SON 20 yılda yüzde 70’e ulaşan pazar kaybını geliştirdikleri fonksiyonel ve karışımlı ürünlerle kapatmaya çalışan margarin üreticileri, vitamin ve bol sütle zenginleştirilen, zeytinyağı ve tereyağ lezzeti kazandırılan ürünlere ballıdan sonra çilekli karışımlar da eklendi. Krize rağmen 2009 yılını sadece yüzde 3.3’lük küçülme oranıyla kapatan sektör, pastacılık ve kase ambalajla 1.5 milyar doları yakaladı. Yılık ihracatın 100 bin tonu bulduğu margarinde, fonksiyonel ve karışımlı ürünlerin payı da yüzde 20’ye ulaştı.
502 milyon lira
Kalp sağlığı açısından zararlı kolesterolden arınmış, transyağ oranı binde 3’e, doymuş yağ oranı da zeytinyağı seviyesine çekilmiş bitkisel yağlarla üretilen yeni nesil margarinlerde şimdi, kahvaltı sofraları hedefleniyor. Firmalar, 2008 yılında 32 bin ton gerçekleşen kase margarin üretimini geçtiğimiz yıl piyasaya sürdükleri fonksiyonel ve karışımlı margarinlerle 34 bin 410 tona çıkardı. Böylece sofra ve yemeklik margarin tüketimi, 184 bin tona ulaşarak 502 milyon lirayı yakaladı.
Yüzde 85’ine 3 firma hakim
Arkadaşımız Mehtap Özcan’ın yaptığı araştırmaya göre, margarin pazarının yüzde 73’ünü paket margarinler oluştururken, yenilikler ile sürekli büyüyen kase ambalaj segmenti ise pazarın yüzde 27’sini kapsıyor. Paket margarin 2008 yılında 121 tondan 113 bin tona gerilemeye devam ederken, kase margarinler tekrar büyüme ivmesine girerek, 32 bin tondan 34 bin tona yükseldi. Türkiye’de 33 firma, sayıları 100’ü bulan farklı markayla piyasada rekabet ediyor. Ancak, margarin piyasasının yüzde 85’ini Unilever, Ülker ve Marsa’nın elinde bulunuyor.
2 farklı kategori
Margarin genel ve kalp sağlığına yönelik fonksiyonel kullanım olmak üzere iki farklı katagoriye ayrılıyor. Genel kullanıma yönelik ürünlerin payı yüzde 85 olurken, kalp sağlığına yönelik ürünlerin payı ise yüzde 15’i buluyor. 1953 yılından bu yana Türkiye’de margarin kategorisinde faaliyet gösteren Unilever, içeriğinde, kandaki kolesterolü düşürmeye yardımcı olan bitkisel sterollerin bulunduğu Becel Pro-activ ürünüyle fonksiyonel margarin kategorisinde Ülker’in kalp ve damar sağlığını korumada yardımcı olan Kalbim Benecol’le rekabet ediyor. Ülker’in Teremyağ’la tereyağı lezzeti kazandırdığı margarinle kahvaltı sofralarına girmesiyle birlikte kızışan rekabete Unilever, Sana’nın, Marsan da Luna’nın tereyağ lezzetindeki ürünleriyle katılıyor. Ülker, bal karışımlının ardından çilek reçelliyi piyasaya sürdü.
Zeytinyağlısı öne çıktı
Kefirde yüzde 59 artış
Doğu Türkistan asıllı işadamı Şirzat Doğru, İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde oluşturduğu Alaş Kazak Çiftliği’nde üretimini gerçekleştirdiği kımızların litresini 25 TL’ye pazarlamaya başladı. Tüm Restoranlar, Lokantalar ve Tedarikçiler Derneği’nin (TÜRES) Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Bingöl de, Türkiye’de demir hindi ya da hint hurması adıyla bilinen tamr hindi şerbetini RB markasıyla iç piyasanın yanısıra Türk cumhuriyetleri ve Ortadoğu ülkelerine de pazarlamaya hazırlanıyor.
Arkadaşımız Mehtap Özcan’ın yaptığı araştırmaya göre, Altınkılıç firmasının 2004’te, Ülker’in de 2007 yılında üretime başlamasıyla birlikte sade ve meyveli olmak üzere farklı tatlarda ürün çeşitlerinin piyasaya sürüldüğü kefirde pazar hızla büyüyor. Geçtiğimiz yıl, 1802 ton ve 7 milyon 964 bin TL olan pazar hacmi, bu yıl üretici firmaların satış hedeflerini 2 bin 500 tona, ciro hedeflerini de 10 milyon TL’ye çıkartmalarına neden oldu. Kış aylarında vücudun direncini artırıp, bağışıklık sistemini güçlendirmekte yardımcı olan kefirde, bu yılın ilk 8 ayında tonajda yüzde 59, ciroda da yüzde 75’lik büyüme oranları yakalandı.
Kımızın patentiİnek sütünün mayalanması sırasında binde 2 oranında oluşan kefirdeki alkol oranı, kısrak sütünün mayalanmasından elde edilen kımızda yaklaşık yüzde 1.2 seviyelerinde oluyor. Antibiyotik etkisi sayesinde vücutta iltihap oluşmasına karşı, etkisi de bulunan kımızın Türkiye’de üretimi İzmir, Kemalpaşa’da ki Kazak Vadisi Kımız Çiftliği’nde gerçekleştiriliyor. Türkiye’deki kımız tüketimi de yılda 6 tonu buluyor.
4 milyon dolar hedefliyor
Yemekten önce içildiğinde enerji, yemek üstüne içildiğinde de hazmı kolaylaştırma özelliği bulunan 600 yıllık Türk içeceği demir hindi şerbetini, RB markasıyla litrelik ambalajlarda pazarlamaya başlayan Ramazan Bingöl, yıllık 4 milyon dolarlık satış hedefliyor. Hint hurmasından üretilen Demir Hindi şerbeti, iç piyasanın yanı sıra Ortadoğu ve Türk cumhuriyetlerine de pazarlanacak. Coca Cola Türkiye’de ilk kez Cappy markasıyla ürettiği şerbetleri, geçtiğimiz ramazan ayında piyasaya sürdü. Cappy Ramazan şerbeti adıyla üretilen bu şerbetler, üzüm ve vişne suyunun bitki ve meyve aromalarıyla karıştırılarak üretiliyor. Bu şerbetlerde, erik, zencefil, karanfil, incir aromaları da kullanılıyor.
YILLIK hacmi 53 milyar dolara ulaşan alkolsüz içecek pazarında, teneke kutu tamamen yerini alüminyuma bıraktı. Bunda da asit içeren gazlı içeceklerin teneke kutularda paslanma sorunu yaratması etkili oldu. Gazlı içecek üreticilerinin kutu ambalajda tamamen alüminyuma gelmesi, en fazla geri dönüşüm firmalarına yaradı. Bu da, geri dönüşüm için toplanan kutularda teneke için 25 kuruş olan kilogram kutu fiyatı, alüminyumda 1.5 TL’ye çıkmasından kaynaklanıyor.
Yüzde 100 alüminyum kutu
Geri dönüşüm firmalarına göre, daha önce her 10 meşrubat kutusundan birinde alüminyum yerine teneke kullanıyordu. Artık bu oran yüzde 100 alüminyum kutuya dönüştü. Geri dönüşüm firmalarının topladıkları ürünler üzerinde daha önce yaptıkları araştırmalara göre, Coca Cola klasik, Coca Cola Diet, Pepsi, Cappy, Lipton Ice Tea, Nestea, Çamlıca, Li Cola, Li Porta, Efes, Tuborg gibi alkollü, alkolsüz içeceklerin kutularında alüminyum kullanılılırken Coca Cola Zero, Scheweppes gibi bazı meşrubatlarda ise zaman zaman teneke malzemeden üretilmiş ambalajlara da yer verilebiliyordu. Bunların oranı da yüzde 10’u buluyordu.
2.5 milyon ton toplanıyor
Arkadaşımız Mehtap Özcan’ın yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’de yılda üretilen 20 milyon ton evsel atıktan sadece 2.5 milyon tonu geri dönüşüme kazandırılıyor. Bu ürünler, özel olarak oluşturulan tesislerde, cinslerine ve özelliklerine göre tek tek ayrılarak, ekonomiye yeniden kazandırılıyor. Bu 2.5 milyon ton atığın 625 bin tonunu kağıt, karton, plastik, alüminyum ve teneke (kalay) gibi ambalaj malzemeleri oluşturuyor. Teneke (kalay) ve alüminyum ambalajlarda yaygın olarak kullanılan malzemeler arasında yer alıyor. Günlük hayatımızda sık olarak kullandığımız yağ tenekeleri, konserve kutuları ve meşrubat kutularının yüzde 90’ı alüminyumdan üretiliyor ve bu atıklar kilogramı 1.50 TL karşılığında geri dönüşüm firmalarına satılıyor. Ancak bu ambalaj atıklarının tenekeden üretilmiş olanlarının fiyatı ise kilogram başına 25 kuruş oluyor.
Depozito alma ya da satma imkanı sağlanıyor
GIDA ambalaj atıklarının en fazla oluştuğu yerlerin başında, apartmanlar, sitelerin yanı sıra özellikle, stadyum, yüzme havuzu, lokanta, hazır yemek tesisleri, okul, park, eğlence merkezleri, oyun salonları, oteller, büfeler, iş hanları, otogarlar, kamu ve özel kurum binaları, yurtlar ve üniversite kampüsleri geliyor. Almanya, Finlandiya gibi bazı ülkelerde alüminyum ambalajlı içecekler depozite bedeli karşılığında satılıyor. Boş alüminyum kutularını geri getiren kişilere depozite bedelinin geri ödenmesi veya ambalaj atığı toplama merkezlerinde kullanılmış alüminyumun bir bedel karşılığı satın alınıyor. Bazı Avrupa ülkelerinde oluşturulan belli toplama merkezlerinde satın alma işlemi yaygın olarak uygulanıyor. İsteyen, topladığı kutuları oluşturulan satın alma merkezlerine götürerek, ücreti karşılığında satabiliyor.
1 tonu 1300 kilograma çıkıyor
“PEPSİ yaşatır seni” kampanyasından “ödül kazandınız”la başlayıp, Ergenekon Soruşturması’nda “dinlemelere takıldınız”a kadar uzanan cep telefonu dolandırıcılığında yapılan suç duyuru sayısı yılın ilk 6 ayında 10 bini buldu. Bu suç duyurularından büyük bölümü Pepsi’nin başvurusunda olduğu gibi savcılıkların takipsizlik kararıyla sonuçlanırken, Şanlıurfa merkezli dolandırıcılık çetesine karşı 48 ilde düzenlenen operasyonda olduğu gibi bazılarından da tutuklama kararı çıktı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün Asayiş Şube yetkililerine göre, gündemdeki konu ve kampanaları takip ederek cep telefonlarına gönderdikleri mesajlarla
GSM abonelerini dolandıranların evlerini birer çağrı merkezine dönüştürüp, bu merkezlerden gerçekleştirdikleri vurgunlardan elde edilen günlük gelirler 20 bin TL’yi, aylık gelirler de 1 milyon lirayı buluyor.
Emniyet de SMS’le uyardı
Emniyet Genel Müdürlüğü, cep telefonlara mesaj göndererek banka hesap numaralarına ya da GSM hatlarına para transfer edilmesini isteyen dolandırıcılara karşı dikkatli olunmasını istedi. Emniyet’in GSM abonelerine gönderdiği bu mesajlarda, bazı kişilerin kendilerini kamu görevlisi olarak tanıtıp, para veya kontör transfer edilmesini istenildiğine dikkat çekilerek, bu tip SMS mesajlarına itibar edilmemesi konusunda uyarılarda bulunuluyor. GSM operatörü kuruluşlar da bu tip dolandırıcılık olaylarına karşı önlem almaya alışıyor. Şüpheli yüklemelerle ilgili sözlü ya da yazılı şikayet yapıldığı taktirde, bu hatlar için anında bloke konulduğunu söyleyen GSM yetkilileri, “Şikayetçi kişiyi savcılığa yönlendiriyoruz. Gerekli savcılık onaylı suç duyurusu dilekçesinin tarafımıza ulaşmasının ve gerekli incelemelerin tamamlanmasının ardından da iade işlemlerini başlatıyoruz” dediler.
2009 yılında “Pepsi yaşatır seni” sloganıyla uygulamaya koyulan “çekilişle hediye” kampanyasını kullanıp, vurguna dönüştürmek isteyen cep telefonu dolandırıcılarının tek tek belirlenip, haklarında suç duyurusunda bulunulmasına rağmen, bir türlü sonuç alınamaması Pepsi’yi üzdü. Bunda da Pepsi’nin dolandırıcılıkla ilgili Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na yaptığı tüm suç duyurularının kovuşturmaya yer olmadığı gerekesiyle geri çevrilmesi etkili oldu. Ayrıca, Pepsi’nin savcılığın aldığı bu karara 9 ay önce yaptığı itirazın henüz sonuçlanmaması da cep telefonu dolandırıcılarına cesaret verdi.
Pepsi yaşatır seni
Pepsi’nin 2009 yılında uygulamaya koyduğu “Pepsi yaşatır seni” kampanyası, 12 hafta süreyle çekilişle her hafta 80 kişiye 1000 TL, 8 kişiye de 10 bin TL kazanma şansı tanıdı. Kampanya, anında suistimalleri de beraberinde getirdi. Kampanyaya katılan iştirakçilerin cep telefon numaralarını elde eden bazı dolandırıcılar, bu numaralara SMS mesajı göndererek, kampanyadan 10 bin TL kazandıklarını bildiriyor ve mesajın altına ekledikleri cep telefonlarını aramalarını istiyorlar. Dolandırıcılar, attıkları bu oltaya takılanlardan ikramiye karşılığında ya bankalarda açtıkları hesaplara değişen meblağlarda para yatırılmasını ya da hatlarına kontör aktarılmasını istiyorlar.
Dolandırmaya devam
Pepsi’nin düzenlediği bu 12 haftalık kampanya sona erdi. Ancak, tüketicilerin hediyeye olan zaaflarından yararlanan cep telefonu dolandırıcıları bu kampanyayı kullanmaktan bir türlü vaz geçmiyor. Pepsi’nin sahte SMS mesajları, cep telefonu abonelerine artarak gönderilmeye devam ediliyor. Arkadaşımız Mehtap Özcan, bu kampanyayı kullanıp, müşterilerini dolandıranlarla ilgili olarak bugüne kadar yapılan girişimleri ve alınan sonuçları Pepsi yetkililerine sordu. Pepsico’dan yapılan açıklama, bu vurgunlarla ilgili tüm girişimlerin sonuçsuz kaldığını ve yaptıklarının dolandırıcıların yanına nasıl kâr kaldığını açıkça gözler önüne seriyor.
Takipsizlik kararı
Açıklamada, geçen yıl uygulamaya koydukları kampanya kullanılarak tüketicilerin dolandırıldığını belirlemeleri üzerine hemen harekete geçtiklerine dikkat çeken Pepsi, “Markamızı kullanarak tüketicileri aldatan bu dolandırıcılar hakkında 22 Haziran 2009’da Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunduk. Pepsi markası olarak ilk günden itibaren elimize ulaşan tüm ihbarları, zanlı telefon ve hesap numaralarını savcılıklara takip edilmek üzere bildiriyoruz. Ayrıca, kampanyamıza katılan tüm tüketicilerimize aydınlatıcı mesajlar göndererek, dolandırıcılık girişimlerinden nasıl korunacaklarını anlatmaya devam ediyoruz. Ancak, savcılık yaptığı incelemenin ardından kovuşturmaya yer olmadığına hükmetti. Savcılığın aldığı bu karara da 13 Ocak 2010’da itiraz ettik. Şimdi, kampanyamızdan bağımsız olarak gelişen ve markamızla hiçbir ilişkisi bulunmayan bu dolandırıcılık olaylarıyla ilgili savcılığın kararına yaptığımız itirazın sonucunu bekliyoruz” dedi.
Turkcell, müşteriyi uyarıyor, dilekçe örneği yayınlıyor
SAĞLIK Bakanlığı’nın saç ekimi, botoks, dolgu, lazerle epilasyon gibi bıçaksız estetik operasyon yapan 3 bin güzellik merkezine verdiği 6 aylık süre, 10 Eylül’de doldu. Bu verilen süre içinde bu 3 bin güzellik merkezinden sadece 170’i, işletmelerini belirlenen kurallara uygun hale getirerek, poliklinik olma hakkı elde edebildi. Şartlarını düzeltemeyen 2 bin 830 merkez ise bundan böyle sadece güzellik salonu olarak faaliyet gösterip, müşterilerine, saç bakımı, manikür, pedikür, ağda ve makyajın dışında, botoks, dolgu, lazer gibi estetik müdühalelerde bulunamayacak. Ruhsat almayanlar ise kapanmak zorunda kalacak.
Yoğun şikayetler geldi
Son yıllarda sayıları hızla artan güzellik merkezlerinin sağlıksız ortamlarda gerçekleştirdikleri bıçaksız estetik operasyonlarla ilgili yoğun şikayetler oluşması üzerine, Sağlık Bakanlığı’da, yönetmelik hazırlayarak, yeni bir düzenlemeye gitti. 10 Mart 2010 tarihinde yayınlanan bu Güzellik ve Estetik Amaçlı Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelikle, botoks, dolgu, lazer gibi bıçaksız estetik operasyonlar yapan işletmelere yeni yaptırımlarla karşı karşıya bıraktı. Yönetmelik, bu tip faaliyet gösteren merkezlere, işletmelerini 6 ay içinde ya belirlenen şartları yerine getirerek, polikliniğe dönüştürme ya da güzellik salonu olarak faaliyet gösterme şartı getirdi.
Sağlığı tehdit ediyor
Bu da, güzellik Merkezi adı altında faaliyet gösteren işletmelerin, manikür, pedikür, makyaj gibi uygulamaların yanı sıra insan sağlığını yakından etkileyen ve hekimlik gerektiren liposuction, saç ekimi, botoks, dolgu gibi bazı uygulamaları da müşterilerine tatbik etmelerinden kaynaklandı. Bakanlık’ta hijyene uygun olmayan ortamlarda yapılan tüm müdahaleler, hepatit B, AIDS gibi bazı bulaşıcı hastalıkları beraberinde getirmesi üzerine kısıtlayıcı önlemler almak zorunda bıraktı.
Lazere 300 milyon dolar
Arkadaşımız Mehtap Özcan’ın yaptığı araştırmaya göre Türkiye’deki güzellik merkezlerinin sadece epilasyon için son 5 yılda satın aldığı lazer cihazlarının toplam bedeli de 300 milyon dolara ulaşıyor. Bu cihazların bilinçsiz kullanımı, bazı sağlık sorunlarını beraberinde getirdiği gibi cilt üzerinde de olumsuz sonuçlar yaratması, uzman doktorların gözetiminde yapılmasını gerektiriyor. Aksi taktirde, epilasyon yüzünden sıkça yanık vakalarıyla karşılaşılabiliyor. Uygulamaya giren yeni yönetmelik, bu tip merkezlerin ‘güzellik salonu’ olarak hizmet vermesine izin veriyor. Ancak, kuaför salonları ve merkezlerin lazerle epilasyon yapabilmeleri için de poliklinik izni almasını şarta bağlıyor. Dönüşüm yönetmeliğine göre, en az iki doktor bulundurma zorunluluğu getiriliyor. Bu doktorlardan biri de mesul müdür olarak görev yapmak zorunda oluyor. Ayrıca, hemşire ve sağlık çalışanı da bulundurmaları gerekiyor. İşletmelerin dönüşümünde, acil müdahalelerin yapılacağı bir acil odasının hazırlanması, sedyelerin geçebilmesi için kapı genişliklerinin ayarlanması, odaların yönetmelikte bulunan ölçülerde tekrar düzenlenmesi, yangın merdiveni oluşturulması gibi fiziki değişikliklerin de yapılmasını zorunlu kılıyor.
Yönetmelikle cazip kampanyalar başladı
HANE sayısının 16 milyonu, işyeri sayısının da 2 milyonu aştığı TÜrkiye’de, her 6 dakikada bir hırsızlık olayının yaşanması, “Günde 1 dolara güvenlik” sloganıyla, haftanın 7 günü 24 saat online takip hizmeti veren güvenlik kuruluşlarına yarıyor. Aralarında Pronet, Komsek, Voles, Boğaziçi gibi kuruluşların da bulunduğu pazar, özellikle kendini güvence altına almak isteyen işyerleri sayesinde 370 milyon TL’lik yıllık hacme ulaştı. Bunda da Türkiye’deki her 10 işyerinden 3’ünün, her bin konuttan da 5’inin, kendi güvenlik sistemlerini oluşturmak yerine, online hizmet veren kuruluşların takip ağına dahil olmayı tercih etmesi etkili oluyor.
Online bağlantı kuruluyor
Sadece belli noktalara alarm cihazı takmakla yetinmeyip, güvenlik ağlarına ekledikleri konut ve işyerleriyle online bağlantı kurarak, 24 saat takip hizmeti verebilen kuruluşların sayısı da 50’ye ulaştı. Bunda da özellikle işyerlerinin online takip sistemlerini tercih etmeleri etkili rol oynadı. Türkiye’deki 2 milyon işyerinden yüzde 30’u güvenlik hizmetini bu kuruluşlardan alma yolunu seçti. Bu kuruluşların, işyerlerinde sağladığı bu hızlı yayılış, cazip kampanyalara rağmen konutlarda istenilen düzeye ulaşamadı. 600 bin işyerine karşılık, online güvenlik takip ağına dahil olan konut sayısı, 85 bin seviyesinde kaldı. Buna da, İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Adana gibi metropollerin dışında kalan illerdeki konut sahiplerinin hırsızlara karşı güvenlik için ek bir bedel ödemek istememesi yol açıyor.
7/24 izlemeye alınıyor
Arkadaşımız Mehtap Özcan’ın yaptığı araştırmaya göre, sisteminin donanım ve içeriğini, mekanı keşfe gelen güvenlik uzmanları yapıyor. Ayrıca mekan sahibinin özel talepleri de dikkate alınıyor. Hangi alarm sistemlerinin kullanılacağı genel olarak mekanın durumuna ve güvenlik zaaflarına göre değişebiliyor. Sonuç olarak sistem kurulduktan sonra mekan, merkezden 7 gün 24 saat takip altına alınıyor. kurulan sistem herhangi bir müdahale durumunda, merkezi uyarıyor.
En fazla Amerika’da kullanılıyor
TÜRKİYE’de güvenlik kuruluşlarının online takip ağına dahil olan mekanların yüzde 88’ini işyerleri, yüzde 12 kadarını da konutlar oluşturuyor. Bu sistemi kullanan konut oranı Avrupa’da yüzde 15 civarında. Amerika’da ise yüzde 20’yi buluyor. Konutlarda online takip sistemlerini özellikle müstakil ev ve villalar ile yalnız yaşayan bireyler tercih ediyor. Ayrıca, yeni eve taşınanlar ya da yeni ev kuranlar ile çocuklu aileler de online takip sistemlerini kullanıyor.
Paketler yangın ve su baskınını da kapsıyor
Bunda da özel araçların yanı sıra, güvenlik koltuğu bulundurma zorunluluğu getirilen taksi, hatlı minibüs ve okul öncesi eğitim gören öğrenci servislerinin talep ertelemesine gitmesi etkili oldu.
HAZİRAN ayından itibaren içinde çocuk bulunan tüm motorlu araçlara güvenlik koltuğu bulundurma zorunluğu getirilmesine rağmen, cezai uygulamanın ekim ayına ertelenmesi, talepte de ertelenmeye yol açtı. Bunda da trafik kontrollerinde ceza yerine uyarıyla yetinilmesi etkili oldu. Ceza uygulamasının ertelenmesi, özel araçların yanı sıra, güvenlik koltuğu bulundurma zorunluluğu getirilen 90 bin taksi, 20 bin hatlı minibüs ve okul öncesi eğitim gören 950 bin öğrencinin taşınmasını üstlenen 33 bin servis aracında talep ertelenmesini de beraberinde getirdi. Firmaların 300 adetlik satış beklentisi de 3 ayda sadece 50 bin adet seviyesinde kaldı.
Yılda 1.4 milyon bebek
Yılda 1 milyon 400 bin bebeğin dünyaya geldiği Türkiye’de 1 Haziran 2010’dan itibaren içinde çocuk bulunan tüm motorlu taşıtlarda güvenlik koltuğu bulundurma zorunluluğu getirildi. Uygulamanın sadece çocuklu ailelerin otomobilleriyle sınırlı kalmaması, aynı zamanda taksi, dolmuş, servis gibi şehiriçi ve şehirlerarası yolcu taşımacılığında kullanılan tüm araçları da kapsaması, yıllık satışları 30 bin adetlerde olan çocuk oto koltuk pazarında bir anda 10 kat büyüme beklentisi yaratmıştı. Firmalar arasında pazarın yıllık hacmini 4.5 milyon TL’den 45 milyon TL’ye çıkartma beklentisine yol açan bu uygulamada, ceza yerine uyarıyla yetinilmesi, satışları önemli oranda etkiledi. Satışların beklenen seviyelere bir türlü ulaşamamasına neden oldu.
4 yaş üzeri patlattı