Faiz riskinden sonra kur riski de artıyor

MERKEZ Bankası kurlara yine doğrudan müdahale etmek zorunda kaldı. Bu hafta başındaki müdahalenin miktarı 1 milyar doları aşarken, bu ay aldığı döviz miktarı 2 milyar doları buldu.

Bazen tedirginlik nedeniyle oynasa da, dövizin düşüşü durdurulamıyor.

Peki, müdahaleyi gerektiren yüklü döviz arzı nereden kaynaklandı. Geçen yılki gibi yurtdışına gitmiş paralar geri mi geldi, hayır. Halk, yastık altında tuttuğu dövizi çıkarıp piyasaya mı soktu, hayır. O çok söylenen ‘‘Irak dövizleri’’ gelmeye devam mı ediyor, hayır. Peki, daha önceki haftalarda olduğu gibi, yüklü yabancı girişleri mi oldu, o da değil...

Peki döviz arzındaki bu fazlalık nereden kaynaklanıyor?

Bankacıların da artık kabul ettiği gerçek şu ki; ‘‘açık pozisyon’’ artmaya başladı. Bankaların bir bölümü geçen yılki kárlarını sermayeye ekleyip, daha fazla döviz yükümlülüğü almaya, bir kısmı ‘‘Nasıl olsa mart sonu düzeltiriz’’ deyip, sınırın da ötesinde açık pozisyon tutmaya, bir kısmı da yasal sınır dışı yükümlülük alıp, açık pozisyon tutmaya başladı...

Sadece bankaların değil, reel kesimin de zaten varolan, görülemeyen açık pozisyon miktarlarını artırmaya başladığı söyleniyor. Örneğin müdahale günü satılan dövizin 400 milyon dolarının reel kesimden geldiği söyleniyor. Ya da bazı bankalar reel kesim şirketleri kanalıyla bunu yapıyor.

Özetle; sistemde açık pozisyon yılbaşından bu yana hızla büyüyor. Çünkü bankalar açık pozisyon yapıp, Hazine kağıdı almaktan başka kár yolu göremiyor. Özellikle orta ve küçük ölçekli bankaların hızla bu yola girdiği, döviz yükümlülüğünü artırıp, döviz bozdurup Hazine kağıdı aldığı söyleniyor. Kısa dönemde 2-3 puanlık faiz kárı gördükleri için yapıyorlar.

Geçen yılki yüksek kárlardan sonra, henüz yılın başında başka çare görmüyor, ‘‘yılın sonraki dönemlerinde bu kár olmaz’’ diye, şimdiden biraz ‘‘gözü kara’’ davranmayı seçiyorlar.

Kısacası; bankacılık sistemi üzerinde zaten bir faiz riski vardı, sistem buna ek olarak şimdi bir de ‘‘kur riski’’ üstleniyor.

ABD FAİZİ PLANI

Bankacılar da kabul ediyor ki, bu kadar gözü kara davranmalarının en büyük dayanağı, ‘‘ABD'nin seçimler bitene kadar faiz artırımına gidemeyeceği’’'varsayımı...

ABD faiz artırmadığı takdirde, gelişmiş ülkelerdeki fonlar kár için, diğer gelişmekte olan ülkelere olduğu gibi, Türkiye'ye de akmaya devam edecek. Sıcak para girişi nedeniyle döviz arzı fazlalığı devam edeceği için döviz fiyatları yükselmeyecek, ekonominin çarkları bu parayla yağlandığı için faizler düşmeye devam edecek ve yıl sonuna kadar böyle sürecek.

Bu arada Kıbrıs konusunda umutlar belirdi ya, piyasa bunu da ‘‘Türkiye AB'den müzakere tarihi almış’’ gibi abartılı algılamayı tercih edip, bu haftaki senaryoya kendi dayanağını oluşturdu.

Peki gerçekten bu kesin bir gelişme trendi mi, bu senaryoda hiç mi değişiklik olamaz?

Dış ekonomik gelişmelere çok hakim biri değilim ama, bu dengenin sürdürülemez bir denge olduğu açık. Yıl sonuna kadar, yani ABD seçimleri bitene kadar sürdürülmesi de zor. En azından AB, Japonya gibi etkin aktörlerin, ilelebet elleri kolları bağlı oturmaları, bence küçük ihtimal.

Üstüne üstlük gazetelerde artık uluslararası uzmanlar, ABD'nin faiz artırımına gitmemesi halinde bile, Türkiye'nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan piyasalarda yakında sıkıntı çıkabileceği, balonun fazla şiştiği ve patlamak zorunda olduğu yolundaki yorumlarını artırdı.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki; IMF'den ya da siyasi bir nedenle içeriden, ya da beklenmedik biçimde uluslar arası etkiden ötürü döviz fiyatları artmaya başlarsa, faizler de ona paralel artacaktır. Faiz artarsa, döviz fiyatları da ona paralel... Hala bu bağlantı çok güçlü...

O zaman olabilecekleri bir düşünün... Bütün bunları düşünmesi gerekenler, sırf bu nedenle bile, IMF'yle hemen anlaşma sağlaması gerekenler, bunlara kafa yoruyorlar mı, şüpheliyim...
Yazarın Tüm Yazıları