Paylaş
O gün, ben de bizim tarihimizin en ünlü “milli ve yerli çapkını” Süha Özgermi’yi tanıtmıştım...
1980’li yıllarda Türk magazin medyasının en önemli ve en renkli figürlerinden biriydi...
Yazının çıktığı gün Habertürk yazarı Murat Bardakçı aradı...
“Süha Bey’i yazmışsın... Onu bir de ben yazayım. Bakın, çoğu insanın ‘Ha, milli çapkın mı?’ diye dudak büktüğü o karakterin arkasında nasıl bir insan var...”
Murat, bunu 22 Eylül 2013 günü, onun ölümünden sonra Habertürk’te yazmış.
Yazının başlığı şu:
“‘Milli çapkın’ Süha Özgermi’nin Abdülhamid’e uzanan aile öyküsü”
İlgilenenler, yazının orijinalini Murat Bardakçı’nın o renkli kaleminden (klavyesinden) okuyabilir.
*
Yazı bana, sanki, “Ben anlatılan o insan değilim” diye haykıran bir tekzip metni gibi geldi...
*
Ben de ne yaptım...
O yazıyı aldım, Murat’ın arkadaşça hoşgörüsüne sığınarak, sanki Süha Özgermi’nin ağzından yazılmış bir tekzip metni gibi yeniden yazdım.
Yani, adı çapkına çıkmış bir aristokrata iadeiitibar ettim...
Buyurun, ahiretten gelen o hayali mektubu birlikte okuyalım.
1)ÖLDÜĞÜM GÜN MEDYADA NELER YAZILDI NELER
“‘BİR cuma günü öğle saatlerinde Kıbrıs’ta vefat ettim...’
Haber internet sitelerinde hemen “Milli çapkının vefatı” başlıklarıyla yer aldı, dün de benzer şekilde gazetelerde çıktı ve güzellerle çekilmiş fotoğraflarıma da yer verildi...
Hakkımda bir kısmı tamamen hayali olan bazı hikâyeler yazıldı, ‘zengin bir aileden geldiğim ve kırk küsur odalı bir evde doğduğum’ yolunda kırık-dökük bir şeyler söylendi ama seksenli ve doksanlı senelerin gazetelerinde neredeyse hemen her gün mutlaka yer alan bu sabık magazin figürünün kim olduğu, çapkınlık dışında ne iş yaptığı konusunda tek satır olsun geçmedi...
Sadece genç nesil değil, yaşıtlarım ve hatta yaşça büyüklerim bile beni dünyanın en güzel kızları ile gününü gün eden, işi sadece güzellik yarışmaları organize etmekten ibaret iflah olmaz bir çapkın diye bilirler...”
(Gazeteci Murat Bardakçı beni çok iyi tanır. Son yıllarımda haftanın en az iki-üç günü birlikteydik. İsteyen beni onun kaleminden okur.)
2) DEDEM MABEYİNCİ FAİK BEY, ÜLKEMİN İLK MONŞERLERİNDENDİ
“DEDEM, Sultan Abdülhamid’in en yakın adamlarından ve Yıldız Sarayı’nın en güçlü isimlerinden Mabeyinci Faik Bey idi...
Birkaç nesil önce Bolu’dan gelmiş bir ailenin çocuğu olan Faik Bey’i merak edenler, o dönemi anlatan kitaplara, özellikle de Abdülhamid’in sarayını yazan kaynaklara baktıkları takdirde, hükümdarın öncelikle iki sırdaşı olarak Arap İzzet Paşa ile Faik Bey’in isimleri ile karşılaşırlar...
Faik Bey, Sultan Abdülhamid’in şehzadeliğinden itibaren yanında bulunan Bolulu Lütfi Ağa’nın oğlu idi. Abdülhamid tarafından okutuldu. Galatasaray Sultanisi’ni bitirdikten sonra bir ara Hariciye’de yani Dışişleri Bakanlığı’nda çalıştı, sonra saraya alındı. Abdülhamid’in 1909’da tahtından indirilmesine kadar hükümdarın en yakın adamlarından oldu ve padişahın ihsanları sayesinde yüklü bir servet edindi.”
3) DEDEM 31 MART’TA KADIN KILIĞINA GİRİP MISIR’A KAÇTI
“DEDEMİN Bebek’teki yalısı ile Nişantaşı’ndaki konağı başta Türk Müziği’nin efsane ismi Tanburî Cemil Bey olmak üzere zamanın en büyük sanatkârlarının devam ettiği bir sanat merkezi gibi idi...
Ama, patlayan 31 Mart Ayaklanması, Faik Bey’in refahının sonunu getirdi. Abdülhamid’in yakın çevresinin tutuklanmaya başlaması üzerine çarşaf giyerek, yani kadın kılığına bürünerek bir İtalyan vapuru ile Mısır’a kaçtı, İstanbul’da bıraktığı ailesini ve hizmetkârlarını da sonradan yanına aldı ve Mısır’dan İsviçre’ye geçti.
Dedem Faik Bey’in dört hanımı ve biri erkek, onu kız, tam on bir çocuğu vardı...”
4) BOLŞEVİK İHTİLALİ, RUS ÇARI KADAR DEDEMİ DE VURUYOR
“SÜRGÜNDE geçirdiği senelerde çocuklarını art arda evlendirdi, hanımlarını da boşadı ve asıl felaketi Dünya Savaşı’nın sonunda Cenevre’de yaşadı:
Servetini Rus parasına yatırmış ama Rusya’daki komünist ihtilal parayı pula çevirince Avrupa’nın göbeğinde kuruşsuz kalmıştı!
1918’de tek başına İstanbul’a döndü. İhtişamı, bir zamanlar dillere destan olan Teşvikiye’deki konağının bir odasına yerleşti, diğer odaları kiraya verdi ve bu sayede geçinmeye çalıştı.
Hayata 1937’de, Teşvikiye’de veda etti...
Dedem Mabeyinci Faik Bey’in on kızından ikisi, sonraki senelerde Türk müziğinin iki önemli ismi olacaklardı: 1892 doğumlu Faize ile ondan sekiz yaş küçük Fahire...”
5) ‘KIZ SEN GELDİN ÇERKEŞ’TEN’ ŞARKISININ BESTECİSİ HALAMDIR
“SONRAKİ senelerde ‘Ergin’ soyadını alacak olan Faize, başta ‘Kız sen geldin Çerkeş’ten / Pek güzelsin herkesten’ sözleri ile başlayan meşhur şarkı olmak üzere çok sayıda eser besteleyecek; Fahire ise, Faik Bey’in Refik adındaki teyzesinin oğlu ile evlenecek ve çift, Cumhuriyet Türkiyesi’nin en seçkin sanatkâr ailelerinden olacaktı: Büyük bestekâr Refik Fersan ile eşi kemençeci Fahire Fersan...
Mabeyinci Faik Bey’in tek oğlu olan Abdurrahman Lütfi Bey ise, güzelliği dillere destan olan saraylı Peru Hanım’dan dünyaya gelmişti. İsviçre’de “Taudicum” jimnazyumunu bitirip Türkiye’ye döndü, evlendi, 1923’te onun da bir oğlu oldu ve adını “Süha” koydular.
Türkiye’nin milli çapkın olarak tanıdığı ben, Süha Özgermi’nin şeceresi işte budur...”
6) İLK İŞİM TEKSTİL FABRİKASINI İÇ ÇAMAŞIRINA ÇEVİRMEK OLDU
“BABAM Abdurrahman Lütfi Özgermi 1930’larda Sümerbank’ın kuruluşunda vazife almış, uzun seneler İstanbul’daki fabrika ile Ankara’daki ‘Yerli Mallar’ın başında bulunmuştu. Ben, Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra birkaç sene Avrupa’da yaşayıp memlekete döndüm ve tekstil işine girdim. Kurduğum atölyeleri büyütüp zamanla ‘iç çamaşırı fabrikası’ haline getirdim, önce TSK’ya, ardından da bazı NATO ülkelerine asker çamaşırı sattım...
Galatasaray Kulübü’nün genel sekreterliğini de yaptığım 1970’lerin sonunda birkaç defa vergi rekortmeni oldum...”
7) BAKIN ENİŞTEMİN BESTESİ ‘RAST MEDHAL’I HANGİ ŞEFE ÇALDIRDIM
“HALAM ve eniştem sayesinde zaten musikinin içerisinde büyümüştüm, alaturka musikiyi yakından biliyordum.
Hatta 80’lerin başında Güney
Fransa’daki seçkin eğlence mekânlarından birinde eniştem Refik Fersan’ın meşhur ‘Rast Medhal’ini o senelerin meşhur müzisyenlerinden Paul Mauriat’nun orkestrasına icra ettirdim. Murat Bardakçı da şahidimdir.”
(Benim notum: Paul Mauriat kim derseniz, 1960’ların ünlü parçası ‘Love is Blue’yu çalan orkestranın şefi)
8) BİR GECE YARISI KAZASINDAN SONRA NASIL MAGAZİNİN ‘MİLLİ ÇAPKIN’I OLDUM
“NE oldu ise, seksenlerin başında oldu... Bir gece, adı bende saklı önemli bir dostum ile beraber halam Fahire Hanım’a akşam yemeğine gelecektik.
Hatta, yemeğe Murat Bardakçı da gelecekti.
Yolda trafik kazası yaptım, başımı şiddetli şekilde direksiyona vurduğumu ve ayağımı kırdığımı öğrendim.
İsviçre’de bir hastanede aylarca yattım.”
9) MİLLİ ÇAPKINLIĞIN GERİSİNİ MURAT BARDAKÇI’DAN DİNLİYORUZ
“MİLLİ ve yerli çapkın” Süha Özgermi’nin hayali tekzip mektubu burada sona eriyor.
O kaza gecesi sonrası meydana gelen gelişmeleri Murat Bardakçı’dan dinliyoruz:
“Süha Ağabey, döndüğünde bambaşka bir insandı...
Bastonsuz yürüyemiyordu, işlerini bir tarafa bıraktı, zamanla malını-mülkünü de elden çıkarttı ve güzellerle gününü gün edip yarışmalar tertiplemeye başladı...”
10) ŞİMDİ HİÇ BAHSETMEZLER AMA BİRÇOK HANIMEFENDİ ŞÖHRETİNİ ONA BORÇLUDUR
“TÜRKİYE’de o senelerde tanınıp şöhret kazanmış olan birçok ‘hanımefendi’, şöhretlerini aslında Süha Ağabey’e borçlu olduklarından şimdi pek bahsetmezler...
İşte, son 30 küsür seneden bu yana ‘milli çapkın’ diye tanınan, hakkında çok şey söylenen ama kim olduğu ve gerçek işi konusunda şimdiye kadar hiçbir şey yazılmayan rahmetli Süha Ağabey’in Sultan Abdülhamid’in sarayına kadar uzanan aile öyküsü budur...
KATKIDA BULUNANLAR
Sayfa Editörü: Firuzan Demir
Düzeltmen: Nagehan Keleş
Tasarım ve Uygulama: Selma Songül Zengin
Paylaş