YANIMDA oturan “Aa!” deyiverdi, “Atatürk’ün annesi Rum mu?”
İlk izlenim. Nasıl olmasın ki! “Veda”da sarı saçlı, güzel bir kadın, Zübeyde Hanım, “kırık Türkçe” ile konuşuyor. Ola ki, Selanik şivesi diye düşünülmüş. Öyle varsayılsa da, Zübeyde Hanım’dan başka hiç kimse kullanmıyor o şiveyi. Ne kocası Ali Rıza Efendi, ne ayınları çatlatması beklenen mahalle mektebi hocası, ne mahallenin çocukları. Herkes günümüzün sıradanlaşmış Türkçesiyle konuşuyor da, niye yalnız Zübeyde Hanım’a yakıştırılmış o “Ruma çalan” ağız? Haydi, gelin düşünmeyin bakalım, niye böyle tasarlamış yönetmen Zülfü Livaneli, Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım’ı! Geçelim... VE GEÇELİM... Genç Mustafa Kemal’in anne sevgisi, yeniden evlendi diye, neredeyse bir öç alma duygusuna indirgenmiş. Filmin bir sahnesinde Zübeyde Hanım karda kışta sokaklarda bekler; yatılı olarak Askeri Rüştiye’de öğrenim görürken, artık eve gelmeyen oğlunun yoluna çıkar, evci olduğu bir gün. Genç Mustafa, yalvarışları içinde annesini arkasından sürükler gibi bırakıp gider o kış gününde. Kadınlara verdiği değer yadsınamaz bir gerçeklikse, gençliğine düşürülen bu “gölge” ile neyi vurgulamak istemiştir Livaneli? Geçelim... YİNE GEÇELİM... Sonraki yıllarına da düşen bir başka gölge: “Üniforma saygısı”. Bir sahnede mahallenin çocukları “birdirbir” oynamakta. Mustafa ile Salih, askeri öğrenci üniformaları ile çocukların oyununa katılır. Eğilme sırası Mustafa’ya gelince, eğilenlerin üzerinden bir güzel atlamıştır da, Mustafa eğilmez! “Eğilmezlik” gibi bir vurgu yapılırken, sırtlarına basa basa bir bir eğilenlerin üzerinden atlamış olmasını Mustafa’nın hangi kişilik özelliğine bağlayacağız? Senarist Livaneli, buradan Mustafa’nın çocuklara “savaş oyunu” öğretmesine bağ kuruyor. Tahta tüfeklerle ateş edermiş gibi sürdürülen oyunda çocuklardan biri “el bombası” diye bağırıp, varsaydığı bombanın pimini ağzıyla çekerek fırlatmakta. El bombasının yapılışı 1903 yılında, ilk kullanılması 1912’de gerçekleşmiş. Mustafa’nın çatısını kurduğu bu savaş oyunu ise 1895 yılında oynanmakta. On beş yılı aşkın bir öngörü mü! Askeri üniformayla “birdirbir” oynamak, ardından o üniformayla yerlere yatıp kalkıp bir “savaş oyunu” sürdürmek, diyelim bir “gençlik hatası”. Ya subay olup çıktığında, göğsünde bir madalyayla? O sahnede Mustafa, subay arkadaşlarıyla bir çalgılı mekanda görülür; çıkmak üzeredirler. Birden saz heyeti bir zeybek havası çalmaya başlar. Kurmay Binbaşı Mustafa birden yüreklenir, başlar zeybek oynamaya. Gerçekten güzel oynar. Üniformanın düğmeleri çözülmüş, göğüs bağır açık ve madalya savrulmakta! Mustafa Kemal’in üniformalı resimlerine baka baka, kendimizi koşullandırdık mı acaba! Geçelim. Ama geçemeyeceğimiz bir şey var Veda’da: O, neredeyse hiç “Kemal” olamamış! “Mustafa” ile “Paşa” arasında kalan Atatürk’ü, Veda’dan öğrenmeyi haftaya bırakalım.