LPG’li araçlara ‘saatsiz bomba’ adını takmakta ne kadar haklı olduğum bir kez daha ortaya çıktı.
Önceki gün Ankara’da, dün de İstanbul’da LPG’li araçlardan ikisi daha ‘patladı’.
Ankara’daki olay ucuz atlatılırken, İstanbul’da 1 ölü, 8 yaralı var.
Aracın patladığı yer ise sanki Irak’ta bir mahalle.
Benim yazılara karşı Sanayi Bakanlığı’ndan gelen yanıtta ise ‘Yetkileri ona buna şuna devrettik’ gibi sorumluluktan kaçan ifadeler var.
Devrettiniz ama, demek ki devrettiğiniz kurumlar işlerini yapmıyorlar. O zaman ‘acil önlem’ gerek.
Öncelikle LPG’li bütün araçların hızla ‘denetimden’ geçirilmesi gerekiyor. Bunun için Trafik Muayene İstasyonları’nda bir birim oluşturulmalı ve LPG’li tüm araçların hızla bu birimlerden ‘Güvenlik Belgesi’ alması sağlanmalı.
Bunun için 2 ay gibi makul bir süre verildikten sonra, bu belgeye sahip olmayan LPG’li araçların ‘trafikten men edilmesi’ uygulamasına geçilmeli.
Hele hele LPG ile çalışan taksilerde bu güvenlik belgesi müşterinin görebileceği bir yere asılmalı.
Çünkü vatandaşlar gerçekten korku içinde. LPG’li taksiye bindiğimiz zaman ‘Azrail ile kol kola girdiğimiz’ hissine kapılmaktan kurtulmalıyız.
Kendi aracımız LPG’li değilse bile yanımızdaki otomobilin patlamayacağından emin değiliz. Çoluk çocuğumuz, sevdiklerimiz bütün gün yollarda, bu araçlarla seyahat ediyorlar. LPG’li araçlar Irak’taki ‘direniş grupları’ kadar zayiat verdiriyorlar.
Ama kimse tınmıyor.
Yatırımcının güveni kalmadı
HÜKÜMETİN ‘özelleştirme’ yapması giderek güçleşiyor.
Bunda Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın hataları kadar, hükümetin uygulamaları da etkili oluyor.
Tekel’in ‘alkollü içkiler’ bölümü başarıyla satılmıştı.
Sigara tarafı ise ‘toptan’ satılmak istendiği için elde kalmıştı. Çünkü farklı üreticilerin farklı ürün gruplarına talepleri vardı ve bütününü almak kimsenin işine gelmiyordu.
Tekel tek parçada satılmak istenince, yabancı üreticiler ihaleye girmektense, daha ucuz yatırımlarla kendi ‘ucuz ve yeni’ markalarını yaratma yoluna gittiler.
Ancak yine de Tekel’in sigara bölümü parça parça satılması halinde hálá cazip.
Ancak benim duyumlarıma göre sigara üreticileri başta olmak üzere, özelleştirme ihalelerine girmeme havası yatırımcılarda giderek hákim olmaya başladı.
Bunun nedeni güvensizlik.
Biliyorsunuz, Tekel’in alkollü içkiler bölümünü satın alan konsorsiyuma büyük kazık atıldı.
Alkollü içkiler üzerindeki vergiler öyle bir artırıldı ki, 5 yılda geri dönmesi beklenen yatırım, şimdi en az 12 yılda geri dönecek. Bütün hesaplar altüst.
Oysa hükümetin vergilerle ‘fazla oynanmayacağı’ yolunda bir sözü vardı.
Şimdi yatırımcılar hükümete güvenmiyorlar.
Bu nedenle de, iki önemli satışta ciddi sıkıntılar olabilir.
Bunlardan biri Tekel’in sigara bölümü, diğeri ise Milli Piyango.
Milli Piyango İdaresi bugün için Maliye Bakanlığı’na bağlı.
Bu nedenle de diğer şans oyunlarına oranla daha fazla kayrılıyor.
Bu haliyle ‘cazip ve kárlı’ bir yatırım. Ancak özelleştirme sonrası Milli Piyango gelirlerine de büyük bir kesinti uygulanması her zaman bir olasılık. Yatırımcılar bu konuda hükümetten güvence almadan Milli Piyango satışına katılmayabilirler.
Aynı şey sigara için de geçerli. Orada da Maliye ile sık sık ‘takışan’ üreticilerin hükümete güveni yok.
Başarılı özelleştirmenin tek şartı ise güven.
İlaç sektörü yaralanmasınmış!
İLAÇ patronlarının ortak çatısı ‘İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası’‘Roche işi sektörü yaralamasın’ demiş.
Okuyunca güldüm.
Ben kendi adıma gazeteciliğe başladığım günden beri ‘ilaç endüstrisini’ mercek altında tutarım. Ancak Roche rezaletine kadar ortaya somut bir şey koyamamıştık.
Roche olayında Vatan Gazetesi ile ben güzel bir çalışma yürüttük. Sonuç ortada.
Umarım şerefli savcılar ve hákimler gereğini yapacaklar.
Ancak ilaç patronlarının açıklaması komik.
Bu iş gerekiyorsa ilaç sektörünü yaralayacak.
Çünkü yıllarca olan bitene seyirci kaldılar ve hatta parçası oldular.
Soruyorum, ilaç patronlarına ilaç üreticileri yıllardan beri doktor muayenehanelerini dayayıp döşemediler mi, bazı ahlaksızlara yazılan ilaç başına komisyon ödemediler mi, ilaçlarını yazan doktorları dünya seyahatlerine götürmediler mi, sağlık taraması adı altında hayır işliyormuş gibi görünüp kasaba kasaba dolaşıp kendi ilaçlarını yazdırmadılar mı, ilaç karnelerini müsvedde defteri gibi kullanmadılar mı?
Bunların hepsi yapıldı.
Sektördekiler de, doktorlar da bu yazdıklarımın doğruluğunu biliyor.
Elbette hepsi yapmadı ama pek çoğu bu çarkın bir parçası oldu. Bunları bilip göz yummak bile ayıp değil miydi?
Türkiye her yıl ilaca devlet kesesinden, yani sizin benim cebimden milyarlarca dolar ödüyor.
Biz gazeteci olarak bunun üzerine gitmeyeceğiz de, baklava çalan çocukların mı izini süreceğiz.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Sırtımıza saplanan hançeri çıkarıp saplayana saplamamız ihanet olarak algılanmadığı zaman.