Dut yemiş bülbüller

Seçimler biter. Listede birden fazla yöneticiye söz verildiği için ikinci başkanlık, başkan yardımcılıkları ve futbolun başına talip olanlarda yarış, sevinç ve üzüntü bir arada yaşanır. Geri kalan şubelere kimse talip olmaz.

SEÇİMLERDEN hemen sonra, neden yönetimler istifa noktasına gelir? Çok listeli seçimlerde hedef, ne olursa olsun, seçimi kazanmak olduğundan listeye alınanların uyum ve kalitesine değil, oy potansiyeline bakılır.

Ve seçimlerin ertesinde yönetimler çatlak vermeye başlar.

Bildiğim kadarı ile Ali Uras’ın son başkanlık, Alp Yalman ve Faruk Süren ilk başkanlık; Özhan Canaydın’ın tüm başkanlık listelerinde böyle olmuştur. Bu durumda başkanlarda gerçek başkan gibi hareket edemezler.

Sevinç ve üzüntü

Seçimler biter. Listede aynı yere birden fazla yöneticiye söz verildiği için ikinci başkanlık, başkan yardımcılıkları ve futbolun başına talip olanlarda yarış, sevinç, üzüntü bir arada yaşanır.

Görev bölümü büyük gürültü ve kırgınlıklara neden olur. Geri kalan şubelere kimse talip olmak istemez; işlerini, ailelerini öne sürüp teşekkür ederler. "Başkanım beni mazur görün, ama seçilecek arkadaşlara her türlü yardıma hazırım" deyip iki sene boyunca "dut yemiş bülbül" gibi otururlar.

En iyi Yıldırım

(Galatasaray yönetimine ilk seçildiğimde, bana "veznedar üye" görevi verilince çok sevinmiş, hemen başkanımın elini öpüp teşekkür etmiştim.)

Bunlar daha çok, seçilmek için kendileri liste oluşturup, sonra da seçilecek listeye balıklama atlayan yönetici tipleridir. Sonra da: "Bana görev verilmiyor, olan bitenden haberimiz olmuyor" diye yakınıp sağda solda dedikodu yaparlar.

Bu işin üstesinden en iyi Aziz Yıldırım geliyor. Bir ikinci başkan ve genel sekreterin dışında asil üyelerin tamamı asbaşkan oluyor. Kervan da güzelcecik yürüyor.

Yaşanan bu olumsuzlukların çaresi, seçimlerden önce duayenlerin ve yüksek divan kurullarının uzlaşmayı ve tek listeyle seçim yapılmasını sağlamasıdır. Bizim divanımızın böyle bir uygulaması yok denecek kadar azdır.

Resti görmedi

OKAN’ın transferine sıcak baktığımı önceki yazımda belirtmiştim. Alınış şekli ne yazık ki Galatasaray’da başkanlık sistemini alt-üst etmiştir. Her zamanki gibi Canaydın, ilgili ilgisiz kişilerin tepkilerinden çekindiğinden, OKAN’ı almayacağını diğer yöneticilere de söylemiş, ancak Adnan Polat’ın "istifa restini" göremediğinden, yönetim kurulunda tartışmaya dahi açamadan, Okan’ın transfer edilmesine karar vermiştir.

işimiz zor

Yazarlıkta mucitlik peşinde değilim, sadece gerçekleri ve herkesin düşünüp de yazamadıklarını yazma çabası içerisindeyim.

DAHA önce şahsıma attığı iftira ve yazdığı yalanlardan hüküm giyen ve tazminata mahkum olan bir spor yazarı, yazılarımı Bülent BOĞ’un yazdığını iddia ederek, yalan haber üretmeye devam ediyor.

Yazarlıkta mucitlik peşinde değilim, sadece gerçekleri ve herkesin düşünüp de yazamadıklarını yazma çabası içerisindeyim.

Bunu yapmak da zor bir şey değil. Yazınızın sağlam temellere dayandırılması, biraz yürekli ve geçmişinizden emin olmanız yeterli.

Açıklamam gerek

Ben şiir, edebi metin, şarkı sözü yazmıyorum. Sporla ve özellikle futbolla ilgili bilgi ve birikimlerimi, dilimin döndüğünce aktarmaya çalışıyorum.

Doğrusu, başka kanallardan da kulağıma bu tür söylentiler geldi.

Beni tanımayan bir çokları "Gerçekten kendisi mi yazıyor?" diye düşünür olmuşlar.

Öz geçmişim çok yazıldı, söylendi. Ama, öyle anlaşılıyor ki, eksik kalan kısımlarını açıklamam gerekiyor.

İlkokulu bitirene kadar yazları ve tatillerde "kuran kursuna" gidip kuran okumayı öğrendim.

Edebiyat bölümünden mezun olduğum lise eğitimimde "münazara takımında" yarıştım. İki sene İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’nde (Türkoloji) okuyup Prof. Ali Nihat Tarlan , Prof.Faruk Timurtaş, Prof. Abdülkadir Karahan, Prof.Muharrem Ergin gibi büyük hocaların öğrencisi oldum. Yahya Kemal Beyatlı gibi büyük üstatların ders verdiği anfilerin havasını soludum. Göksu deresindeki "edebiyat ve meşk" gezilerine katılıp, bu fakültenin "futbol takım kaptanlığını" yaptım. Daha sonra Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden mezun oldum.

"Şanlı Türk Ordusu’nda" 18 ay tankçı astteğmen ve teğmen olarak görev yaptım.

Kulak asmayın

Gençliğimde 4 ayrı spor dalında "lisanslı müsabık" oldum. 1984 yılından bu yana, Galatasaray Spor Kulübü’nde yöneticilik, 20 yıl Trabzon Kültür Derneği’nin başkanlığı, 6 yıl bir siyasi partide üst düzey yöneticilik, 35 yıl ticari hayatım var.

Bir sahife doğru yazı yazmak için sanırım böyle bir geçmiş yeterlidir.

İftiracılara lütfen kulak asmayın. Yazı yazarken zorlandığımı itiraf etmiştim. Her şeyi istediğiniz gibi yazamıyorsunuz...

Sayın Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer ile bir söyleşimizde : "Ben bütün medyayı yeterince takip ediyorum ve sizi de biliyorum." dediğinde, devletin en tepesinde oturan büyüğümüzden, en sade vatandaşa kadar herkesin sizi izlediği bir ortamda yazınızı beğendirmek gerçekten de zor.

2.5 kişi yönetiyor

"KULÜPLERİ 2,5 kişi yönetiyor."
Sözü doğrudur; bugün Galatasaray’da olduğu gibi.

Milyon dolarlık projelerin gündemini oluşturması gereken yönetim kurulunun, bütün zamanının kırtasiye giderleri, çaycının, kasabın alacağı vb. konularla meşgul edilmesi, seçilen yöneticilere yapılan en büyük hakarettir. Aslında bütün yöneticiler de bunun farkındadır. Ancak "Kulüplerde harcadığınız para kadar konulara vakıf ve söz sahibi olursunuz."

NOT

Herhangi bir yanlış anlamaya meydan vermemek için açıklayayım: Sayın Hıncal Uluç’un iki haftadır yazılarında sözünü ettiği "Ergun" ben değilim.
Yazarın Tüm Yazıları