Paylaş
Ve bugün ağır işleyen adalet mekanizması yüzünden cezaevlerinde bekleyen binlerce insanın geleceklerinden her gün kopartılıp boşluğa savrulan zamanın geri dönüşü var mı?
Ergenekon sürecini, baltalarını bileyerek izlerken normalleşme şarkılarını tüttürenlere gıptayla bakıyorum. Keşke ben de öyle diyebilsem.
Bu ülkenin demokratikleşmesini o kadar istememe rağmen, askerin siyasete müdahalesini yüz kızartıcı bir suç olarak kabul etmeme rağmen bu sürecin “normalleşme” olmadığını görüyorum.
Normalleşmenin temelini toplumsal uzlaşma ve onun üzerine bina edilen hukuk sistemi sağlayabilir ancak.
Bugüne kadar gerçek demokratik hukuk devletinde yaşama şansına sahip olmayan bir halkın, iktidar odakları arasındaki kıyasıya çatışmadan bu kez kazançlı çıkması mümkün mü?
Öncekilerin hangisinden kazançlı çıktık ki?
O SAHNE BİLE TUHAF
DEMOKRASİLERDE siyaset kurumları arasında sorunlar olabilir ama bunları gidermenin kanalları yine sistemin kendi içinde mevcuttur.
Dünkü üçlü zirvenin kurgulanış biçimi bile Türkiye’de sistemin demokratik çözüm kanallarının yetersiz olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Ordu ile Hükümet arasındaki gerilimin çözümü, savunma bakanlığı kanalı ile başbakanlıkta sağlanmalıyken, Cumhurbaşkanı arabulucu olarak devreye giriyor. Savunma Bakanı’nın adı bile geçmiyor.
Demokratik ülkelerde de anlaşmazlıklar yaşanıyor. Ama bunlar önce ilgili bakanlıklarda ele alınıyor, çözümlenemezse başbakanın önüne gidiyor, hükümet meselesi haline geliyor.
Bu tıkanıklıkta, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sorumlu olduğu kurumları iyi yönetmek yerine hepsi ile kavgaya tutuşmasının payı hiç yok mu sizce?
Demokrasinin kanallarını çalıştırmak yerine, kamuoyu önünde kavgaya tutuşarak toplumu taraflaştırmanın siyasi rantı var tabii. Ama demokrasiye faydası yok.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hükümet ile ordunun arasını bulmak için devreye girmesi belki biraz topluma nefes aldırıyor ama kalıcı bir çözüm değil.
İki gün sonra, kurumlar arası yeni bir kavgayı engelleyecek demokratik bir çözüm gerekiyor artık.
AVRUPA KONSEYİ KARARLARINI UYGULAMAK RAHATLATACAK
ÜLKENİN her tarafında süren ve sadece askerleri değil, Kürtler de dahil birçok kesimi hedef alan sabaha karşı baskınları, karga tulumba tutuklamalar tarzında yürütülen “operasyon” dalgalarıyla Türkiye’nin normalleşmesi mümkün değil. Başbakan’dan genelkurmay başkanına herkesin dinlendiği bir toplum, emekli generallerin darbe planlarını ortaya çıkartarak normalleşmez. Gazetecileri hapis cezaları ile susturulma tehdidi altındaki bir ülkede de normalleştirilmeden söz edilemez.
Normalleşme için yapılacaklar belli. Demokrasinin mekanizmalarını çalıştırmak.
Neden Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa Konseyi kararları uygulanmıyor mesela.
Avrupa Konseyi’nin bütün üyeleri gibi Türkiye de Bakanlar Komitesi’nin kabul ettiği tavsiye kararlarını uygulamakla yükümlü.
2006 tarihli kararında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin kararlarında tutuklanmanın koşulları belirtiliyor, bunun kontrolünün nasıl yapılacağı da. En önemlisi ve hatırlamamızda yarar olan 17 madde. Burada soruşturmayı yürüten makamları, tutukluluk koşulunun devam edip etmediğini sürekli kontrol etmekle yükümlü kılıyor. Bu yapılsaydı Aylin Duruoğlu serbest kalmak için 10 ay sonraki mahkemeyi beklemek zorunda kalır mıydı?
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin beşinci maddesi kişinin özgürlük ve güvenlik hakkını garanti altına alıyor. Tutuklanma koşulları, derhal bilgilendirilme, hızlı
yargılanma süreci de bu hakkın bir parçası.
Demokratik hakların güvence altına alınmadığı bir toplumda “normalleştik” demekle normalleşilmiyor.
Paylaş