BAZI iktisatçılar, dünya ekonomisindeki olumlu gidişatın neredeyse ilelebet böyle süreceği görüşünde.
Bu derece olumlu görüş verenlerin çoğunun piyasaya yakın iktisatçılar oldukları gözlenirken, bazıları ise mutlaka bu olumlu gidişatın bir dönüşü olacağını tahmin ediyor. Bunların arasında da ne zaman geri döneceği konusunda görüş, daha doğrusu tahmin ayrılıkları gözleniyor.
Bu sadece bizde değil yabancı ülkelerde de çok tartışılan bir konu. Özellikle de geçen ay yaşadığımız çalkantı ertesinde, ortalığın çok çabuk durulması bu tartışmaları körükledi.
Şahsen, her şeyin bu kadar uzun süre, bu kadar güzel biçimde gideceği konusunda ciddi endişelerimiz var. Şimdiye kadar süren bahar havasının ne zaman geri döneceği konusunda ciddi bir tahminimiz yok ama bir gün geri dönmesi de kaçınılmaz gibi geliyor, bize.
Bu tahminimiz asıl olarak tabi ki dünya ekonomisi için, küresel likidite için geçerli. Birileri bu kadar para kazanıyorsa, birilerinin de kaybettiği gerçeğini göz ardı edemeyiz. Refahın mümkün olduğunca geniş kesimlere dağıtılması gereği ortada ve bununla birlikte aynı zamanda demokrasi taleplerinin gelmesi de kaçınılmaz. Örneğin dünya ekonomisinde enflasyonu, neredeyse silecek kadar ucuz mal üretimine boğan Çin’de, demokrasi ve doğal olarak ücret artışı talepleri her tarafa dağılana kadar beklenecek mi, bilemiyoruz. O zamana kadar sürerse elbette önümüzdeki çok uzun yıllarda da bahar havası devam eder ama...
Dünya ekonomisindeki trend bir yerlerde kırılır, Türkiye’nin buna yapacak çok şeyi bulunamaz. Ancak bu kırılma anında Türkiye ekonomisine yumuşak iniş yaptırabilmek, bunu yönetmek bizim elimizde...
Bütün bunları, öyle kritik bir noktaya gelirken hazırlıklı olmamız gerektiği için söylüyoruz. Türkiye her şeyden önce, artık, "dünya ekonomisi ve küresel likiditedeki bozulmadan en fazla olumsuz etkilenen ülke" konumundan çıkmak zorunda. Ancak bunu yapmak için de bir şeyler yapması gerekiyor. Hem de yapılacak iki seçilme rağmen, bizce kaçınılmaz olarak karşımıza gelecek küresel likiditedeki bozulmadan daha az etkilenmek için, bunu yapması gerekiyor. Çünkü kırılmanın ne zaman geleceği belli değil. Kısa süre içerisinde gelmez ve biz biran önce bu dalgalara dayanıklı hale gelirsek, zaten daha sonraki atak için şimdiden öne geçmiş oluruz.
İTİBARINI YİTİRMİŞ OLSA DA IMF ŞART
Bizce son çıkan enflasyon verileri ve siyasetteki kavganın kızışması, zaten ne yapılacağı belli olan adımları, biran önce atmamız gerektiğini de bize gösteriyor. Yapılacaklar zaten belli; yapısal tedbirlerini alacaksınız, risk primini düşüreceksiniz ve bununla birlikte sıcak parayı dengeleyeceksiniz. Yani, çıktığında artık size fazla zararı olmayacak boyutlara indireceksiniz.
Bunun en sağlıklı yolu ekonomiyi düzeltmekten geçiyor. Bunun için de önce enflasyonunuzu çağdaş ülke enflasyonları seviyelerine, yani yüzde 3-4’e kadar çekmeniz gerekiyor.
İşte son dönemde en büyük tehlike bizce, enflasyonda düşüş trendinin bittiğine ilişkin ortaya çıkan bulgular. Siz, hem bu kadar düşük bir kurla, bu kadar yüksek cari açık pahasına, enflasyonu bir kademe daha aşağı bastıramazsanız, bu treni kaçırma tehlikeniz doğmuş demektir. Enflasyonun ana eğiliminde bozulmanın olduğu gerçeğini kabul etmeliyiz. İşin kötüsü; seçimlerin etkisiyle bu eğilimin daha da bozulması gündeme gelebilir.
İşte bu nedenle, seçimler bitene kadar mümkün olduğunca mali disiplinin korunması gerekiyor ki; seçim sonrasında çok daha acı tedbirlere gerek duyulmasın. Ama her şartta seçim sonrasında yeni bir programın hazırlanması gerektiği de ortada...
IMF’nin, özellikle Türkiye’de, eski itibarının kalmadığı, eskisi kadar mali disiplin sağlayıcı bir rol üstlenemediği açık. Ancak buna rağmen, itibarını kaybetmiş olsa da, bizce seçim sonrasında IMF’le yeni bir ekonomik program üzerine konuşmak, yeni bir stand-by ile Türkiye’nin gidişatının güvenceye alınması gerekiyor.
Bir Hükümet çıkar da, IMF dahil tüm uluslararası camiaya kabul ettireceği bir programı tek başına hazırlarsa, çok iyi. Ama böyle bir şey olabileceğine inanıyor musunuz?