliği gibi çeşitli nedenler, iki veya çokdillilik durumunu yaygınlaştıran başlıca etkenler. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de anne-babalar iki veya çok dilliliğin bireylere sağladığı olanaklar nedeniyle çocuklarının anadillerinin dışında en az bir yabancı dil öğrenmelerini arzu etmektedirler. Bütün bebekler dünyaya farklı dilleri öğrenmeye hazır olarak gelirler. Bunun nedeni farklı sesleri ayırt edebilme becerisine sahip olarak doğmalarıdır. Üstelik, bebeklerin ayırt edebildikleri sesler mutlaka ana dillerinde var olan sesler değildir. Örneğin, çok küçük bir bebek ana dilinde var olmasa da u-ü veya d-b gibi sesleri ayrıştırabilir.
Fakat, bir süre sonra bebekler ana dillerinin repertuvarında bulunmayan sesleri ayırt edebilme becerilerini kaybederler. Bu değişim dünya üzerinde değişik dillerin konuşulduğu bölgelerde doğmuş çocukların ilk başlarda benzer sesler çıkarıp bir süre sonra çevrelerinden duymadıkları sesleri kullanmayı bırakmalarıyla da göze çarpar. İki (bilingualizm) veya çokdillilik başlıca iki farklı durumda meydana gelir. Bunlardan birincisi farklı milletlerden gelen anne-babaların evlenmesi veya çocukla farklı milletten bir bakıcının ilgilenmesi gibi durumlarda, çocuğun doğumundan itibaren iki farklı dili eş zamanlı öğrenmesidir. İki dili de eşzamanlı öğrenecek çocuğun herhangi bir gelişimsel dil bozukluğunun olmaması, ebeveynlerin göz önünde bulundurmaları gereken ilk noktadır.
İki farklı dilin konuşulduğu bir ailede, her iki dili de öğretmenin yolu doğumdan itibaren anne/baba ve çocuk arasındaki günlük iletişimden geçer. Evde kullanılan dillerin "annenin dili" veya "babanın dili" şeklinde ayırt edilmesi hem çocuğu kiminle hangi dili konuşacağı konusunda aydınlatır, hem anne-babaya çocuklarıyla kendi anadillerinde daha rahat iletişim kurma imkanı verir, hem de çocuğun her iki dili kullanıp yetkinlik kazanmasını sağlar. Bu durumdaki anne-babalar çocuklarıyla iletişim kurarken tutarlı bir tutum takınmalı ve onlarla hep aynı dili konuşmaya özen göstermelidirler.
Bu tutum iki dil konuşulan evlerde büyüyen çocukların her iki dili de öğrenip aynı yetkinlikte kullanabilmelerine yardımcı olur. Fakat bu koşullarda dahi, çocuğun dil ile ilgili sıkıntıları ortaya çıkmaktaysa, tek bir dilin tercih edilmesi ve evde anne-babanın çocukla bu dil üzerinden iletişim kurmaları gerekir.
Çocuklarını iki dille yetiştirmek isteyen anne-babaların göz önünde bulundurmaları gereken en önemli nokta, çocuklarıyla iletişim kurarken kendilerini en iyi ifade edebildikleri dili (birçok insan için kendi anadili) kullanmalarıdır.
En ideal dönem 1-5 yaş arası
İki veya çokdilliliğin ortaya çıktığı ikinci durum ise kişilerin anadillerinden sonra çocukluk veya ileriki dönemlerde yeni bir dil öğrenmeleridir. Bu kişilerin çok az bir kısmı (eş zamanlı olarak iki dili de öğrenmiş kişiler gibi) her iki dili de sözlü veya yazılı olarak eşit yeterlilikte kullanabilirler. Yaş, ikinci dilin ana dile yakın yeterlilikte öğrenilmesinde en önemli etkenlerden biridir.
Çocukların dil gelişimine biyolojik olarak en hazırlıklı oldukları dönem, erken çocukluk dönemidir. Buna bağlı olarak ikinci dili en hızlı öğrenebilecekleri zaman da bu dönemdir. Özellikle 1-5 yaş arası (istisnai olarak üst yaş sınırı 14’tür) ikinci dili anadilinin aksanını yansıtmadan kusursuz öğrenmek için ideal dönem olarak belirlenmiştir.
Beynimizdeki bütün bilişsel işlevler yaşımız ilerledikçe zayıflar. Yaşlandıkça öğrenmek için daha fazla nörona (sinir hücresi) ihtiyaç duyarız. Dolayısıyla çocuklar ikinci dili öğrenirken erişkinlerden daha avantajlıdırlar. Çünkü, yaş ilerledikçe ikinci dili aksansız ve kusursuz olarak öğrenmek ve akıcı bir şekilde kullanmak zorlaşır. Yeni bir dili daha ileri yaşlarda öğrenen çocuklar, özellikle dilbilgisi kurallarını uygulamakta, anadillerinde yer almayan sesleri çıkarmakta, kelimeleri doğru telaffuz etmekte ve vurgulamakta güçlük çekebilirler.
Yazının Devamını Oku 21 Mayıs 2008
Küçük çocuğunuzun yaptığı en haksız bir davranışta bile haklı bir duygu ve arzu olduğunu unutmayın. Davranışı şiddete başvurmaksızın durdurun ama duyguyu daima kabul edin. Birinci yaşın sonundan itibaren çocuk anne ile iç içe geçmiş ilişkiden yavaş yavaş ayrılmaya başlar. Artık hareket etmek, keşfetmek için daha fazla isteklidir.
Dış dünya çocuk için maceralarla dolu bir bilinmezlik ortamıdır. Her yerden keşfedilecek başka bir tema fışkırır adeta. Aynı anda ebeveynin yasakları da devreye girer. Bu keşiflerdeki tehlikelerden çocuğu korumak için koyulan yasaklar hem ebeveyn hem de çocuk için yeni ve alışılmadık bir durumdur. Bu dönemde anne-baba çocuğun gelişimini kabul etmeyi öğrenmelidir. Ancak bir taraftan da çocuğun etrafa ya da kendine zarar verme güdüsünü doğru kural koyma ve yasaklamalarla bastırmalıdır. Bu dönemde çocuğun davranışlarına şiddetli reaksiyonlar, ağır cezalar vermek o an çocuğu durdursa da aslında şiddeti öğreten yanlış tutumlardır.
Şiddeti şiddet kullanarak yasaklamak her yaşta, çocuğun ani, patlamalı reaksiyonlar vermesine neden olabilecek bir tutumdur. Keskin ve şiddetli tepkilerle o an için bir yasak oluşturabilirsiniz. Ancak bu biriktirmeler ilk fırsatta daha yoğun olarak geri dönecektir.
Kuralların nedenini ona açıklayın
Küçük yaşlarda keskin cezalarla ve şiddetli tepkilerle durdurulan çocuklar yetişkinlik hayatında da cezanın olmadığı yerde kuralı bozma eğilimlerini sürdürürler. Etrafımızdaki en küçük bir karmaşada ya da sportif yarışmalarda şiddet göstermeye hazır yetişkinlerin hiç de az olmadığını unutmayalım.
Oysa ki sağlıklı bir gelişim için çocuğun konulmuş olan kuralı içselleştirmesini sağlamak gerekir. Bu nedenle koyduğunuz kuralın "onu korumak" için olduğunu defalarca açıklamalısınız.
Eğitim, uzun ve sayısız tekrarlarla dolu bir süreçtir. Küçük çocuğunuzu, onun için tehlikeli olacağı nedeniyle kapıyı açmaması gerektiğini her seferinde açıklayarak engellemelisiniz. Ama yapabildiği seferlerde özerkliğini destekleyerek yasağı tekrarlamayı unutmayın. "Bunu çok iyi başardın ama kapı senin için çok ağır olduğundan biraz daha büyüdüğünde yapabilirsin, şimdi değil!" diyebilirsiniz. Çocuk, bu engellerden büyüdüğünde kurtulacağı inancını daima taşımalı ve yasakların kendisini korumak için olduğunu anlamalıdır. 3-4 yaşına kadar çocuklar sadece kendi arzuları ve ebeveynin yasakları ile ilgilidirler. Bu dönemde değer yargıları, ahlak anlayışı gibi yüksek değer farkındalıkları yoktur. Küçük çocuğunuzun yaptığı en haksız bir davranışta bile haklı bir duygu ve arzu olduğunu unutmayın. Davranışı durdurun ama duyguyu daima kabul edin. Bu tutum, erken yaşlardan başlamak üzere çocuğunuzun kendi iç dünyası ve dış dünya arasındaki dengeyi oluşturmasına yardımcı olacaktır.
1-3 yaş arasında çocuğunuza sınır koyarken;
Şiddeti şiddetle durdurmayın. Bu tutum, problemin cezanın olmadığı ilk fırsatta geri dönmesine neden olabilir.
Kuralların çocuğu korumak için olduğunu, büyüdükçe esneyeceğini çocuğunuza hissettirin.
Sınır koyarken bir taraftan özerk girişimlerini desteklemeyi unutmayın.
Her defasında nedenini açıklayarak kural koyun.
Kesin durdurmanız gereken bir davranışta bile haklı bir duygunun olduğunu unutmayın.
Önce duyguyu kabul edin, sonra davranışı sınırlayın.
Yazının Devamını Oku 16 Nisan 2008
4 yaşına gelen hemen her çocuk birkaç kez yalan söyler. Bu davranış yanlış gibi görünse de normal gelişim içinde sağlıklı olduğu, hayal gücünün bir ürünü olarak ortaya çıktığı göz önünde bulundurulmalıdır. Zihinsel gelişimin olgunlaşmasıyla 2-7 yaş arasında çocuk dile ve sembolik düşünce yeteneğine sahip olur. Böylece çocuk nesneleri bir başka şeyin simgesi olarak hayal edip kullanabilmeye, dış dünyayı sembollere çevirerek zihninde taşıyabilmeye başlar. Sembolik düşünme yeteneği kendini oyunda da gösterir. Çocuk farklı nesneleri hayal ettiği gibi kullanır, oyuncaklarla konuşur, gerçekte olmayan kişi veya nesnelerin oyunda var olduğunu hayal edebilir. Bu dönemde çocuklar istedikleri şeylere ulaşabilmek adına yalana, çalmaya, aldatmaya başvurabilirler. Bu durum pek çok anne-babayı endişelendirse de gelişim sürecinde normal kabul edilen davranışlardır.
Anne-babalar çocuklarına sorumluluk vererek, diğerlerinin kurallarına ve sınırlarına saygı duymayı öğretmelidirler. Çocuklarının bu tip davranışlarına aşırı tepki göstermek yerine, çocuğun davranışları ardındaki gerçek nedenleri ve onun duygularını anlamaya çalışmalıdırlar.
n GÜVEN ORTAMI YARATIN
4 yaşına gelen her çocuk birkaç kez yalan söyler. Bu davranış yanlış gibi görünse de normal gelişim içinde sağlıklı olduğu, hayal gücünün bir ürünü olarak ortaya çıktığı göz önünde bulundurulmalıdır. 7 yaşından sonra çocuğun hayal ile gerçeği ayırt edebilme kapasitesinin gelişmesiyle birlikte yalan söyleme de azalır. Anne-babanın çocuğun yalanına aşırı tepki göstermemesi, bunları "yalan" diye adlandırmadan tolere edebilmesi ve gerektiğinde görmezden gelebilmesi, bu davranışın bir alışkanlığa dönüşmesini engeller ve görülme sıklığını azaltabilir.
Anne-baba olarak çocuğunuzun yalan söylediğini fark ettiğinizde, öncelikle bu tutuma yol açan nedenleri anlamaya çalışmalısınız. Çocuğunuza kendini ifade edebileceği bir güven ortamı yaratın ve davranışının nedenleri hakkında konuşması için onu destekleyin. Çocuğunuz sadece sizin tepkinizden korktuğu için bile bu yola başvurmuş olabilir. Durumu hiçbir zaman şiddet ile çözmeye çalışmayın. Bu, çocuğunuzun size kızmasından ve kendi içinde yoğun suçluluk duyguları yaşamasından başka işe yaramaz. Amaç, davranışlarının olumlu veya olumsuz olduğuna kendi içinde karar verebilir bir noktaya gelmesini sağlamaktır.
Anne-babanın yüksek beklentileri veya aşırı kuralcı tutumları, çocuklarda yalanın daha çok ortaya çıkmasına neden olabilir. Vermiş olduğunuz cezanın fazla katı olduğunu veya gereksiz olduğunu düşündüğünüzde, bunu çocuğunuzla paylaşabilirsiniz. Ama bu cezayı neden verdiğinizi de onun anlayabileceği bir şekilde mutlaka anlatmalısınız. Aile içinde onaylanmayan, sürekli diğer çocuklarla kıyaslanan, sevildiğini hissetmeyen çocuklar da yalana daha çok başvururlar. Yalanların sürekli ve tekrarlayıcı olması, çocuğun içinde yatan endişenin bir göstergesi olabilir. Bu endişe ve korkuları bastırmak yerine çocuğunuzla konuşmaya çalışın. Yalan söylese de onu her durumda sevdiğinizi, bu konunun sizin sevginizle bir alakası olmadığını mutlaka belirtin. Unutmayın ki çocuklar için anne-baba sevgisi her şeyden daha önemlidir.
n SABIRLI OLUN
3-4 yaşına kadar çocuklarda "aidiyet" duygusu gelişmez. Bu yüzden çocuk başkasının eşyasını izinsiz alıp evine götürdüğünde bunun yanlış bir davranış olduğunu bilemez. Henüz farkındalığı gelişmediği için kendini suçlu hissetmez. Çocuğun bunun yanlış bir davranış olduğunu öğrenmesi zaman alabilir. Bu süreçte yalana başvurabilir. Bu durumda anne-babaların, yapılan davranışın yanlışlığını ve doğuracağı sonuçları çocuğun anlayabileceği bir dilde anlatmaları gerekir. Çocuğunuzla konuşurken ona "hırsız" etiketlemesi yapmayın. Birinden bir şey aldığını gördüğünüzde kızıp, bağırmayın. Bu tutumunuz sadece onun yalana başvurmasına yol açar. Aldığı şeyi, aldığı yere veya kimseye geri vermesine destek olun. Yaptığı davranışın zor da olsa sonuçlarını çözmesini sağlayın.
Ödünç alma ve geri vermeyi onun anlayabileceği şekilde anlatın:
- "Eğer arkadaşın izin verirse, oynayıp sonra da ona geri verirsin..."
- "Eğer bir marketteysek ve canın bir şey çektiyse, bunu izinsiz alamazsın. Ama bana söylersen, parasını ödeyene kadar bekleyip sonra yiyebilirsin..." Bu gibi kuralların gerekliliğini de ona açıkça anlatın. Çocuk için anlamlandıramadığı ve içselleştiremediği şeyleri kabul etmek çok zordur. Bu nedenle aynı kuralı pek çok kez tekrarlamanız veya açıklamanız gerekebilir.
Yazının Devamını Oku 9 Nisan 2008
Evlat edinmek, aile için düşündüğünden çok daha zor olabilir. Yeni üyenin katılımı ile değişen aile yapısı, beraberinde çeşitli zorlukları getirebilir. Çocuğun aileye katılımı ile ortaya çıkan yeni düzen ve sorumluluklar karşısında, aile içinde zaman zaman gerginlikler yaşanabilir. Evlat edinme; çocuğun evlat edinmeye uygun kişi ya da kişilerin bakımına, gerekli hukuksal düzenlemelerin yapılmasıyla verilmesidir. Amaç, ailesi tarafından gerekli bakımın verilemediği veya ailesi bulunmayan çocuğun, onun fiziksel ve duygusal gelişimini en iyi şekilde sağlayabilecek sağlıklı bir aileye kavuşmasıdır.
Ancak bu yeni başlangıç aile için düşündüğünden daha zor olabilir. Yeni üyenin katılımı ile değişen aile yapısı, beraberinde çeşitli zorlukları getirebilir. Çocuğun aileye katılımı ile ortaya çıkan yeni düzen ve sorumluluklar karşısında, aile içinde zaman zaman gerginlikler yaşanabilir.
Aile üyelerinin stresle baş edebilme becerilerinin olması, çocuğun yaşadıklarına ilişkin paylaşıma açık olması, çocuğun kaygı ve korkularını kabul edebilmesi ve çocuğun ihtiyaçlarına saygı gösterebilmesi, süreci kolaylaştıracaktır.
Ne zaman, nasıl anlatalım
Bebeğin ilk yılında tatmin edilmesi gereken en temel ihtiyaç "güven" duygusudur. Bir çocuk için ailesi, güven duygusunu kazanabileceği en önemli yerdir. Bu nedenle, ilişki hattı en başından doğrular üzerine kurulu olmalıdır. İleri yaşlarda çeşitli yollardan öğrenebileceği evlat edinilme gerçeği, beraberinde aileye karşı yoğun çatışmaları da getirecektir. Bu nedenle durum, onun anlayabileceği bir dilde çocuğa mutlaka anlatılmalıdır.
Bunun için öncelikle ebeveynin kendi kaygılarından mümkün olduğunca arınması gerekmektedir. Konunun sakin, rahat bir ifade ile ele alınması çocukta da aynı duygu durumunu yaratacak ve çocuğa bu konunun konuşulabilir olduğu mesajını verecektir.
Üç ile altı yaşındaki çocuklar, doğmanın ne olduğunu, bu sürecin nasıl başladığını ve nasıl sonlandığını bir yetişkin gibi anlayamazlar, ama çok merak ederler. Televizyon ve çevrede duyup gördükleri ile dünyaya nasıl geldiklerine ilişkin soruları artar ve bununla ilgili çeşitli fanteziler kurarlar. Bu dönem evlat edinme kavramını anlatmak için uygun ortamı sağlar. Aile evlat edinme kavramını olabildiğince erken bir dönemde çocuğun kelime dağarcığına sokmalıdır.
En uygun zaman 6-8 yaş arası
Altı yaşından daha küçük çocuklar halen ebeveynlerini ve onların sevgilerini kaybetme korkusu yaşarlar. Dolayısıyla farklı bir ailede doğmuş olma ve bu aileyi kaybetme korkusuyla bilişsel olarak baş edemeyebilirler. Evlat edinmeyi söylemek için en uygun zaman altı ile sekiz yaş arasıdır. Bu dönemde çocuk hem kendi yerini aile içinde belirginleştirmiştir hem de bilişsel olarak evlat edinmenin ne olduğunu daha iyi anlayacak bir kapasiteye ulaşmıştır. Durumu açıklamak için ergenlik dönemine kadar beklemek hem çocuğun öz güvenini yıkar hem de ebeveynine olan inancını altüst eder.
Çocuğa anlatırken kendisinin diğer çocuklardan herhangi bir farkı olmadığı, onun da diğer bebekler gibi çok değerli ve sevimli olduğu, ancak biyolojik anne-babanın çeşitli nedenlerle ona yeterince iyi bakamayacaklarını düşündükleri için bu kararı verdikleri söylenmelidir. Kendisinin diğer çocuklardan ne eksik ne de fazla olduğunu, daha iyi ya da daha kötü olmadığını söylemekte yarar vardır.
Bazen biyolojik ebeveyninin nasıl biri olduğunu, şimdi nerede olduğunu, ne yaptığını merak edebileceğini, onlarla birlikte olmanın nasıl bir şey olduğunu düşünebileceğini ve bunun çok doğal olduğunu paylaşmak gerekir. Bu duygu ve düşüncelerini kendileriyle paylaşmasının onları rahatsız etmeyeceğini eklemek, çocuğa ihtiyaç duyduğunda bu konuda konuşabileceği güvencesini verir.
Evlat edinmeyi anlatırken çocuğa; zorluklar içinde yaşarken kendisinin "seçilmiş" olduğunu söylemek, çocuğun üzerinde bir takım olumsuz etkilere neden olabilir. Çocuk bu "seçilmişlik" statüsünde kalabilmek için mükemmel olması gerektiğini düşünüp çok fazla uyumlu davranabilir veya olumsuz davranışlar göstererek evlat edinen ebeveyninin sevgisini test etmeye çalışabilir. Her iki tepki de çocuğun gerçek benliğini bulmasını zorlaştırır, özgüvenini sarsar. Ayrıca aile içindeki gerginlikler sırasında ebeveyne kızgınlık duyduğunda kendini suçlu hissetmesine neden olup çocuğun olumsuz duygularını dile getirmesini engelleyebilir.
Biyolojik ebeveynlerini merak etmesi doğaldır
Altı ila onbir yaş çocuğunun yaşantısı, görünüşte okul ile ilgili sorumluluklar ve kaygılar dışında çok büyük dalgalanmalar göstermese de çocuk iç dünyasında onda kaygı uyandıran pek çok mesele ile uğraşmaktadır. Evlat edinme ile ilgili duygu ve düşünceler paylaşılmadığı takdirde, çocuk kendi iç dünyasında bu konu hakkında gereğinden fazla yoğunlaşabilir. Çocuk kendi hayalinde yarattığı biyolojik ebeveynleri ile ilgili hayaller kurup, kendini onlarla özdeşleştirebilir. Hatta zaman zaman onları tekrar bulma arayışına girebilir.
Bu durumda evlat edinen aile kendini reddedilmiş hissedebilir. Halbuki bu doğal bir meraktır. Çocuğa karşı destekleyici ve anlayışlı bir tutum benimsenmeli, onun merak ve duygularını ifade etmesine izin verilmelidir. Çocuk merak ve duygularını açık bir şekilde ifade etse de sizin ona karşı sevginizin değişmeyeceğini, ondan vazgeçmeyeceğinizi bilmeye ihtiyaç duyar.
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2008
Yaratıcı düşünce daima yeni deneyim kalıpları arar ve bunları bir araya getirmenin yeni yollarını bulmaya çalışır. Yaratıcı çocuklar üstün zekalı da olabilirler. Ancak yaratıcılık her zaman standart zeka testleri veya geleneksel okul ödevleriyle değerlendirilemez. Çünkü genellikle tüm bunlarla saptanamayacak başka bir alanda yatar. Çocuklarında "yaratıcılığı geliştirmek" endişesi, çok sık rastlanan anne-babalık telaşlarından biridir. Ebeveynler yeteneği nasıl tanıyacaklarını ve pek çok sanat aktivitesine ne zaman başlayacaklarını merak ederler. Gerçekten de doğası gereği yaratıcılığı değerlendirmek güçtür. Bununla birlikte belirlenmiş 5 temel özelliği göz önünde bulundurmak, yaratıcılığın sınanmasında yardımcı olabilir.
İşte yaratıcılığın temel özellikleri:
Akıcılık: Bir konu merkezinde merkeze bağlantılı üretilen çeşitli fikirler. Örneğin, 3 dakika içinde bir kutu ile ilgili kaç değişik kullanım düşünebilirsiniz?
Esneklik: Düşünmede değişik geçişler. Örneğin, boş bir içecek kutusunu kalemlik olarak kullanma.
Ayrıntılandırma: Bir öyküyü ayrıntılı anlatma, çizimlerde ayrıntıları ilginç şekillerde kullanma.
Özgünlük: Başkalarının düşünmediği yaratıcı fikirler üretebilme.
Değerlendirme: Bir şeyi hemen kabullenmek yerine eleme yapma, fikirleri eleştirme.
Ancak unutulmamalıdır ki yaratıcılık öğretilen bir şey değildir. Anne-babalar, çocuklarının ilgi alanlarını iyi takip ederek, keşif duygularını iyi destekleyerek ve yaratıcılığa model oluşturarak çocuklarını destekleyebilirler. Bunu yaparken sonuçtan çok sürece dikkat etmek ve her deneyimden bir ürün talep etmemek gerekir. Çocuğun yaptığı her deneme çabası anne-baba ve öğretmenler tarafından desteklenmelidir.
Ayrıca zenginleştirilmiş bir ev ortamı da çocukların yaratıcılıkları üzerine destekleyici bir temel oluşturur. Zenginleştirilmiş çevre pahalı oyuncaklarla donatılmış bir oyun odası demek değildir. Yaratıcı anne-babalar, çocuklarına özgürce keşfedebilecekleri ilginç ve sevecen bir tablo oluşturmakta fazla zorlanmazlar. Çocuklar nereye odaklanacaklarını kendileri zaten bulabilirler. Çocukları iyi takip edebilmek, onlara verilecek karmaşık oyuncaklardan çok daha temel bir destekleme yöntemidir.
Çocuğunuza sadece problem çözmede değil, problem bulmada da destek olun.
Kendi yaşamınız ne kadar dolu ise çocuğunuzun başarısına olan ihtiyacınız o kadar azalır. Yaratıcı çocuk yetiştirirken en önemli referans kendi yaratıcılığınızdır.
Farklı görüşleri, çeşitleri ve öğrenirken yapılan hataları hoş görmeye çalışın.
Çocuğunuzun değişik fikirlerine ve yaratıcılık çabalarına aktif ilgi gösterin.
Çocuğunuza her an bir uyarıcı sunmak yerine zaman zaman yalnız kalmasına fırsat tanıyın. Böylece kendi düşlerini kurabilecek ve kendi seçimlerini yapabilecektir.
Duygularını ifade etmesini destekleyin. Bazen duygularını tahmin edip, anlamaya çalışın. Duygu ifadesi iyi olan çocuklar, yaratma becerisi de yüksek çocuklardır.
Dünyayı meraklı ve gözlemci bir tavırla ele almaya çalışın. Çocuklar merak etmeyi de anne-babalarından öğrenirler.
Çocuğunuzu geniş seçenekli sanatsal uğraşılarla tanıştırın. İlginç bulduğunuz müzik ya da resimler üzerine konuşun.
Mizah, yaratıcılığı destekleyen bir ele alış tarzıdır. Birlikte gülmeyi keşfetmeye çalışın.
Düşünmeden içinizden geldiği gibi oyunlar oynayın. Her faaliyetin sonunda mutlaka bir sonuç çıkması baskısından kurtulun.
Yazının Devamını Oku