BAŞBAKAN Erdoğan’ın keyfi kaçık. Partisine yönelik eleştirilerin dozu artmaya ve belirli bir çevrenin bildik alıştık eleştirilerinin dışına çıkıp ‘tutarlı’ bir söyleme oturunca Tayyip Erdoğan’ın asabı bozuldu.
Ve ne yazık ki, Türk siyasetçisinin tipik ‘paranoya’ belirtilerini göstermeye başladı:
‘Birileri düğmeye bastı.’
Benzer bir ‘paranoya krizine’ geçmişte MHP lideri Bahçeli tutulmuş, Türkiye’yi bir erken seçime taşımış ve Türk siyasetini belki de sonsuza kadar değiştirmişti.
Ama ben Türkiye’nin öyle birilerinin düğmeye basmasıyla yönlendirildiğine hiç inanamadım nedense.
Belki bazı düğmeli ‘yazarlar’ veya ‘kanaat önderleri’ vardır ama en azından ben onlardan biri değilim. Bunu Başbakan da iyi bilir diye düşünüyorum. Hatta bunun ötesinde Başbakan’a ‘kişisel bir sempatim’ olduğunu bile söyleyebilirim. Yakın zamana kadar hükümet lehine çok yazılar yazdım. Fakat ‘düğmeme basılmadığı’ halde, son dönemde ben de hükümeti sert biçimde eleştiriyorum.
Başbakan ‘düğme paranoyasına’ kapılmak yerine ‘Biz dün neyi doğru yapıyorduk bugün neyi yanlış yapıyoruz?’ sorusuna yanıt arasa çok daha ‘doğru’ davranmış olacak.
Çünkü benim gibi ‘düğmesiz yazarlar’ aslında toplumun barometresi. Peki dün biz hükümeti niye destekliyorduk. Yanıt basit. Hükümetin elinde sağlam bir ajanda vardı. Ekonomik programda bir süreklilik sağlamış ve başarıya ulaşma yolunda mesafe kat ediyorlardı.
Kıbrıs gibi ‘kilitlenmiş’ bir konuyu cesaretle ele alıp, çözümlemeye çalışıyorlardı.
Avrupa Birliği’ne uyum konusunda cesaretli adımlar atıyorlardı.
Türkiye’yi demokratikleştirme konusunda ciddi bir irade sergiliyorlardı.
Allah var, bunların çoğunda önemli başarılar elde ettiler.
Biz de bunların tamamında onlara destek verdik. Çünkü Türkiye’nin kısır ideolojik tartışmalarla yerinde saymasından çok çekmiş bir nesildik.
Peki şimdi niye eleştiriyoruz. Yanıt basit. Hükümetin ajandası boşaldı.
Ne AB yanlılarını tatmin edecek yeni adımlar atıyorlar, ne kendi tabanları olarak düşündükleri kesimin beklentilerini karşılayacak cesareti gösterebiliyorlar, ne uluslararası ilişkilerde büyümeye başlayan sorunların üzerine gidebiliyorlar. Ekonomik programın sonuçlarıyla ilgili olarak toplumda başlayan huzursuzluğu da görmezden geliyorlar.
Hal böyle olunca ajandalarına yeni gündem maddeleri koyamıyorlar. Kim bilir belki de çok hızlı koştular ve yoruldular.
Belki biraz nefes almak istiyorlar ama bunu da açıkça söyleyemiyorlar, bilmiyorum.
Öyle bile olsa, bir sonraki merhale için önümüze bir şeyler koymak, bizim hevesimizi canlandırmak zorundalar.
Peki bu niye yapılamıyor. Nedeni de basit.
Başbakan’ın çevresinde ‘vizyon sahibi’ adam kalmadı. Hepsi bir nedenle az veya çok kırgın.
Erdoğan’ın tartışarak, konuşarak, dinleyerek yeni hedefler belirlemesi ise ‘yakın çevresi’ tarafından engelleniyor.
‘Halkın Başbakanı’ farkında olarak veya olmayarak ‘fildişi bir kulede’ yalnızlığa hapsediliyor.
Tayyip Erdoğan’ın bahsettiği düğme olsa olsa onu o fildişi kuleye çıkaran asansörün düğmesidir. Ama bilsin ki, o düğmeye biz basmadık.
Basın merkezi saçmalamaya devam ediyor
DAHA önce Başbakan’ın programını gösteren basın bilgi notlarında, eski orgenerallerle karıştırıp, MGK’nın sivil genel sekreteri Büyükelçi Yiğit Alpogan’ı orgeneral diye yazan, ünlü finans ve derecelendirme kuruluşu Morgan Stanley şirketinin ismini normal kişi sanıp, ‘Başbakan’ın Sayın Morgan Stanley’i kabulü’ diye yazan Başbakanlık Basın Merkezi bugün bir yanlışlığa daha imza attı.
Basın Merkezi, Erdoğan’ın konuğu Makedonya Başbakanı Vlado Buchkovski’nin ismini Erdoğan’ın programında yanlış yazdı. Programda Ankara’da bulunan ve resmi ziyaret yapan Makedon Başbakan yerine ülkenin Cumhurbaşkanı Branko Crvenkovski’nin ismi uygun görüldü.
‘Ne var canım insani bir hata’ diyeceklerdir.
Peki Başbakan Erdoğan’ın bir yabancı ülke ziyaretinde resmi bir yazıda ‘Cumhurbaşkanı Sezer’ deseler bu kendimizi kötü hissetmemize neden olmaz mı?
Bu kadar önemli bir görevde, bu hatalar normal mi?
Bu ne biçim kurul
ANITLAR Yüksek Kurulu İstanbul metrosunun Haliç geçişine ‘yeraltındaki tarihi değerlere zarar verebileceği’ gerekçesiyle izin vermemiş, metro inşaatı gelip tıkanmıştı.
Bu durum aylarca sürdü.
Yeni projeler, yeni planlar hazırlandı. Bunlar için büyük paralar harcandı. İnşaatın uzun süre durmasının getirdiği ek maliyet ve metronun hizmete girmesinin gecikmesinin İstanbul halkının sırtına yüklediği külfet de cabası. Ve şimdi aynı Anıtlar Yüksek Kurulu aynı metro inşaatının, aynı güzergah üzerinden yürütülmesine ‘onay’ verdi.
Peki bunca zaman kaybını, bunca para kaybını kim karşılayacak? Yazık değil mi bu milletin parasına ve zamanına. Yok mu bunun hesabını soracak birileri!
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Elbisesinin rengini bile değiştirmeyenlerin dünyayı değiştireceklerine inanmadığımız zaman.