Paylaş
Yıllar ne çabuk geçmiş!
Geçe geçe yıllar bir ölüme daha gelip dayanmış.
Rastlantı bu ya, Çetin Köroğlu Ankara Devlet Konservatuvarı’nı bitirip de Devlet Tiyatrosu’na sanatçı olarak girerken ben de Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okumaya başlamışım.
Muhsin Ertuğrul’lu, Cüneyt Gökçer’li, Melek Ökte’li, Salih Canar’lı, Muazzez Kurdoğlu’lu, Yıldız Kenter’li yıllardı o yıllar. Devlet Tiyatrosu’nun sanat niteliğini ulaşılmaza doğru sürükleyen yıllar.
Giderek ‘Devlet Tiyatrosu’ gerçeği tartışılır oldu Ankara’da; tek seslilik, sahne sanatında Devlet Tiyatrosu tekeli. Başka bir soluk arayan sanatçıların, bu soluğu destekleyen eleştirmenlerin sayısı artar oldu.
Çetin Köroğlu’nun 1962’de perdelerini açan Ankara’nın ilk özel tiyatrosu Meydan Sahnesi’nin kuruluşuna, eşi Mediha Köroğlu ile katılışı, Devlet Tiyatrosu içinde kendilerini “soluksuz” kalmış gibi duyumsamış olanlar arasından, sonu pek kestirilemese de bir “öne çıkış”tı o günlerde.
“Meydan Sahnesi”, Yenişehir’de, o bir bodrum katında, yönetmen ve oyuncu olarak Çetin Köroğlu’nun göğüslediği sorunları aşa aşa Başkent seyircisinin benimseyip vazgeçemediği “özel tiyatro” olmuştu. Ve biraz daha “büyük” sahneye açılalım derken büyü bozuldu herhalde.
On yıl önce Ankara’da bıraktığı Devlet Tiyatrosu’na geri döndü, İzmir’de.
***
İzmir tiyatro seyircisine yabancı değildir “Çetin Köroğlu” adı. Emekli olduğu 1995 yılına kadar İzmir Devlet Tiyatrosu’nda sahneye konan, neredeyse her oyunda Çetin Köroğlu ya yönetmendir, ya oyuncu. Bugün İzmir Devlet Tiyatrosu’nda sahneye çıkan çoğu sanatçının üzerinde onun “hakkı” vardır.
TRT İzmir Televizyonu’nda 1980’lerde yayınlanan “Şenlikgiller” ve “Yaşarken” dizilerinde baş oyuncumdu Çetin; TRT’den ayrılıp Devlet Tiyatrosu’na dönünce Çetin yönetmendi, ben oyuncu!
“Rolü üzerinde durmadan konuşan oyuncu, sıradan biridir” derdi. “Usta oyuncu yorumlarla kendini oyalamaz, oynar.”
Hınzırlığı tutardı arada bir. “Birinin oyununu mu bozacaksın. Bir sahnede çok güzel oynadığını söyle. O sahne gelince güzel oynadığını düşünüp, daha bir abartıyla oyununu bozacaktır.”
***
Öldüğü günün ertesi, 18 Kasım 2001 günü Konak Tiyatrosu’nda onun sahneye konmuş tabutu önünde toplaştık. Son bir kez daha “ölümünde” onunla sahnede buluştuk. Anıyorduk, ağlaşanlar onun nasıl “değerli” olduğunu anlatıyordu. Ama o ölmüştü.
Ölmeyen bir şeyler kalır mı acaba ölenlerden? Onu da bir kez daha “Romeo ile Jülyet”e dönüp haftaya arayalım.
Hele yitip gitmiş sanatçının sesini!
Paylaş