BUGÜN size tarihi bir gerçeği yazmak istiyorum. Üzerinden iki yılı aşkın zaman geçen ve herkesin farklı değerlendirmeler yaptığı bir gerçeği. Başkan Bush ile Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk kez baş başa görüştükleri günü. Bu görüşmeyle ilgili olarak pek çok kişi Başbakan Erdoğan’ı suçladı. Bu görüşmede Irak’a asker yollanması ve Türkiye’deki üslerin kullanımı ile ilgili tutamayacağı sözler verdiği söylendi. Size bu görüşmenin perde arkasını ve hangi sözlerin verilip verilmediğini aktaracağım. Yazdıklarımın doğruluğu, aradan yıllar geçip bu görüşmenin tutanakları açıklandığı zaman ortaya çıkacak. Tayyip Erdoğan, Bush ile görüştüğünde AKP seçimi yeni kazanmıştı. Bush söze bu konuyla girdi. ‘Seçimi kazanmanıza çok memnun olduk. Çünkü sizinle çok ortak yönümüz var’ dedi ve ekledi: ‘İkimiz de Tanrı’ya inanan insanlarız. Siz de, ben de dine çok önem veriyoruz. Bu ikimiz arasında çok iyi bir taban oluşturacak.’Başkan Bush’un bu girizgáhı, Başbakan Erdoğan’ı da, odada görüşmenin çevirisini yapan Türkleri de çok şaşırttı. Bush’un bu ‘dini’ girişine Başbakan Erdoğan hiçbir karşılık vermedi ve klasik nezaket cümleleri sarf etti. Erdoğan’ın konuyu ‘es geçmesi’ ve mesafeli duruşu Bush’u şaşırttı.Büyük ihtimalle danışmanları tarafından yanlış yönlendirildiğini düşündü. Ardından Türkiye’nin AB üyeliği ile ABD’nin vereceği destekten söz etti Bush. Ve sonrasında konuya geldi. Irak’la yaşanan gerginlik büyük ihtimalle sıcak çatışmayla noktalanacaktı. ABD’nin Türk topraklarını kullanma olasılığı, üsler, Türkiye’nin burada sağlayabileceği katkılar... Hepsi Bush’un önündeki dosyalarda vardı. Zannedilenin aksine, Başbakan Erdoğan bu konuların hiçbirine ‘balıklama’ atlamadı. Hepsinde bunların görüşülebileceğini, taleplerin pek çoğunun Meclis’in yetkisinde olduğunu söyledi. Hiçbir söz vermedi. Bu talepleri geçmişe dayanan dostane ilişkiler ve müttefiklik kapsamında ele alacaklarını, Türkiye’nin bölgesel hassasiyetleri olduğunu aktardı. Bush ve ekibi şaşırdılar. Açıkçası görüşmede bulunan Türk diplomatlar da en az Bush kadar şaşkındı. Erdoğan kırk yıllık diplomat gibi davranmıştı.Görüşme böylece noktalandı. Amerikan tarafı, AKP ile ‘mesafeli’ bir ilişki kurabileceğinin sinyalini daha ilk günden almıştı. 4 yıldır yazdık, neredeydiniz?UZANLAR’a dava açılmış. Halka açık bir şirket olan ÇEAŞ’ın paralarını, kendilerine ait Kıbrıs İmar Off Shore’da düşük faizle tutup halka açık şirketi zarara uğrattıkları gerekçesiyle. Haberi görünce güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim. Çünkü bu köşenin okurları bileceklerdir, bu durumu ilk kez 4 yıl önce yazdım. 4 yıldan beri defalarca bu konuyla ilgili ‘suç duyurusunda’ bulundum. Ama kimse tınmadı. Hem SPK’ya, hem savcılara defalarca çağrıda bulundum. Hiçbir sonuç alamadım. Şimdi aradan yıllar geçti, dava açıldı. Ama bence dava eksik açıldı. Benim bütün ihbarlarıma rağmen bu davayı yıllardır açmayanlar, görevlerini savsaklayanlar hakkında da dava açılmalıydı. Çünkü bu işte Uzanlar’ın suçu kadar onların da ihmali söz konusu. Üniversite affı ilk kez mi çıktı!ÜNİVERSİTE affı konusunda bir bardak suda fırtına koparılıyor. Ben kendimi bildim bileli, iki üç yılda bir ‘üniversite affı’ çıkar. İyi de olur. Binbir güçlükle üniversiteye giren; ama çeşitli nedenlerle bitirmeye muvaffak olamayan gençler için yeni bir umut kapısı açılır. Yanlış hatırlamıyorsam, Show Haber’in başarılı sunucusu Defne Samyeli de böyle bir af sonrası üniversiteye dönmüş, sonrasında ‘üstün başarı derecesiyle’ diplomasını almıştı.Şimdi bu affı çıkaran AKP olunca ‘tantana’ başladı. Yahu bu affı çıkarmamış tek bir hükümet var mı?Neymiş, türbanlılara üniversite kapısı açılacakmış. Başörtüsü takan çocuklara hiç değilse özel üniversite şansı tanımamak zaten başlı başına bir ayıp. Bunlara yönelik af da mı çıkmasın? Kurallar değişmediğine göre, bu çocukların üniversiteye dönmesinde ne beis var? İçlerinden bir bölümü, ‘eğitim daha önemliymiş’ diyerek başını açıp okula gelse, bazılarının fikirleri değişmiş ve zaten başını açmışsa okula geri dönse ne olur?Bu çocuklar bizim çocuklarımız değil mi?Türkiye’de yönetenleri eleştirmek hakkımız. Ama en azından bunu tutarlılık içinde ve ‘insaf ölçülerinde’ yapmalıyız. Aksi halde inandırıcılığımızı yitiriyoruz. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Ağabeyliğin daha önce doğmuş olmakla değil davranışlarla hak edilen bir sıfat olduğunu anladığımız zaman.